‘Şeyh Muhammed el Haznevi’ olarak etiketlenmiş yazılar

Risalet ve Velayet

23 Haziran 2008

“Tarikat edepten ibarettir. Burada bir tarikatin bir silsilesinin mürşidleri anlatılıyor. Lütfen başka silsilelerden şeyhlerin mürşidlerin adlarını kullanarak yorum yazmayın. Konu özeldir dağılmamalıdır.”

İslam dini Hz.Adem (a.s.) ile başlamış ve son peygamber Hz.Muhammed (s.a.v) ile en son ve kamil haline ulaşmıştır. Her peygamber toplumuna yüce Allah’ın buyruklarını ileten bir elçi, onları hakka davet eden yüce bir davetçi, ruhlarını terbiye eden büyük bir mürebbi vazifesi görürken aynı zamanda Yüce Allah’a kulluk eden, ona yönelen bir abd durumundaydı. Tüm nebiler risalet yükü ve sorumluluğu yanında velayet bilinci ve kulluk şuuru içersinde olan kamil insanlar idiler.

Son peygamber Hz. Muhammed (s.a.v.) de aynı durumdaydı. Allah’tan aldığı vahyi insanlara ulaştıran bir rahmet deryası, nübüvvet ağacının en kutlu meyvesi olması yanında, Yüce Rabbine yönelen, kulluğun kimsenin ulaşamıyacağı zirvelerinde olan, risaletini eşşiz velayet güneşi ile daha da aydınlatan bir mürşid, bir veli ve büyük bir önder idi. Onun vefatı ile artık risalet son bulmuştur.

Fakat velayet ve kulluk kıyamete kadar devam etmektedir. Yeryüzü hiçbir zaman Yüce Allah’a gerçekten kulluk eden, O’na yönelen,kalplerine gafletin uğramadığı,yüce ahlak üzere olan veli kullardan boş kalmamış ve kıyamete kadar da boş kalmayacaktır.

-”Kim Allah’a ve Rasule (can-u gönülden) itaat ederse, işte onlar Allah’ın kendilerine nimet verdiği nebiler, sıddıklar, şehitler ve salihlerle beraberdir. Onlar ne güzel arkadaştırlar. ‘(Nisa Suresi-69.ayet)

Bu ayeti kerimede Yüce Allah (c.c.) iman edenlere seslenmekte ve eğer samimi bir itaat gösterirlerse, kendilerine ayrı ayrı ve farklı nimetler verdiği bu dört zümre ile beraber olabileceklerini, onların eşi bulunmaz çok güzel dostlar olduklarını bildirmektedir.

Ayetteki sıralamaya dikkat edilirse, nebilerden sonra sıddıklar gelmektedir ki bu onların makam olarak hemen peygamberlerden sonra olduklarını göstermektedir. Sonra ise sırasıyla şehitler ve salihler gelmektedir. Hepsinin de ayrı ayrı kulluk dereceleri ve sahip oldukları makama uygun velayetleri vardır.

Peki Allah’a kulluk eden zümreler içerisinde diğ erlerinden ayrılan ve Allah katındaki mertebeleri nebilerin makamından sonra gelen, Kuran’ın kendilerine sıddıklar dediği bu zatlar kimlerdir ve onları diğerlerinden ayıran özellikleri nedir.?

Bu konumuzun daha net anlaşılabilmesi için cevaplanması gereken bir sorudur.

İlmin kapısı ve velayet ağacının köklerinden biri olan Hz.Ali (k.v.) ibadeti üçe ayırmıştır.

Bunlar;

a)Kölelerin ibadeti,

b)Tüccarların ibadeti ve

c)Hür olanların ibadetidir.

Kölelerin ibadeti;

Allah’a cehennem korkusu ile ibadet edenlerin halidir. Bunlar cehennemden ve onunla ilgili gelen rivayetlerden korktukları için ibadete başlamış ve bu hal üzere kulluğa devam etmektedirler. O’nun yani Yüce Allah’ın azabından korktukları için vaciplerine sarılmışlardır. İnsanlar birbirlerinden farklı özelliklerde yaratılmışlardır. Birini amele sevk eden bir husus diğeri üzerinde o kadar tesirli olmayabilir.

Onun içindir ki Yüce Kur’an’da hem azapla ve cehennemle korkutan ayetler ve hem de cennet ve nimetleriyle özendiren ayetler mevcuttur. Birinci guruba girenler Yüce Allah’a azametinden dolayı itaat etmektedirler. Nitekim köleler de efendilerinin azametinden ve verebileceği zarardan korktukları için ona itaat ederler.

Tüccarların ibadeti ise;

Daha farklıdır. Bu guruba giren insanlar, Yüce Allah’a, O’nun cennetine ve oradaki vereceği nimetlere kavuşmak arzusu içindedirler. Bunlar orada vaad edilen güzel beldelerden, o muhteşem nimetlerden ve belki hurilerden bahseden ayetlerden etkilenmiş ve bunlara kavuşmak için ibadete başlamış bir zümredirler ve halleri bu minval üzere devam etmektedir.

Cennetin güzellikleri onlar üzerinde teşvik edici veharekete geçirici bir etki oluşturmuştur. Bu ise takvalı olma sonucunu doğurmaktadır. Bahsedilen bu iki durum insanların çoğunun üzerinde olduğu hallerdir. Hem caizdir ve hem de Allah tarafından kabul edilmiş ve makbul görülmüştür.

Bu sayılan iki kesim dışında başka bir gurup daha vardır ki;

Bunların ibadet ediş niyet ve anlayışları diğer iki guruba hiçte benzememektedir. Bunlar sadece ve sadece Allah’a ibadete layık olduğu için, O’na olan muhabbetlerinden dolayı ve O, ibadeti istediği için O’na yönelen kullardırlar.

İşte bunlar Hz. Ali’nin (k.v.) kendilerinden hür olanlar diye bahsettiği müminlerdir ve bu onların ibadet anlayışıdır. İnsanlar arasında az ve seçkin bir zümreyi oluşturan bu zatlar gerçek kulluk edenlerdirler. Yüce Allah’ a çok farklı bir niyetle ve çok samimi bir şekilde tüm ruhlarıyla can-ı gönülden yönelmişlerdir.

Onların farkını anlamak için gelecek şu misal daha aydınlatıcı olacaktır:

Farz ediniz ki Allah-u Teala kullarına, kulluk vazifelerini yerine getirmeseler de onları cennete koyacağını ve bu beyanından sonra eğer isterlerse yine de kulluk edebileceklerini ama sonucun aynı olacağını yani herkesin cennete gireceğini bildirmiş olsun.

Yani insanlar serbestirler. Cehennemden korkmalarına gerek yoktur. Cennete girmek ve onun nimetlerine kavuşmak için ibadetin zorluklarına katlanmalarına da gerek yoktur. Dünyada keyiflerine göre bir ömür yaşayıp,cennete girme imkanları vardır. Eğer insaflı olarak düşünülürse,görülecektir ki böylesi bir durumda Allah’a ibadet edenler arasında, hür olanlar gibi kulluk edenler dışında ubudiyete devam eden hiç kimse kalmayacaktır. İnsanların çok büyük bir kesimi ubudiyetten uzaklaşacaktır.

Çünkü cennete girmeleri kesinleşmiş ve Allah’ın azabından korkmalarına gerek kalmamıştır.

Hür olanlar Cenab-ı Allah’a Allah olduğu için ibadet ediyorlar.Onun aşkı ve muhabbeti onların azığı ve beklentileridir.Onların gözünde O’nun yüce zatından başka hiçbir şey yoktur. O’nun muhabbeti tüm varlıklarını kuşatmıştır. İlahi marifetler onların gıdası olmuştur. Bunlar kendilerine Kur’an-ı Kerim’de sıddıklar veya diğer bir ifade ile evliyaullah denilen seçkin, himmetleri çok yüce, Allah aşkı ile yanan Allah dostlarıdırlar ve bu onların sahip oldukları kemal sıfatlardan sadece bir tanesidir.

Şeyh İzzeddin El-Haznevi hazretleri (k.s.) bu hususta bir sohbetlerinde şöyle diyorlardı:

-”‘Eğer evliya, nüceba, nükeba, ebdal, aktap denilen büyük zatlar olmazsa dünya harap olur, hayat durur, felaketler ardı ardına gelir. Çünkü insan ibadet için yaratılmıştır. Gerçek ibadeti yapanlar ise evliyaullah kesimidir. Diğer insanlar onların bereketi ile yaşamaktadırlar.

Altın korunurken kabı da korunur. Ürün almak için tarlaya tohum bakılır. Balta için sapı saklanır. Evliyaya yanaşın. Allah’ın lütfunu göreceksiniz. Ehadiyyet güneşinden nur ışınlarını müşahede edeceksiniz.

Yüce Allah (c.c.) mealen;
-”‘Şüphesiz Allah iyilik yapanlarla ve muttaki olanlarla bereberdir.’buyurmaktadır.’

“Tarikat edepten ibarettir. Burada bir tarikatin bir silsilesinin mürşidleri anlatılıyor. Lütfen başka silsilelerden şeyhlerin mürşidlerin adlarını kullanarak yorum yazmayın. Konu özeldir dağılmamalıdır.”

ŞEYH MUHAMMED EL-HAZNEVİ (K.S.)

Evliyanın büyüklerinden, insanları Hakka davet eden, onlara doğru yolu gösterip, hakiki saadete kavuşturan ve kendilerine “silsile-i âliyye” denilen büyük âlim ve velilerin “kırkıncısıdır.” Haznevi murşidleri’nin dördüncüsüdür;

Şah-i Hazne lakabiyle dünyaya ün salan, Ahmed El-Haznevi (r.a.), torunu olan Muhammed El-Haznevi hazretleri (r.a.) İzzeddin  El-Haznevi (k.s.) nin büyük oğlu olup,  Gözde halifelerindendir.

Suriye toprakları içerisinde kalan Kamışlı ilçesine bağlı Telm’aruf köyünde 1948  yılında doğmuştur. Umre ziyaretini eda edip Mekke’den Mediye dönerken, Medine’ye 100 – 120 kilometre kala 22 Ekim 2005 tarihinde Cumartesi günü saat 11-30 da kaza geçirdi ve orada vefat etti. Telmaruf köyünde defn edildi.

Şeyh Muhammed (k.s.); Şeyh İ zzeddin (k.s.) hazretlerinin en gözde talebesi, en mükemmel takipçisi, onun gözünün nuru gibi koruyup, adeta bir gül gibi yetiştirdiği, tüm müslümanlara ve insanlık ailesine faydalı olması için elinden gelen tüm himmeti üzerinde kullandığı, en güzel ahlaki, imani ve irfani değerlerle süslediği bulunmaz, mümtaz, eşine az rastlanır kamil-i mükemmil bir mürşid-i ekmel bir şahsiyetti .

Şeyh İzzeddin Hazretleri(k.s.) vefatlarından önce pek çok kereler değişik vesilelerle Şeyh Muhammed (k.s.)’dan övgü ile bahsetmiş ve onun hem kamil bir iman sahibi, muhabbetullah ile dopdolu arif bir zat olduğunu belirtmiş ve hem de insanları idare ve irşad etmede tam ve mükemmel bir hal üzere olduğunu dile getirmişti.

Bu durum sadece Şeyh İ zzeddin Hazretleri ile sınırlı değildir. Bundan yaklaşık elli yıl öncesinden Şeyh Ahmed (k.s.) Hazretleri daha çok küçük bir yaşta olmasına rağmen onu övmüş, ondaki yeteneklere, üstün değer ve özelliklere dikkat çekmiş ve ‘

-”Bu zat bizim şanımızı yükseltecektir.’ buyurarak konumunun önemine dikkat çekmişlerdir.

Gerek Şeyh Masum (k.s) ve gerek de Şeyh Alaaddin (k.s.) onun üzerine çok titremişler; iman, ihlas, muhabbet, hizmet, fedakarlık, yüce ahlak ve daha pek çok yüce meziyetler sahibi yeğenlerinin en iyi şekilde yetişmesi için çalışmışlardır. Onun üzerine o kadar titriyorlardı ki onunla ilgilenip, oyun oynadıkları zamanlarda herhangi bir şekilde incinmesi durumunda çok üzülüyor ve bu duruma sebep oldukları için birbirlerini suçluyorlardı. Bu o kamil zatların ferasetleri ile hissettikleri ve gerçekleşecek olan hakikatın bir tecellisiydi.

Gençlik yıllarında kendilerine ders vermiş, hocalık yapmış olan büyük ve fazilet sahibi, değerli alim Şeyh Mustafa Buga onun ile geçirdiği yılları hayatının en güzel anları olarak nitelendirmekte ve bundan dolayı gurur duyduğunu bildirmektedir.

Şeyh Muhammed Hazretlerindeki üstün ve eşşiz vasıfları her konuşmasında dile getiren Şeyh Mustafa Buga,onun kendisini kat be kat geçtiğini pekçok kereler dile getirmişlerdir. Haznevi ailesini, özellikle Şeyh İzzeddin Hazretlerini ve Şeyh Muhammed Hazretlerini çok yakından tanıyan bu zat, İslam alemi içersindeki alimler arasında gerek kişiliği ve gerekse de eserleri ile önemli bir yere sahiptir. Telmaruf’ta Şeyh İzzeddin (k.s.)’i anma merasiminde yaptıkları bir konuşmalarında Şeyh Muhammed Hazretlerini müslüman alimleri toplamaya ve ümmetin sorunlarına çözümler bulacak çalışmalar başlatmaya çağırmış ve onun üstün vasıflarını böylelikle açıkça teyit etmişlerdi.

Şeyh Arabi Kabbani, Lübnan müftüsü ve Lübnan’ın ileri gelen değerli alimleri, Suriye Diyanet İşleri Başkanı,Türkiye, Mısır, Kuveyt, Arap Emirlikleri ve Sudan’dan gelen alimler ve yazarlar Telmaruf’a yaptıkları ziyaretlerinde ve katıldıkları münasebetlerde Şeyh Muhammed Hazretlerinden ve Haznevi mürşitlerinden her zaman büyük üstatlar, saygı değer alimler, muttaki önderler olarak övgüyle bahsetmişlerdir.

Bu sadece onlarla sınırlı bir olay değildir. Kuveyt’in ve diğer beldelerin selefi alimleri de tasavvufa karşı olmalarına rağmen Şeyh Muhammed Hazretlerini tanıdıkları zaman onun değerini hemen anlamakta, ona ve fikirlerine büyük bir saygı göstermekte, tasavvufi anlayışına ve izledikleri yola büyük değer vermekte yediler.

Fıkıh alanında İslam dünyası içersinde çok ileri bir yerde olan, belki de ilk sırada yer almakta olan alim zat Vehbi Zuhayli’de Telmaruf’a davetli olarak gelmişlerdi. Tasavvufa ve tarikat ehline o kadar da sıcak bakmıyorlardı. Fakat Şeyh Hazretleriyle tanıştıktan, onun ilminin büyüklüğünü, tevazu ve takvadaki bensersizliğini, halim ve sevecen tavırlarını, o üstün ahlaki meziyetlerini, inceliklerini ve sünnete bağlılıklarını gördüklerinde nasıl bir zat ile karşı karşıya olduklarını anlamışlardı.

Bu sıradan bir zat değildi ve bu karşılaşma da sıradan bir karşılaşma değildi. Kalpler yumuşadı ve fikirler değişti.

Şeyh Hazretlerinin dergah ı ilim üzeredir. Haznevi mürşitleri hepsi zamanlarının en büyük alimleri arasındadırlar. Bu kol alimden alime devredile gelmiş bir yoldur. Şeyh(k.s.) Tel’maruf’taki şer-i ilimler medresisinde iki bine yakın talebe okutup ve bunların yeme, içme, barınma gibi tüm ihtiyaçlarını kendi öz malından karşılamakta ydı. Fakir olan, durumu olmayan ama İslami ilimleri öğrenme aşkı içinde olanlara kapılarını ve tüm imkanlarını açmakta, onları İslam ümmeti için faydalı bir hale getirmeye çalışmaktaydı.

Bu destek sadece okul yılları ile sınırlı kalmamakta, mezun olanlardan durumu iyi olmayanları da kendi imkanları ile münasip bir şekilde evlendirmektedirler. Bu talebelerden istediği; gittikleri beldelerde İslam’ı öğretmeleri, emr-i bilmaruf ve nehy-i anil münker farizasını yerine getirip, bu yüce adapları hem yaşamaları ve hem de yaygınlaşması için gayret göstermeleridir.

Şeyh Hazretleri çıktıkları irşat amaçlı seyahatlerinde toplumun her tabakasından insan ile ilgilenir ve dini şuur ve bilincin oluşması ya da daha da kuvvetlenmesi için gayret göster irlerdi. Resmi yetkililerin ve medeniyetin uğramadığı ücra yerlere dahi tebliğ için gitmekte ydiler. Bu duruma oranın ahalisi bile şaşırmakta ydılar.

Onlar bu yüce zatı tanıyınca, onun sohbetini dinleyince ona öylesine bağlanmaktaydılar ki bu tariflere sığmaz bir haldi. Şeyh Hazretleri onlara dinlerini öğretecek bir alim göndermeyi teklif ettiğinde onlar bunu hemen kabul etmekte böylece hem Nakşi-Haznevi yoluna girmekte ve hem de dünya ve ahiret saadetini elde etmekte ydiler.

Şeyh Muhammed (k.s.) hazretleri mübarek topraklarda 2005 yılında ramazan ayında geçirmi ş olduğu elim kazadan sonra açıklanan yüce vasiyetnameleri ile kendilerinden sonra yerlerine alim ve mutasavvıf bir zat olan, yüce ahlaki meziyetlerle bezenmiş, engin ve yüce görüşlü, eşşiz insan Şeyh Muhammed Muta’ El-Haznevi’yi halife olarak bıraktılar. Böylece tüm tarikat ve irşad işlerini, müridlerin idare edilip, eğitilmeleri vazifelerini, müslümanların hallerinin ve ahlaklarının iyileştirilmesi görevini, ilmi yayma ve birleştirici olma gibi çok geniş vazifeleri bu yüce şahsiyetin omuzlarına yüklemiş oldular.

Şeyh Muhammed Muta’ (k.s.) bu eşşiz ve yüce ailenin İslam ümmetine sunduğu yeni bir hediyedir. O ilim ve hikmet pınarları ile dolu, irfanın menbağı olan Haznevi Medresesinde yetişmiş, Şeyh Muhammed Haznevi (k.s.) gibi bulunmaz bir alim ve irfan ehli zatın yanında icazet almış bir şahsiyettir. Şeyh Muhammed Haznevi (k.s.) hazretleri, diğer evlatları arasında sadece ona icazet vermiş ve kendi mübarek elleriyle, gözyaşları ile ıslattığı sarıklarını sarmışlardır.

Şah-i Hazna lakabıyla ünlü Şeyh Ahmed Haznevi (k.s.) bir sohbetlerinde

-”‘Büyüklük kıyamete kadar bu kapıdan asla ayrılmayacaktır.’ buyurmuşlardır.

-”Allah (c.c.) kendi emanetini koruyan ve ona ihanet etmeyene ihanet edecek değildir. Kur’an ve sünneti yaşayarak ve bu yüce adaplara uyarak büyüklük elbisesini giyenlere, onlar bu elbiseyi çıkarmadıkları sürece rahmet etmekten geri duracak değildir. Kendi dinini yükselten, bu uğurda her türlü meşakkete katlanan, asla yılmayan, korku duymayan ve gevşemeyen zatları, yüzüstü bırakacak değildir. Onları herkesten üstün ve kimseye yüzsuyu dökmeyen bir hale getirecek ve kendi rahmetini ve hidayetini onlar eliyle dünyaya yayacaktır. Kendi önünde tam bir teslimiyetle eğilen bu zatların önüne, tüm dünyadan insanları toplayıp, önlerinde boyun eğdirecek ve onlar eliyle hidayet dağıttıracaktır. Kendisini bir an dahi unutmayan, ondan asla gafil olmayan bu zatların, şanlarını, ahlaklarını ve suretlerini insanların hafızalarından çıkarmayacak, onları hep düşünmelerini sağlayacaktır. Bu hatırlayışa feyiz ve bereket koyarak,onların makamlarını daha da arttıracaktır.”

 

Devam edecek…

“Tarikat edepten ibarettir. Burada bir tarikatin bir silsilesinin mürşidleri anlatılıyor. Lütfen başka silsilelerden şeyhlerin mürşidlerin adlarını kullanarak yorum yazmayın. Konu özeldir dağılmamalıdır.”