Zekât- 9

10 Kasım 2008 Pazartesi

Kasyan ziyareti (Navala sipi)

2-SALİHLER:

Salihler, Allah u Teala nın iyi kulları, malı bir defada elden çıkarmadılar ve ona güvenmediler. Yanlarında saklayıp, fakirlerin ihtiyaçlarını ve iyilik yapmak, hayır işlemek yollarını gözettiler. Kendilerini fakirlerle bir tuttular. Zekat miktarı vermekle yetinmediler. Yanlarına fakir fukara gelince, onları kendi ev halkından saydılar.

3-İYİ İNSANLAR:

Bunlar, ikiyüz dirhemden; beş dirhemden başka veremediler. Farzı yapmakla yetindiler. Emri severek, beğenerek ve vaktinde yerine getirdiler. Fakirlere hiç minnet etmediler. Bu ise en aşağı derecedir.
Çünkü, Allah u Teâlâ’nın kendisine verdiği ikiyüz dirhem gümüşten, yine onun emri ile beş dirhemi vemeyenin Allah-u Teâlâ’yı sevmekten nasibi yoktur. Beş dirhemden fazla vermeyenin sevgisi gayet basit olup bahil dostlardan sayılır.

İKİNCİ DERECE:

Kalbi bahilliğin, cimriliğn bulaşığından ve pisliğinden temizlemektir.

Çünkü kalpteki bahillik, Allah-u Teâlâ’ya yakınlığa layık olmayan bir pislik gibidir. Bahusus zahirdeki necaset, pislik; insanın namazdan uzak olmasına sebep oluyor. Bahillik pisliği, mal vermedikçe temizlenmez.

Bunun için, bahillik pisliğni silip temizleyen zekat, içerisinde necaset yıkanan bir dere gibidir. Ve yine bunun içindir ki, peygamber efendimiz (S.A.V) ve ehli beytine zekat vermek haramdır. Onun mansabını insanların mallarının kirliliğinden korumuşlardır.

ÜÇÜNCÜ DERECE:

Nimete şükür etmektir. Mal bir nimettir. Çünkü dünyada ve ahrette müminlerin rahat etmesine sebep oluyor. O halde, namaz, hac ve oruç beden nimetin şükrü olduğu gibi; zekat da, mal nimetinin şükrüdür.
Bu nimet sebebiyle kendisinin kimseye muhtaç olmadığını, fakat kendisi gibi zavallı bir Müslümanın zavallı ve muhtaç olduğunu görünce kendi kendine,

-“O da benim gibi Allah-u Teâlâ’nın bir kuludur. Beni ona muhtaç etmeyen ve onu bana muhtaç edene şükür etmeliyim. Onu sevmeliyim. Olmaya ki bu mal benden bir gecede alınır. Şayet kusur edersem, beni onun gibi, onu da benim gibi yaparlar.” Demelidir.

Bu hakikatleri bilenin ibadeti, manasız bir suret olmaktan kurtulur.

Devam edecek…

Kimyay-i Saadet (İmam-i Ğazali)

Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri fakirların hakkı olan zekatı başa kakmadan veren Salih kullarından eylesin. Amin.

Fuad Yusufoğlu

Etiketler: ,

“Zekât- 9” için 1 Yorum

  1. ceylannur diyor ki:

    Lütufları sayıya sığmayan, nimetlerinin arkası kesilmeyen Rab-bimiz’e karşı şükretmek, her Müslümana farzdır.

    Nimetlere şükretmek, onu ikram eden Rezzâkın büyüklüğünü iti­raf etmektir. Bunlara karşı aldırış etmemek ise nankörlüktür.
    Şükür; Allah Teâlâ’nın ihsan ettiği nimetleri dille itiraf ve kalb-le ikrar etmektir.
    Şükür; elden çıkanı avlajran, mevcut olanı bağışlayan manevî bir bağdır.

    Rabbimizin bize olan nimetleri pek çoktur. «Eğer Allah’ın (bun­ca) nimetini birer birer saymak isteseniz (ne mümkin?) Siz (onlan) icmal suretiyle bile sayamazsınız» (1).

    Allah Teâlâ’nın bize olan en büyük nimeti ÎSLÂM DİNÎ’dir. Bu nimet, âhiret hayatının ebedî nimetlerini elde etmeye vesiledir.
    Hallâkımızın bizi insan olarak yaratması, anlamak için akıl, gör­mek için göz, işitmek için kulak ihsan etmesi hep birer nimet değil midir? Eğer bunlar nimet olmasaydı karşılığında şükür emredilir miy­di? Bir âyet-i kerimede, «Şükredesiniz diye size kulaklar, gözler, gö­nüller verdik» (2) buyrulmaktadır.

    Ya bir günde yirmi dört bin defa alıp verdiğimiz ve hayatımızı devam ettirdiğimiz nefesler bir nimet değil midir? Bir ân için bunlar­dan mahrum kaldığımızı farzetsek, gözümüzü kapayıp kulağımızı tı-kasak, nefes olmasak dünya başımıza zindan olur.
    Ya yeyip içtiğimiz şeyler; ekmeği, suyu, eti, sütü ve tuzu ile her biri birer nimet değil midir?

    Bu nimetler, hep Allah’a şükretmek için verilmiştir.

    Bir âyet-i ke­rimede buyruluyor ki:
    «Artık Allah’ın size rızık olarak verdiği şeylerden halâl ve temiz olarak yeyin. Allah’ın ni’metlerine şükredin, eğer ona kulluk edecek­seniz…» (3).

Yorum Yapın