‘Mezheb’ olarak etiketlenmiş yazılar

Mezheb;

07 Ocak 2009

DSC01664  Fuad Yusufoğlu Girnavas mevki-i (Nusaybin)

Girnavas mevki-i (Nusaybin)

Mezheb;

Sözlükte “gidilecek yol, gidilecek yer, görüş, doktrin, akım, gitmek ve takip etmek” gibi anlamlara gelen mezhep, dini bir kavram olarak, kendi içinde tutarlı bir metot ve düşünce sistemine sahip itikadı ve ameli doktrin manasına gelir.

Mezheb kurucusu imâm veya “müctehit”, hüküm çıkarmada kullanılan deliller ile aslı delillerden hüküm çıkarma metotlarını belirleyen kimselerdir.

Bu usül farklılıkları ile bunlara dayalı olarak ortaya çıkan hükümlerdeki farklılıklar mezhebleri oluşturmuştur.

İslam literetüründe mezhebler itikadı mezhebler ve ameli (fıkhı) mezhebler olmak üzere ikiye ayrılır. Tarih sahnesine çıkışı bakımından itikadi mezhebler daha önce olup, oluşmasının arkasında siyasi sebepler yatmaktadır.

Hazret-i Osman (r.a.) in şehadetiyle başlayıp Hazret-i Ali (r.a.) nin Cemel ve sıffın savaşlarıyla devam eden siyası olaylar sonucunda siyası ağırlıklı “Harici” ve “şii” mezhebleri ortaya çıkmıştır. Bir müddet sonra da; fikir yönünden Cebriye ve Mutezile gibi akımlar doğmuştur.

İtikadi mezheblerin ihtilaf noktalarını; hilafet, büyük günah, kader, Allah’ın sıfatları ru’yetullah, insanın fiilleri, husun-kubuh, şefaat, nübüvvet, rızık, ecel gibi konular oluşturmaktadır.

İtikadi mezhebler ehl-i sünnet mezhebleri ve ehhl-i sünnet dışı olmak üzere ikiye ayrılır.

Ehl-i sünnet mezhebleri; Maturidiyye, Eş’ariyye ve Selefiyye’dir.

Ehl-i sünnetin dışındaki itikadi mezheblerden Hariciye, Mutezile, Şia, Mürcia, Müşebbihe, Cebriye ise bunların meşhurlarındandır.

Fıkıh mezheblerin ortaya çıkışı ise, dini sebeplere dayanmaktadır. Hazret-i Peygamber (s.a.v.) döneminde bir ihtilaf söz konusu değildi. Zira problem olduğunda Hazret-i Peygamber (s.a.v.) e sorularak çözümleniyordu.

Hazret-i Peygamber (s.a.v.) den sonra, sahabe ve tabiin döneminden itibaren görüş ayrılığı başlamış, asr-ı saadet’ten uzaklaştıkça da bu ihtilaflar çoğalmıştır.

Bu görüş ayrılıklarının sebepleri şöyle sıralanabilir;

Bir; Kitab ve sünnette geçen bazı kelime ve cümlelerin farklı anlaşılması ve yorumlanması,

İki; Sözün hakikat veya mecaz anlamlarına çekilebilmesi,

Üç; hadislerin bilinmemesi, sıhhat derecesi ve ölçüsü konusundaki farklı telakkiler,

Dört; İçtihat usûl ve gücünün farklılığı,

Beş; Sosyal ve tabii çevrenin tesiri.

Bu sebeplerden kaynaklanan görüş ayrılıkları bulunmakla birlikte, müctehid imâmlar devrine kadar mezheblerden söz edilmemektedir. Her merkezde bir çok âlim ve müctehid bulunmakla, soruları cevablandırmakta ve davaları haletmektedirler. Fakat bunlara izafe edilen bir mezheb yoktur.

Bu devirde, fıkıhın ve fıkıh usulünün tedvin edilmesi, nazarı konularda ictihad edilmeye başlanması, fıkıh mekteblerinin teşekkül ederek münazara ve munakaşaların başlaması gibi sebeplerle mezhebler oluşmuş, bir çok fıkhı mezheb ya da düşünce sistemi ortaya çıkmıştır.

Bunlardan büyük bir bölümü, taraftar bulamadığı için zamanla yok olmuştur. Ancak dört büyük ameli mezheb hala devam etmektedir

Bunlar; Hanefi, Maliki, Şafii, Hanbeli, Mezhebleridir.

Ehl-i sünnet akidesine mensup olanlar bu dört mezhebi benimsemişlerdir. Şiiler ise Caferiliği tercih etmişlerdir.

Dördüncü asra kadar bir kimsenin, dini-ameli hayatında bu mezhebe bağlanmasının gerekliliğini ortaya atan olmamıştır. Tatbikatta, müctehid olmayanlar, herhangi bir müctehid’den meselesinin hükmünü sorar, aldığı fetvaya uyabilir; Fakat artık bütün meselelerini aynı müctehide sorma mecburiyetini hatırına bile getirmezdi.

Âlimler de, mezheb hükümlerine, imanın görüşlerine göre değil, kitab ve sünnet delillerine göre hüküm verirlerdi.

Mezheblerin teşekkülünde bir müddet sonra, içtihad terbiye ve kültürünün değişip zayıflaması, hazır hükümlerin çoğalması, siyası baskı gibi çeşitli nedenlerle mezheb taasubu meydana gelmiştir. Bununla birlikte bir mezhebe bağlılığın lüzumu da gündeme gelmiştir.

Sonra gelen âlimlerden mezheb mukallit ve mutaassıpları, her mükellefin dört mezhebten birine bağlanmasının vecip olduğunu ve mezhebini terk edene ta’zir tatbik edilmesi gerektiğine iddia etmişlerdir. Buna mukabil, diğer bazı usulcüler ise, bir mezhebe bağlanmanın gerekli olmadığını, belki caiz olabileceğini, gerektiğinde o mezhebi bırakıp başka bir mezhebe geçebileceğini kabul etmişlerdir.

Herhangi bir mezhebe bağımlı kalmanın gerekli olmadığını kabul edenler, bunun bir kolaylık, genişlik ve rahmet olduğunu ileri sürmüşler ve Hazret-i Peygamber efendimiz (Sallallahu aleyhi ve sellem) e atfedilen;

-“Ümmetimin ihtilafi rahmettir.” Mealindeki hadis-i deili olarak göstermişlerdir. (Suyuti, el-Cami’us-Sağir, 1/13; Aclüni, keşfu’l-Hafa 1/64)

Diyanet İşleri Başkanlığı yayınları (Dini kavramlar sözlüğü)

Devam edecek…

Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri tam bir imanla ve halis bir akide ile Ahrete gitmeyi nasıb eylesin. Amin.

Fuad Yusufoğlu

Beyaz su dağları (Navala sipi) Nusaybin

İmâm-i A’zam (Ebu Hanife)- Radiyallah-u anh- 13

Mezheb;

Bir müctehidin dini kaynaklardan çıkardığı hükümlerin hepsine denir.

Müctehid âlim tarafından, imanda ve amelde (ibadetlerde ve işlerde) Allah-u Teâlâ’nın rızasına kavuşmaları için Müslümanlara gösterilen yoldur.

Bir müctehidin, islamiyeti kaynaklardan anlamak ve anlatmak hususunda takibettiği usüller ve bu usülere bağlı olarak çıkardığı hükümlerdir.

Mezheb, Lügatte gitmek, takibetmek, gidilen yol ma’analarına gelir.

Genel olarak görüş, doktrin, akım ma’nalarına da kullanılmıştır.

İslâm dininde, iman edilecek şeylerde mezheblere ayrılmak yoktur.

İslamiyet Müslümanlardan Peygamber Efendimiz (Sallallahu aleyhi ve selem) in inandığı ve bildirdiği gibi imân etmelerini istemektedir.

Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi ve selem) bir tek İmân bildirmiştir. Eshab-i Kiram (r.a.) ın hepsi, O’NUN BİLDİRDİĞİ GİBİ İNANMIŞ, i’tikadda (inançta) hiçbir ayrılıkları olmamıştır.

Peygamberimz (Sallallahu aleyhi ve selem) in vefâtından sonra insanlar, İslamiyeti Eshab-i Kiram (r.a.) dan işiterek ve sorarak öğrendiler. Hepsi aynı İman’ı bildirdiler.

Onların Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi ve selem) dan naklederek bildirdikleri bu iman’a “Ehl-i Sünnet İ’tikadı” denilmiştir.

Eshab-i Kiram (r.a.) bu iman bilgilerine, kendi düşüncelerini, felsefecilerin sözlerini, nefsanı arzularını, siyası görüşlerini ve buna benzer başka şeyleri; asla karıştırmadılar.

Eshab-i Kiram, hepsinde kemâl derecede mevcut bulunan Allah-u teâlâ’yı Tenzih ve Takdis etmek, O’nun bildirdiklerini tereddütsüz kabul edip inanmak müteşabih (Ma’nası açık olmayan) ayetlerin te’viline dalmamak… gibi vasıflarıile imanlarını Peygamberimiz (a.s.v.) den işittikleri gibi muhafaza ettiler.

İslamiyetteki iman esaslarını insanlara, soranlara; saf, berrak ve aslı üzere tablığ ettiler, bildirdiler.

Eshab-i Kiram (r.a.) ın Resulüllah (a.s.v.) tan naklen bildirdikleri bu tebliği olduğu gibi, hiçbir şey eklemeden ve çıkarmadan kabul edip, böylece inanıp, onların yolunda olanlara “Ehl-i Sünnet vel cemaat” fırkası, bu doğru ve asıl (hakiki) İslamiyet yolundan ayrılanlara da Bid’at fırkaları (dalalet fırkaları, bozuk-sapık yollar) denildi)

Allah-u teâlâ, bütün Müslümanlardan tek bir iman istemektedir. İslamiyette, İmân’dan, i’tikadda tefrikaya, ayrılığa izin verilmemiştir.

Resullullah (a.s.v.) inandığı ve bildirdiği ve Eshabi kiramın naklettiği gibi iman eden Müslümanlara “Ehl-i sünnet ve’l-cemat” veya kısaca “Sünni” denir. SÜNNİ MÜSLÜMANLARA, MEZHEB İMÂMİ OLAN BÜYÜK İSLÂM ÂLİMLERİ tarafından Kur’an-i kerim ve hadis-i şeriflerde hükmü açıkça bildirilmemiş olan ba’zı ibadetlerin ve günlük muamelelerin tarifinde ve yapılışında gösterilen ve Allah-u Teâlâ’nın rızasına kavuşturan yollara ameli mezhebler denilmiştir.

Mezheb İmâm-i olan büyük İslam âlimlerinin aralarındaki böyle ictihad ayrılıklarına dinin sahibi izin vermiş ve bu hal her zaman ve her yerde Müslümanların islamiyete dosdoğru uymalarını temin ederek Müslümanlar için rahmet olmuştur.

Nitekim Hadsi-i şerifte;

-“Âlimlerin mezheblere ayrılması rahmettir.” Buyurulmuştur.

Devam edecek…

İslam âlimleri ansiklopedisi

Allah-u Teâlâ hazretleri (c.c.) Bizleri ve sizleri İmâm-i A’zam Ebû Hanife hazretleri (Radiyallah-u anh) hurmetine günahlarımızı afv eylesin. Amin

Fuad Yusufoğlu

Navala sipi (Nusaybin)

İmâm-i A’zam (Ebu Hanife)- Radiyallah-u anh- 14

İmâm-i Â’zam (r.a.) Seyyid Muhammed Bakır (r.a.) ile görüştüklerinde, Muhammed Bakır (r.a.), İmâm-i Â’zam (r.a.);

-“Sen, Ceddim Resulullah (Sallallahu aleyhi ve selem) ın dinini kıyasla değiştiriyormuşsun?” deyince

İmâm-i Â’zam (r.a.);

-“Allah korusun, böyle şey nasıl olur? Layık olduğunuz makama oturunuz. Benim size hürmetim var.” Dedi.

Bunun üzerine Muhammed Bakır (r.a.) oturunca, İmâm-i Â’zam (r.a.) da onun önünde diz çöktü ve aralarında şu konuşma geçti.

İmâm-i Â’zam (r.a.) şöyle dedi.

-“Size üç sualım var, cevap lütfediniz?”

İmâm-i Â’zam (r.a.);

Birincisi;

-“Kadın mı daha zayıftır, erkek mi?” diye sordu

Muhammed bakır (r.a.);

-“Kadın daha zayiftır.” Dedi

İmâm-i Â’zam (r.a.);

-“Kadının mirasda hissesi kaç?” dedi.

Muhammed Bakır (r.a.);

-“Erkek iki hisse, kadın ise bir hisse alır.” Dedi.

İmâm-i Â’zam (r.a.);

-“Bu Ceddin Resulullah (s.a.v.) kavli değil mi? Eğer ben bozmuş olsaydım, erkeğin hissesini bir kadınınkini iki yaprdım. Fakat ben kıyas yapmıyorum, nass’la (ayet ve hadis ile) amel ediyorum.

İmâm-i Â’zam (r.a.);

İkincisi;

-”Namaz mı daha faziletli, yoksa oruç mu?”

Muhammed bakır (r.a.);

-“Namaz daha faziletli,” diye cevab verdi.

İmâm-i Â’zam (r.a.);

-“Eğer ben ceddin (a.s.v.) nin dinini kıyasla değiştirseydim, kadın hayızdan temizlendikten sonra, namazını kaza etmesini söylerdim. Orucu kaza ettirmezdim. Fakat ben kıyasla böyle bir şey yapmıyorum.” Dedi.

İmâm-i Â’zam (r.a.);

Üçüncüsü;

-“Bevil mi daha pis, yoka meni mi?” dedi.

Muhammed bakır (r.a.);

-“Bevil daha pisdir.” Diye cevap verdi.

İmâm-i Â’zam (r.a.);

-“Eğer ben Ceddin (s.a.v.) nin dinini kıyasla değiştirseydim bevil’den sonra gusül, Meni’den sonra abdest almasını bildirirdim. Fakat ben hadis’e aykırı rey kullanarak, kıyas yaparak, Resulullah (s.a.v.) in dinini değiştirmekten Allah-uTeâlâ’ya sığınırım. Böye şey’den beni Allah korusun.” Dedi.

Nass; (Kitabda ve sünnetden delil) olan yerde kıyas yapmadığını, delili bulunmayan mes’eleleri, delili bulunan mes’elelere benzeterek kıyas yaptığını söyleyince, Muhammed Bakır (r.a.) onu kucaklayıp alnından öptü.

Devam edecek…

İslam âlimleri ansiklopedisi

Allah-u Teâlâ hazretleri (c.c.) Bizleri ve sizleri İmâm-i A’zam Ebû Hanife hazretleri (Radiyallah-u anh) hurmetine günahlarımızı afv eylesin. Amin

Fuad Yusufoğlu

Girnavas mevki-i (Nusaybin)

İmâm-i A’zam (Ebu Hanife)- Radiyallah-u anh- 16

Vefati;

İmâm-i Â’zam (r.a.), Ömrünün son yıllarında ABBASİ DEVLETİ İÇİNDE KARIŞLIKLIKLAR VE AYAKLANMALAR BAŞ GÖSTERDİ.

İmâm-i Â’zam (r.a.) bu karışıklıklara rağmen ders veriyor, talabelerini yetiştiriyordu. 145 (M. 762) yıllarında vukû bulan hadiselerden sonra Halife Mansur, onu küfe’den Bağdad’da getirterek, kendisinin haklı olarak halife olduğunu herkese bildirilmesini, buna karşılık Temyiz reisliğini verdiğini bildirdi.

İmâm- i Â’zam (r.a.) bütün zorlamalara rağmen hükümet ve siyaset işlerine aslâ karışmayıp ilim yolunda kalmak istediğinden bu teklifi kabûl etmedi.

Bunun üzerine, halife Mansur, İmâm-i Â’zam (r.a.) ı hapsettirip işkence yaptırdı. Bir müddet sonra çıkardı ise de, tekrar hapse attırdı ve işkenceye devam ettirdi.

Hergün vurulacak sopa adedini artırdı. Fakat halkın galeyana gelip hücüm etmesinden korktu. Nihayet İmâm-i Â’zam (r.a.) zehirlenmek suretiyle, hicri 150 senesinde (M. 767) Yetmiş yaşında iken şehidedildi.

Vefat ettiği yerde Kur’an-i Kerimi yedi bin kere hatim etmişti. Vefat ederken secde etti. Vefat haberi duyulduğu her yerde büyük üzüntü ve gözyaşıyla karşılandı.

Cenazesini Bağdat kadisi Hasan bin Ammare (r.a.) yıkadı.

Yıkamayı bitirince şöyle dedi;

-“Allah-u Teâlâ (c.c.) sana rahmet eylesin! OTUZ SENEDİR GÜNDÜZLERİ ORUÇ TUTTUN. KIRK SENE GECE SIRTINI YATAĞA KOYUP UYUMADIN. EN FAKIHIMIZ SEN İDİN! İÇİMİZDE ENÇOK İBADET EDENİMİZ SEN İDİN.

Cenazesinin kaldırılacağı sırada Bağdad halkı oraya toplanıp o kadar büyük büyük kalabalık olmuştu ki, cenaza namazını kılanlar ellibin kişiden fazla idi. Gelenler çok kalabalık olduğundan cenaza namazını ikindiye kadar kılındı. Altı defa cenaza namazı kılındı.

Sonuncusunu oğlu Hammad (r.a.) kıldırdı. Bağdad’da hayzeren kabristanının doğusunda defnedildi. İnsanlar günlerce kabrinin başında toplanıp ona dua ettiler. Vefatından dolayı çok üzüldüler.

İmâm-i Şafi-i (r.a.) nın hocasının hocası İbni Cerihe (r.a.) İmâm-i A’zam (r.a.) ın vefat ettiğini duyunca istirca âyetini (İnna lillah…) okuyup

-“(Ya’ni ilim gitti deseniz ya!”) buyurdu.

Büyük âlimlerden Şu’be (r.a.) ye vefat haberi ulaşınca, o da,

-“(İlim ışığı söndü, ebediyen onun gibisini bulamazlar.”) dedi.

Vefatindan sonra çok kimseler onu ru’yasında görerek ve kabrini ziyaret ederek, onun şa’nının yüceliğini dile getiren şeyler anlatmışlardı.

İmâm-i Şafi-i (r.a.) buyurdu ki;

-“EBÛ HANİFE İLE TEBERRÜK EDİYORUM. ONUN KABRİNİ ZİYARET EDİP FAYDALARA KAVUŞUYORUM. BİR İHTİYACIM OLUNCA İKİ REK’AT NAMAZ KILIP, EBÛ HANİFE (R.A.) NİN KABRİNE GELEREK ONUN YANINDA ALLAH-U TEÂLA’YA DUA EDİYORUM VE DUAM HEMEN KABUL OLUP İSTEKLERİME KAVUŞUYORUM.”

Devam edecek…

İslam âlimleri ansiklopedisi

Allah-u Teâlâ hazretleri (c.c.) Bizleri ve sizleri İmâm-i A’zam Ebû Hanife hazretleri (Radiyallah-u anh) hurmetine günahlarımızı afv eylesin. Amin

Fuad Yusufoğlu