‘İbn-i Battûta’ olarak etiketlenmiş yazılar
Balıklı Göl (Şanlı Urfa)
İbn-i Battûta (Ebû Abdullah Muhammed Tanci) Radiyallah-u anhu;
Mâliki mezhebi fıkıh âlimi, seyyâh. İsmi Muhammed bin Abdullah bin Muhammed bin İbrahim’dir. Ebû Abdullah künyesini aldı. 703 (M. 1303) yılında Kuzey-Batı Afrika (Fas) şehirlerinden Tanca’da doğdu. Doğum yerine nisbetle “Tanci” denildi.
Yirmiiki yaşına kadar ilim tahsili ile meşgül oldu. Daha sonra yirmidokuz sene dünyanın çeşitli yerlerine seyahatlerde bulundu. Memleketine dönüp bir müddet yaşadıktan sonra doğum yeri olan Tanca’da 770 (M. 1386) senesinde vefat etti.
İbn-i Battûta (r.a.), küçük yaşta ilim tahsiline başladı. Temel din bilgilerini ve âlet (yardımcı) ilimleri öğrendi. Arabi ilimler ver Mâliki mezhebi fıkıh bilgilerinde âlim oldu.Tonca’da tahsilini tamamladıktan sonra, yirmiiki yaşında iken hac yapmak maksadıyla memleketinden ayrıldı.
Bu yolculuğunda, uğradığı yerlerdeki camileri, medreseleri ve türbeleri ziyaret edip halka vaz ve nasihat etti. Gittiği her beldenin ileri gelenleriyle tanışıp alaka ve iltifat gördü. Böylece onda, İslâm memleketlerini gezmek hevesi uyandı. Bu maksadla yirmidokuz yıl süren üç ayrı seyahate çıktı.
İlk seyahatınde Mısır, Süriye, Anadolu, İran, Irak, Hicaz, Türkistan, Orta Asya, Çin, Hindistan, Sumatra ve daha birçok ülkeleri gezdi ve yirmibeş yıl sonra, vatanı olan Tanca’ya döndü.
Bir süre sonra ikinci seyahatıne çıkarak, İspanya’daki Endülüs İslâm ülkelerini ve Fransa’nın bazı yerlerini gezdi.
Daha sonra üçüncü seyahatıne çıkıp, Büyük Sahra, Sudan,Orta ve Kuzey Afrika ülkelerini dolaştı. Bütün ömrünü seyahatle geçirip, o vakitteki vasıtalarla yapılması imkansız sayılacak kadar uzun seyahatler yaparak, Müslümanlar ve Müslümanlıkla irtibatı olan bütün memleketleri gezdi.
Oraların tarihi, coğrafi, etnik ve kültürel durumları hakkında malumat ve bilgi sahibi oldu. Gittiği yerlerde; kadılık, elçilik gibi vazifeler de ifâ etti.
İbn-i Battûta (r.a.), dolaştığı her yerde ülkenin hekimleri, ileri gelenleri ve her tabakadan kimse ile tanıştı. Onların âdetlerini, törelerini, yaşayışlarını, yediklerini, içtiklerini çok ince bir şekilde tesbit etti. Hükümdarların, makam sahiplerinin anlaşmazlıklarına ait önemli bilgileri not etti.
Seyahatleri sonunda vatanı Tanca’ya döndüğünd, tuttuğu notları, görüp işittiği mühim hâdiseleri, Fas Merini Sultanı Ebû İnan’ın arzusu üzerine, Katib İbn-i Cevziye anlattı. İbn-i Cezvi, bazı tarihi eksiklikleri de ilave ederek, eseri 756 (M. 1355) yılında tamamladı. “Tuhfet-ün-nüzar fi garaib-il-emsal ve acaib-il-esfaâr” adı verilen ve kısaca “Rıhle” veya “Seyahatname” diye bilinen eser, Sultan Ebû İnan’a takdim edildi.
Memleketimizde İbn-i Battûta Seyahatnamesi adıyla da tanınan bu eser, yazıldığı asrın İslâm ülkeleri ve diğer ülkelerin tarihi, Coğrafyası, Folklor ve Etnolojsi, dini, içtimâi ve ilmi durumu hakkında kıymetli, sağlam ve aydınlatıcı bilgiler vermiş, Hint fakirlerinden, Anadolu ahi’lerinden, İran’daki Batinilik hareketinden bahsetmiştir.
Ayrıca, görüp işittiği bazı âlim ve veliler, meşhur ziyaretgâhlar hakkında menkıbeler ve kısa biyografik bilgiler de vermiştir.
İslam âlimleri ansiklopedisi
Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri Fıkıh âlimi veli olan Seyyah İbn-i Battûta (Radiyallah-u anhu) yüzü suyu hürmetine günahlarımızı aff eylesin. Amin.
Fuad Yusufoğlu
Balıklı göl (Şanlı Urfa)
İbn-i Battûta (Ebû Abdullah Muhammed Tanci) Radiyallah-u anhu – 2
Bütün bu özellikleri sebebiyle, Seyahatnamesi, ortaçağ İslâm dünyasının sosyo-kültürel seviye ve yapısına büyük ölçüde ışık tutan mühim eserelerden biri olarak kabul edilmiştir.
İbn-i Battûta (r.a.) nın Seyahatnamesi Osmanlı sultanlarından Beşimci Mehmed Reşâd Hân’ın kâtiblarından Muhammed Şerif Paşa tarafından Türkçeye çevrilerek, iki cild hâlinde basılmıştır.
Fransızcaya çevrilerek Arabça metni ile birlikte dört cild halinde Paris’te yayınlanan bu eser, Arapça metni esas alınarak Mısır’da bastırılmıştır.
İbn-i Battûta (r.a.), eserinin çeşitli bölümlerinde, gezmiş olduğu İslâm memleketlerinde görüp işittiği evliyanın kerametlerinden de bahsetmektedir
Bunlardan biri şöyledir;
-“Ebü’l-Hasen Şâzili (r.a.), her sene hac ibâdetini yapmak için Mekke’ye gider, Peygamber efendimiz (Sallallahu aleyhi ve selem) in kabr-i şerifini ziyaret ederdi. Yine böyle bir seferinde, Mısır üzerinden Mekke’ye gitti. Hac ibadetini yaptı. Peygamber nefendimiz (Sallallahu aleyhi ve selem) in kabr-i şerifini ziyaret etti.Her ân için ölüme hazır olduğundan, öldüğü zaman lazım olacak eşyayı da yanında taşırıdı. Bu seferinde de yanında; cenazesi yıkanırken su dökmek için bir ibrik, kefenine sürülmek için güzel koku ve mezarını kazmek için küçük bir kazma vardı.”
Hizmetçisi dayanamayıp birgün;
-“Efendim bunları ne için kendine yük edersin?” diye sual etti.
Tebessüm buyurup;
-“Humeysira’da göreceksin.” Dedi.
-“Mısır’da Humeysira’ya vardıkları zaman, Ebü’l-Hasen Şâzili (r.a.) gusl abdesti alıp iki rek’at namaz kıldı. Namazın son secdesinde, temiz ruhunu Mevlâsına teslim eyledi. Yanında taşıdığı ibrikten istifade ile cenazesi yıkandı. Kokular kullanıldı. Kazmasıyla da mezarı kazılıp, vefat ettiği yerde hiç kimseye muhtaç olmadan defnedildi. Humeysira’dan geçerken, o mübarek zâtın kabr-i şerifini ziyaret etmekle şreflendim.”
-“Mekke-i mükerremede kalıp ibadet etmekle şereflendiğim günlerde, Muzafferiyye Mederesesinde ikamet ettim. Bir gece ruyamda Resulallah efendimiz (Sallallahu aleyhi ve selem) i gördüm. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve selem) Muzafferiyye Medresesinin Kâ’be-i muazzamaya bakan bir penceresinde oturmuş, insanlar da tek tek gelerek onunla müsafeha edip, ona biât ediyorlardı. Ebû Abdullah Halil isminde bir âlim de o’na (s.a.v.) biât edenler arasındaydı. O zatın üzerinde pamuklu bir kumaştan yapılmış, nisbeten kısa ve beyaz bir elbise vardı.”
Elini Resulullah (Sallallahu aleyhi ve selem) in elinin içine koymuş, Resulullaha Hitaben!
-“Sana şu şu… hususlarda biat ediyorum.” Diye saydıktan sonra,
İslam âlimleri ansiklopedisi
Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri Fıkıh âlimi veli olan Seyyah İbn-i Battûta (Radiyallah-u anhu) yüzü suyu hürmetine günahlarımızı aff eylesin. Amin.
Fuad Yusufoğlu
Balıklı göl (Şanlı Urfa)
İbn-i Battûta (Ebû Abdullah Muhammed Tanci) Radiyallah-u anhu – 3
En son olarak;
-“Evime sığınan hiçbir miskini (bir günlük yiyeceği olmayan) ve hiçbir kimseyi red etmemek üzere sana biat ediyorum.” Dedi.
Ben onun bu sözüne;
-“Bu nasıl söyler? Mekke, Yemen, Irak, Acemistan, Mısır, ve Şam memleketlerinde birçok miskin var. Bunların Hepsine bakmayı nasıl taahhüt edebiliyor?” diye düşünüp hayret ettim.
-“Ertesi gün sabah namazından sonra, Ebû Abdullah Halil ismindeki o âlimi görüp rüyamı anlattım. Üstünde rüyada gördüğüm elbise vardı. Benim anlattıklarımı duyunca çok sevinip sevincinden ağladı.”
Sonra;
-“Bu elbiseyi, Salih bir zât, dedeme hediye etmiş, ben de bereketlenmek için giyiyorum.” Dedi.
-“Bu hadiseden sonra o zatın, kendisinden bir şey isteğeni geri çevirdiği kendisine sığınanı redettiği görülmedi. O hizmetçilerine hergün ikindi namazından sonra sofra kurdurur, gelen herkese yemek yedirip, ekmek vermelerini emrederdi.”
-”Zaten Mekkeliler günde bir vakit, yani ikindi vakti yemek yerler, başka zaman canları bir şey istediği zaman hurma ile yetinirlerdi. Bunun için de, bedenleri sıhhatlı olur, hastalıkları az olurdu.”
Makam-ı İbrahim;
-“Kâ’be-i muazzamanın kapısı ile rükn-i Irakı arasında; uzunluğu 12 karış, genişliği bunun yarısı kadar, yerden yüksekliği iki karış kadar olan bir yerdir. İbrahim Aleyhis selam zamanında konulmuştur. Resulullah efendimiz (Sallallahu aleyhi ve selem), şimdi namaz kılınan yere yerleştirdi. Böylece havuza benzer bir yer kaldı. İnsanların namaz kılmak için birbirleri ile yarıştığı yerdir.”
-“Makam-ı İbrahim aleyhis selam’ın yeri, Kâ’be-i muazzamanın kapısı ve rükn-i Irakı arasındadır. Kâ’be-i muazzama yıkandığı zaman, suyu bu makamdan dökülürdü. O makam, Kâ’be-i muazzamanın kapısına meyillidir. Üzerinde bir kubbe ve altında bir muhafaza vardır. Muhafaza, içine insanın eli girdiği zaman parmaklarının ulaşabileceği bir boşluk bulunan demir bir kafestir. Kafes kilitlidir. Tavaf yapılınca, iki rek’at namaz kılınacak bir yer vardır.”
-“Resulullah (Sallallahu aleyhi ve selem) Mescid-i harama girdiği zaman, Kâbe-i muazzamaya geldi. Yedi defa tavaf etti. Sonra Makam-ı İbrahime geldi, selam verdi”
ve;
-“Vettehizu min makam-ı İbrahime musalla” Bakara suresi 125 ayet-i kerimeyi okudu, arkasından iki rek’at namaz kıldı Biz de O’nun gibi yaptık.”
İslam âlimleri ansiklopedisi
Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri Fıkıh âlimi veli olan Seyyah İbn-i Battûta (Radiyallah-u anhu) yüzü suyu hürmetine günahlarımızı aff eylesin. Amin.
Fuad Yusufoğlu
Balıklı göl (Şanlı Urfa)
İbn-i Battûta (Ebû Abdullah Muhammed Tanci) Radiyallah-u anhu – 4
Zemzem kuyusu;
-“Zemzem kuyusunun kubbesi, Hacer-ül-Esved hizasına tekâbül eder. Hacer-ül-Esved ile Zemzem arasında 24 adım mesafa vardır. Makam-ı İbrahim, Zemzem kuyusunun sağında, köşesine 10 adım uzaklıktadır. Zemzem kuyusunun kubbesinin içi beyaz mermerlerle döşenmiş ve kubbenin ortasında Zemzem kuyusu aydınlatılmıştır. Kâ’be-i muazzama duvar tarafına meyillidir. Kuyu kurşunla kaplanmış, mermerden örülmüştür. Çevresi 40 karış, yerden yüksekliği 4,5 karıştır. Kuyunun derinliği onbir adam boyudur. Anlatıldığına göre, kuyunun suyu her Cuma gecesi ziyadeleşir. Zemzem kuyusunun kubbesinin kapısı doğu taraftadır. Kubbenin içinde, genişliği bir karış ve derinliği bir karış, yerden yükseklığı beş karış olan bir şadırvan vardır. Oradan abdest için su doldurulur, etrafında abdest alan kişilerin oturabileceği oturaklar vardır.”
-“Zemzem kuyusundan su içirme vazifesi Abbas (r.a.) a verilmişti. Su içilen yerinin kapısı kuzeye bakar, orada Zemzem suyunun doldurulduğu ”Devrak” denilen kuluplu testiler vardır. O testilerden soğutulan sular, su içmek için gelen Müslümanlara ikrâm edilmektedir.”
“-Zemzem kuyusu yakınlarında Harem-i şerife ait kitablar ve Mushaf-ı şeriflerin saklandığı bir yer de vardır. Orada Resulullah efendimiz (Sallallahu aleyhi ve selem) in vefatından onsekiz sene sonra Zeyd bin Sâbit (r.a.) tarafından yazılmış olan Mushaf-ı şerif de vardır. Mekkeliler, şiddetli bir kuraklık veya kıtlık olduğu zaman bu Mushaf-ı şerifi çıkarırlar. Kâ’be-i muazzamanın kapısını açarlar, onu kâ’be-i muazzamanın eşiğine, makam-ı İbrahim’e koyarlar, insanlar boyunlarını bükük, duâ hâli ve tazarru içerisinde Mushaf-ı şerfi ve makam-ı şerif ile tevessül ederlerdi. Yani bu Mushaf-ı şerifler ve Kâ’be-i muazzama hümetine Allah-ü teâlâ’dan yağmur isterlerdi. Allah-ü teâlâ duâlarını kabul edip, isteklerine kavuşuncaya kadar oradan ayrılmazlardı.”
Mekke-i mükerremede ziyaret etmekle şereflendiğimiz dağlardan biri Ebû Kubeys dağıdır. Mekke’nin kuzey doğusunda olup, şehre en yakın dağdır. Kâ’be-i şerifteki Hacer-ül-Esved köşesinin karşısına tekabül eder. Ebû Kubeys dağının en yüksek yeinde bir mescid, imâret ve tekke vardır. Memlüklu sultanı Melik Zâhir zamanında Harem-i şerif çevresi tamir ve imar edilirken, buradaki binalar da tamir edilip güzleştirilirdi.
Ebû Kubeys dağı, Allah-ü teâlâ’nın ilk yarattığı ve Nuh tufanı esnasında, üzerine Hacer-ül-Esved’i emanet ettiği dağdır. Kureyşliler, İslamiyetten öncki cahiliyet zamanlarında oraya “Emin” adını vermişlerdi. Çünkü o, kendisine emanet edilen, Hacer-ül-Esved’i, İbrahim Aleyhis selam’a teslim etmişti. Hatta Adem Aleyhis selam’ın kabrinin de bu dağda olduğu rivayet edilmektedir. Peygamber efedimiz (Sallallahua leyhi ve selem) in, şakk-ul-kamer (Ayın ikiye ayrılıp bir müddet sonra birleşmesi) m’ucizesi de bu dağda vuku bulmuştu.”
Kuaykıan ve Kızıldağ ve Hira dağını da ziyaret etmekle şereflendik. Hira dağı, Mekke-i mükerremenin kuzeyinde, beş-altı kilometre kadar uzaktadır. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve selem), Peygamberlik gelmeden önce hep orada ibadet ederdi. Cebrail Aleyhis selam, Resulullah (a.s.v.) a ilk vahyi orada getirdi. Vahyin ilk gelişi esnasında, Resulullah (s.a.v.) ın altında Hira dağı titredi.”
İslam âlimleri ansiklopedisi
Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri Fıkıh âlimi veli olan Seyyah İbn-i Battûta (Radiyallah-u anhu) yüzü suyu hürmetine günahlarımızı aff eylesin. Amin.
Fuad Yusufoğlu
Balıklı Göl (Şanlı Urfa)
İbn-i Battûta (Ebû Abdullah Muhammed Tanci) Radiyallah-u anhu – 5
Resulullah (Sallallahu aleyhi ve selem);
-“Sabit ol! Sana ne oluyor?” buyurdu.
-“Sevr dağını da ziyaret etmekle şereflendik. Sevr dağı, Yemen yolu üzerinde, Mekke’den beş-altı kilometre uzaklıkta bir dağdır. Resulullah (s.a.v.) ile Ebû Bekr-i Sıddık (r.a.) ın, Mekke’den Medine’ye hicretleri esnasında kaldıkları mağara, Sevr dağındadır.”
Ezraki eserinde; Sevr dağının, Resulullah (s.a.v.) a;
-“Bana gel! Ey Muhammed bana! Senden önce yetmiş Peygamberi ben misafir ettim.” Diye nida ettiğini bildirmektedir.
-“Resulullah (s.a.v.) ve Ebû Bekr-i Sıddık (r.a.) mağaraya girince, dağ sakinleşti. Örümcek gelip, mağaranın ağzını ördü. Güvercin hemen bir yuva yaptı. Allah-ü teâlâ’nın izniyle oraya yumurtladı. Müşrikler, iz sürücülerinin yardımıyla mağaraya kadar geldiler.”
Örümceği ve güvercin yuvasını gördüler;
-“İzler burada bitiyor, fakat bu mağaraya da kimse girmiş olamaz.” Dediler.
-“Daha sonra da geri dönüp gittiler. Müşriklerin, mağaranın ağzına geldikleri sırada, onların kendi aralarındaki konuşmalarını duyan Ebû Bekr (r.a.);
-“Ya Resulullah (s.a.v.) bizi görürler.” Dedi.
Resulullah (Sallallahu aleyhi ve selem);
-“Buradan çıkarız.” Buyurup, mubarek eliyle diğer tarafı gösterdi.
-“Allah-ü teâlâ’nın izniyle işaret buyurulan yerde bir kapı açıldı.”
-“Müslümanlar, bu mübarek yeri ziyaret için geliyorlar. Mağaranın içine, Resulllah (s.a.v.) ın girdiği kapıdan girip ziyaret ederek bereketleniyorlar. Ziyaretçilerden biri içeri girince, bir diğeri dışarıda hazırlanıyor, öbürü çıkmadan içei girmiyor. Çünkü mağaraya, bir kişinin bile belini bükmeden girmesi mümkün değil. İçeri girmek için bekleyenler, daha önce mağaranın önünde namaz kılıyorlar.”
Medine-i münevveredeki ziyaretlerimiz;
-“Mescid-i Nebevi’ye girip, Bâb-üs-Selam’da Resulullah (Sallallahu aleyhi vesellem) a selam vererek durduk. Resulullah (s.a.v.) in minberi ile kabri şerifi arasındaki Revda-i mütahharaya ulaştık. Resulullah (s.a.v.) a inleğen ağacın parçasını selamladık. Daha sonra günahkar ve isyankarların şefâatçisi, evvelkilerin ve sonrakilerin efendisi Resuluallah (s.a.v.) ı selamladık. En yakın dostu ve arkadaşı Hazret-i Ebû Bekr ve Hazreti Ömer (r.anhüm) e selam verdik. Bu ziyaretten içimize öyle bir mutluluk ve saâdet doldu ki, bu büyük nimetleri veren Allah-ü teâlâ’ya şükr ettik.”
İslam âlimleri ansiklopedisi
Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri Fıkıh âlimi veli olan Seyyah İbn-i Battûta (Radiyallah-u anhu) yüzü suyu hürmetine günahlarımızı aff eylesin. Amin.
Fuad Yusufoğlu
Balıklı göl (Şanlı Urfa)
İbn-i Battûta (Ebû Abdullah Muhammed Tanci) Radiyallah-u anhu – 6
-“Kasiyun’da gördüklerimden bazıları; Kasiyun, Şam şehrinin kuzeyinde bir dağdır. O dağın eteğinde Salihiyye şehri vardır. Salihiyye Peygamberler beldesi olduğu için mübarek bir şehirdir. Gördüklerimden biri, İbrahim Aleyhis selamın doğduğu mağaradır. O mağara, uzun, dar ve üzerinde büyük bir mescid bulunan bir yerdir. Orada büyük bir manastır vardır. Bu mağaradan, yıldız, ay ve güneş görünür. O mağaranın üst taraflarında, İbrahim aleyhis selamin çıktığı makam vardır.”
-“Garbda gördüklerimden birisi de, “Kan mağarası” dır. O mağaranın bulubduğu dağın üzerinde, Adem aleyhis selam’in oğlu Habil’in kanı vardır. Allah-ü teâlâ, onu taş üzerinde kırmızı bir iz olarak muhafaza buyurdu. Orası, Kabil’in Habil’i öldürüp sakladığı mağaradır.”
-“Nakl olunur ki; Bu mağarada ; İbrahim (a.s.), Musa (a.s.), İsa (a.s.), Eyyüb (a.s.), ve Lut (a.s.) namaz kılmışlardır. Onun üzerinde merdivenle çıkılan sağlam bir mescid vardır. Orada her Perşembe ve Pazartesi günleri açılan, misafirlerin kalabileceği evler ve mağarada yakılan kandil ve lambalar vardır.”
-“Orada gördüklerimden biri de; dağın en yüksek noktasındaki mağaradır. Adem Aleyhis selam’e nisbet edilir. Açlık mağarası olarak bilinir. Üzerinde bir mescid yapılmıştır. Yetmiş Peygamber (a.s.) den her biri, kuru ekmek, yiyerek bu mağarada kalmışlar. Biri vefat edince, bir diğer yerine geçmiştir. Buradaki mescide mağarada, gece gündüz yakılan kandiller vardır. Buranın bakılması ve gelip gidenlere hizmet için çeşitli vakıflar vardır.”
-“Ferâdis kapısı ile Kasiyun dağı arasında yediyüz ve yetmişbin Peygamberin medfun olduğu söylenir. Ayrıca şehrin dışında Salihlerin ve Peygamberlerin medfun olduğu eski bir mezarlık vardır.”
İnb-i Battûta (r.a.), Seyahatnâmasinde, Anadolu’daki ahilerden şöyle bahsetmektedir;
-“Ahi; kardeş, Ahilik de kardeşlik manasındadır. Ahiler, Anadoıluya yerleşmiş bulunan Türkmenlerin yaşadıkları heryerde; şehir, kasaba ve köylerde bulunmaktadırlar. Bunlar sanat sahibi kimseler olup, geçimlerini temin etmek üzere bir meslekte çalışanlardan meydana gelen ve bibirleriyle yardımlaşan bir topluluktur. Memleketlerine gelen yabancıları karşılayan, onlarla ilgilenerek bütün ihytiyaçarını temin eden ve haksızlıkları önleyen kimseledir. Bunların eş ve örneklerine dünyanın hiçbir yerinde rastlamak mümkün değildir. Anadolu’da bir şehre girdiğiniz sırada, çarşıdan geçerken dükkanlardan çıkan bir kısım insanlar, bindiğimiz hayvanları çevirerek yularından aldılar. Bir başka grup ise, bunları durdurarak, onlar da hayvanlarımızın yularından tuttular. Birbirleriyle çekişmeye başladılar. Aralarında çekişme uzayınca, konuştuklarını da anlıyamadığımızdan korkmaya başlayıp, malımıza ve canımıza kasdettiklerini zanettik. Nihayet Arabça bilen, hacca gitmiş bir adam yanımıza geldi.”
Ona, bu adamların bizden ne istediklerini ve aralarında niçin anlaşmazlık çıktığını sordum.
-“Bunlar Ahi’lerdir.” Dedi.
İslam âlimleri ansiklopedisi
Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri Fıkıh âlimi veli olan Seyyah İbn-i Battûta (Radiyallah-u anhu) yüzü suyu hürmetine günahlarımızı aff eylesin. Amin.
Fuad Yusufoğlu
Balıklı göl (Şanlı Urfa)
İbn-i Battûta (Ebû Abdullah Muhammed Tanci) Radiyallah-u anhu – 7
-“Bizimle ilk karşılaşan Ahi Sinan’ın yoldaşları, sonra gelenler de Ahi Tuman’ın yoldaşları imiş. Meğer bizi misafir etmek için çekişmişler. Nihayet işi kur’a çekmek yoluyla haletmeye karar verip, kur’a çektiler. Kur’a, Ahi Sinan takımına düşünce, bizi misafir etmek üzere tekke’lerine götürdüler. Çok izzet ve ikramda bulundular. Ertesi akşam da Ahi Tuman’ın adamları gelip bizi misafirliğe götürerek ikramda bulundular. Her iki tarafta da Kur’an-ı kerim okundu, hoş sohbetler oldu. Tekke’lerinde bir müddet kaldıktan sonra, büyük bir memnuniyetle ayrılıp seyahatimize devam ettik.”
1320 yılında Nusaybin’e gelen Arap Coğrafyacısı İbn-i Batuta (Allah ondan razı olsun) Seyahatnamesınde:
-“Büyük bölümünde kalıntıların bulunduğu geniş ve verimli bir ovada bulunan orta büyüklükte eski bir kent olarak tanımladığı Nusaybin Hakkında şunları yazmıştır.”
-“Akarsuları bulunan geniş bir ovada bulunmaktadır. Bakımlı bostanları, düzgün korulukları, meyveleri vardır. Burada elde edilen Gülsuyu’ nun gerek koku, gerek nefaset bakımından benzeri yoktur.”
-“Bir nehir, şehri bilezik gibi çevirir. Bu ırmak; civarındaki dağlarda bulunan bir kaynaktan çıkar; Kanallara ayrılarak bostanları sular. Kanallarden biri şehir içine girerek bahçeleri, evleri dolaşır. Camı avlusundan geçerek iki havuza akar. Havuzlardan biri avlunun ortasında, öteki ise doğu kapısındadır. Şehirde bir hastane, iki medrese ve değirmenler vardır.”
-“Halkı dindar, doğru sözlü, emanete hiyanet etmeyen kimselerdir.”
İbni Batuta (Arap çoğrafyacısı) -1-
İbn-i Battûta (r.a.), Şam’da şahid olduğu bir kargaşalığı da anlatmakta, kargaşalığa sebep olan İbn-i Teymiye’den;
-“İbn-i Teymiye’nin ilmi çoktu. Fakat aklında bozukluk vardı.”
Şeklinde bahsederek, hadiseyi şöyle anlatmaktadır.
-“Şam’da Cuma namazındaydım. İbn-i Teymiye hutbe okudu.”
Minberden inerken;
-“Benim şimdi indiğim gibi, Cenâb-ı Allah dünya göküne iner.” Diyerek merdivenlerden indi.
Orada bulunan Mâliki mezhebi âlimlerinden İbn-i Zehrâ, İbn-i Teymiye’nin söylediği bu sözün kötülüğünü cemâate uzun uzun anlattı. Cemâatin çoğu, İbn-i Teymiye’nin bozuk sözlerinin yanlışlığını anlayabilecek seviyede değildi. Câhillikleri sebebiyle İbn-i Teymiye’yi hak yolda sanıyor, onun yaldızlı sözlerine inanıyorlardı. İbn-i Zehrâ, cemâate doğruyu söyleyip gerçeği isbat edince, İbn-i Teymiye’nin sapıklığını anladılar. Hepsi İbn-i Teymiye’nin üstüne yürüdü. Elleri ve nalınları ile onu dövdüler. İbn-i Teymiye yere yıkıldı. Başından sarığı düştü sarığın altındeki ipek takkesi meydana çıktı. Erkeklere haram olan ipeği, en cahili bile kullanmazken, insanlara din öğreten bir kimse, ipek takke giyiyordu. Alıp kadı’ya götürdüler. Kadı onu hapsederek azarladı, ta’zir etti. Diğer kadılar, kadı efendinin onu hapisle ta’zir etmesinie itiraz ettiler. Durum Memlüklü sultanı Melik Nasır’a intikal etti. Âlimlerden meydana gelen bir heyeti, İbn-i Teymiye’nin fitne çıkardığına karer verdi. Sultan emri ile İbn-i Teymiye, Şam’da hapsedildi.
İslam âlimleri ansiklopedisi
(Kaynaklar)
1-Dürer-ül-Kâmine cilt 3 sah. 480
2-Mu’cem-ül-Müellifin cild 10 sah. 235
3-El-A’lam cild 6 Sah. 235
4-Faideli bilgiler sah. 308, 314
5-“Tühfet-ün-nüzzar” (İstanbul 1335) sah. 9
6-Rehletü-İbni Battûta, Beyrut 1960
7-Rehber ansiklopedisi cilt 8 sah. 24
Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri Fıkıh âlimi veli olan Seyyah İbn-i Battûta (Radiyallah-u anhu) yüzü suyu hürmetine günahlarımızı aff eylesin. Amin.
Fuad Yusufoğlu
(Kaynak)-1- Nusaybin bi başkent miydi