‘Haznevi murşidleri’ olarak etiketlenmiş yazılar

Tarikat edepten ibarettir. Burada bir tarikatin bir silsilesinin mürşidleri anlatılıyor. Lütfen başka silsilelerden şeyhlerin mürşidlerin adlarını kullanarak yorum yazmayın. Konu özeldir dağılmamalıdır.”

İslâm âlimlerinin büyüklerinden. İnsanları Hakka da’vet eden, onları doğru yolu gösterip, hakiki saâdete kavuşturan ve kendilerine “Silsile-i âliye” denilen büyük âlim ve velilerin Otuzaltıncisidir. Haznevi dergahının kurucusu; büyük alim, fazilet sahibi ve arif-i billah olan Şeyh Ahmed El-Haznevi (k.s.) dir. Babaları Hoca Murad Efendi, Türkiye’nin Mardin ili’nin İdil (Hazah) ilçesine bağlı Banıhe köyündendir. Hoca Murad Efendi âlim ve muttâki bir zat olup asil ve temiz bir aileden gelmektedir.

Şöyle ki;

Ahmed El-Haznevi (k.s.) ile kardeşi Molla Mustafa (k.s.) hazretleri daha çok küçük yaşta iken köydeki bazı insanların bayramına gitmişler (Ravi şek ediyor bir şeyler yemişlermi mi yememişler mi onu hatırlamiyorum.) Molla Murad hazretleri arkalarından koşup yakalamış ve kusmaları ağızlarını su ile yıkamışlardır ve arkasında da cemaata hazır olanlara şöyle buyurmuştur;

-”Elhamdulillah bu güne kadar benim ve çocuklarımın boğazlarına değil haram, şübheli lokma  girmemiştir.”

Şeyh Ahmed hazretleri (k.s.) babalarının İmam-Hatiplik yaptığı şu anda Suriye toprakları içerisinde kalan Kamışlı kazasına bağlı Hazna beldesinde 1886 yılında doğmuştur.

Doğduğu bu yerden dolayı da Haznevi namıyla anılmaktadır. Babalarından sonra ilk hocaları Diyarbakır’ın Silvan kazasının seçkin alimlerinden Müderris Molla Hüseyin Küçük Efendidir. Zamanın usulüne göre bu üstadlarının yanında okuyup, tahsillerini tamamlamış ve ilmi icazetlerini ondan almışlardır.

Şeyh Ahmed (k.s.) daha sonra tasavvufa ilgi duymuş Şeyh Abdurrahman-i Taği hazretleri (k.s.) nin halifesi olan Hizanlı Şeyh Abdulkadir Efendi (k.s.) nin sohbetlerinde bulunmuştur.

Birinci Dünya Savaşından önce hocası Şeyh Abdulkadir Efendinin vefat etmesi üzerine ise, büyük veli ve Allah dostu Abdurrahmani Taği hazretleri (k.s.) nin oğlu ve halifesi olan Şeyh Muhammed Diyaeddin Nurşini Hazretleri (k.s.) nin sohbetlerine devam etmeye başlamıştır.

Şeyh Hazret (k.s.) olarak ta anılan Şeyh Muhammed Diyaeddin (k.s.) Bediüzzaman Said Nursi hazrteleri (k.s.) nin de hocası olup, Üstad Bediüzzaman (k.s.) Tarihçe-i Hayat isimli eserlerinde onu ve onun mürşidi olan Abdurrahmani Taği Hazretlerin (k.s.) i kendisinin üstadları olarak belirtmiştir.

Hatta aynı adlı eserinde; Şöyle buyurmuştur;

-”Yeryüzünde melek misal insanları görmek isteyenlerin Nurşin’e Seyda hazretleri (k.s.) ile Şeyh Muhammed Diyaedddin (k.s.)’in dergahına gitmelerini ve onun müritleri ile tanışmalarını salık vermiştir.”

Şeyh Ahmed (k.s.) bu yüce dergaha dahil olduktan sonra on beş yıl boyunca Hazna’dan Nurşin’e bazen yaya bazen de binek üstünde olarak gitmiş, ilmi ve manevi tedrisatını burada tamamlamıştır.Talebeliklerinin ilk zamanlarında başlarından geçen bir olayı şu şekilde anlatmışlardır:

Nurşin’e gittikten on beş yirmi gün sonrasıydı. Hazretin evindeydim. Malum yemeğimiz darı ekmeği ve darı çorbasıydı.

Birgün Muş tarafından o bölgenin ileri gelenlerinden birisi Hazret’i (k.s.) i ziyarete gelmişti. Hazreti ve talebelerini yemeğe davet etti. Hazret de onun davetini kabul edip, icabet edeceğini bildirdi.
Nasıl olsa ben de gideceğim ve güzel yemekler yiyeceğim diye düşündüm ve sevindim. Bu durumdan nefsim çok zevk duydu. Hemen çarıklarımı ıslansınlar da rahatça giyeyim diye suya bıraktım.

Hazret (k.s.) yolculuk hazırlıklarını tamamladığında ben de diğer talebeler gibi hazırlanmıştım. Hazret (k.s.) dışarı çıktı, yüzünü bana döndürüp;

-’Haydi gidiyoruz. Bütün mollalar benimle beraber gelsin. Yalnız Molla Ahmed kalsın.” diye buyurdu.

Ben gitmeyip, kaldım. O zaman hocamın niye böyle dediğini anladım;

Ve nefsime dönüp dedim ki;

-”Bütün suç senindir. Sen güzel yemekler yerim diye iştahlandın. Güzel yemeklere tamah ettin. İşte bunun için Hazret seni götürmedi. Ey nefis senin uslanman için bu kapıda çok sabırlı olman ve kendi isteklerini bir kenara bırakman lazımdır. Bunu yaparsan Allahu Teala’nın ve sevdiklerinin rızasına kavuşursun.”

Şeyh Ahmed (k.s.) on beş yıl süren bu uzun talebelik döneminde Muhammed Diyaüddin Hazretleri (k.s.) inden çok istifade etti. İlim ve irfan yolunda çok ilerledi. Tasavvuf güzargahında çok yüksek derecelere çıktı.

Üstadı ona ilim öğretmek ve insanları Nakşibendi üstadlarının usulüne göre manevi olarak yetiştirip, terbiye etmek için icazet ve hilafet verdi.

Bunun üzerine o Hazna’ya dönmüş ve orada insanları irşada başlamıştır. Kısa bir süre sonra da asıl dergahın merkezini oluşturacak,Tel Maruf beldesine yerleşmiştir.

Mürşidi olan Şeyh Muhammed Diyaeddin (k.s.) Hazretleri ile Birinci cihan harbinde aynı safta düşmanlara karşı mücadele vermiştir. Hatta savaşın en şiddetli anlarında bile mürşidinin yanından ayrılmamıştır.

Şeyh Muhammed Diyaeddin (k.s.) Hazretlerinin kolunun şehid edildiği esnada yine Hazret (k.s.) ın yanlarında Şeyh Ahmed (k.s.) vardı.

O zamanları oğlu ve halifesi olan Şeyh İzzeddin (k.s.) şöyle anlatmaktadır:

-”Küçük yaşta Hazna’daki Haznevi medresesinde tahsile başladım. Medrese çok mahir ve muttaki alimlerden, çalışkan ve ahlaklı talebelerden müteşekkildi.

Birinci dünya savaşının zifiri karanlığı, açtığı yara, oluşturduğu kıtlık ve sıkıntı devam ediyordu. Memleketimiz Fransızların işgali altındaydı. Her taraftan dine, imana, irfana karşı saldırılar düzenleniyordu. Büyük şeyh babam Şeyh Ahmed El-Haznevi (k.s.) köyden köye sürülüyordu. Buna rağmen o yılmıyordu. Kimi zaman çölde, kimi zaman çadırlar içerisinde talebe okutmaya devam ediyor, misafir kabul ediyor ve insanların irşadıyla aralıksız bir şekilde uğraşıyordu.”

-”Bu zor şartlara rağmen insanlar da ona teveccüh ediyorlardı. Babam korkuyu tanımaz, yorulmak bilmez, en korkunç olaylar karşısında dahi kırılmaz bir irade sahibi, cesaretli, vakur, maneviyatı son derece kuvvetli engin bir alim, tanınmış bir İslam önderiydi.”

-”Medresemiz toprak bir bina idi. Duvarları delikler ve çatlaklarla dolu idi. İçerisinde akrep, fare gibi zararlı hayvanlar da eksik olmazlardı. Sergilerimiz hasırdandı. Rahlelerimiz ise içi saman dolu yastıklardı. Tüm bunlara rağmen ilim öğrenmek ve babamıza layık olabilmek için gece gündüz demeden çalışıp, didiniyorduk. Dünyamız bu anlattıklarımdan başka bir şey olmamasına rağmen Şeyh Ahmed (k.s.) medresenin kapısına gelir ve bizlere;’

-”Ey hocalar! Ey öğrenciler! İnancınızı ve ahlakınızı İslam’a uygun hale getirmek, cehalet karanlığından kurtulmak, insanlara hizmet etmek, halifelik makamına yakışır bir hale gelmek, helali ve haramı bilmek hülasa yüce Allah’ın rızasını kazanmak için ilim tahsil edin. İnsanların itibarını kazanmak, makam ve maddeyi elde etmek, ün salıp, şöhret kazanmak için ilim tahsilinin sonucu nedamet ve hüsrandır.”

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) buyururlar ki;

-”Allah’ı rızasını kazandıran ilmi, dünya menfaati için tahsil eden kimse kıyamet gününde cennetin kokusunu duyamıyacaktır. (Ebu Davut R.S 400)’d iye hitap ederlerdi.’

Şeyh Ahmed El-Haznevi (k.s.) tüm bu zor şartlara rağmen yılmadan çalışmaya devam ediyordu. Baskılar, sürgünler onu asla yıldırmıyordu. Cehalet her tarafta göze çarpıyordu. Şeyh hazretleri öyle oluyordu ki bazen bir çobana kelime-i şehadeti öğretmek ve düzgün bir şekilde söylenmesini sağlamak için saatlerce uğraşıyordu.

Bir seferinde yine böyle bir çobana namaz kılabilmesi için Fatiha suresini ve Ettahiyyatü duasını öğretmeye çalışıyordular. Ne yaptılarsa çoban bu duaları ezberliyemiyordu.

En sonunda Şeyh Ahmed (k.s.) çobanın tanıdığı ve birbirlerinden rahatlıkla ayırabildiği koyunlarına tek tek isim koymaya başladı. Bunun adı ‘Ettahiyyatü’, bu diğerinin ki’ Lillahi’, şuradaki ‘Vessalavatu’diye. Böylece çoban duaları ezberleyebildi.

Aradan bir süre geçtikten sonra bu çoban Tel Maruf’a ziyarete geldiğinde, Şeyh Hazretleri camide ona bu duayı okutturdu. Gördü ki duanın içindeki bir kelimeyi mesela ‘Vettayyibat‘ı eksik okuyordu. Sebebini sorduklarında o isimli koyunun öldüğü şeklinde bir cevap aldılar .

Yıllar süren uğraşları elbette ki boş kalmadı. Pek çok alim ve fazilet sahibi kişiler yetiştirdiler. Gerek talebelerini göndererek ve gerekse de kendileri irşatlara çıkarak insanları eğittiler. Fakat tüm talebeleri ve halifeleri arasında ilimleri, takva ve Allah’a yakınlıkları ile bambaşka olan üç kişi vardı ki bunlar oğulları olan Şeyh Masum (k.s.) Şeyh Alaaddin (k.s.) ve Şeyh İzzeddin (k.s.)’ dur.

Onlar için şöyle buyurmuşlardır:

-”Üç oğlum da kamil-i mükemmil şahsiyetlerdirler. Benden sonra sırayla yerime geçsinler. Bilindiği gibi tasavvufi literatürde ‘kamil-i mükemmil’ tabiri; Allah’a kavuşmuş, O’nun sevgisinde yeni bir hayat bulmuş, yüce marifetlerle, ilahi sırlarla donanmış ve insanları kamil bir şekilde irşad edebilecek bir özellik ve yetenek üzerinde olanlar için kullanılır.

Bu vasıflarıyla onlar Şeyh Ahmed’in (k.s.) diğer halifelerinden ayrıdırlar ve tarikatın asıl gövdesi onlar vasıtasıyla bu güne kadar devam ederek gelmiştir.

Şeyh Ahmed (k.s.) tüm yüce sıfatlarına ve kemallerle dolu, övülmüş hallerine rağmen çoğu zaman gözü yaşlı ve korku dolu bir halde bulunurdu. Yakınlarına ve sevdiklerine daima dert yanar ve kendisinde görülen bu hallerin ve insanların teveccühlerinin bir istidrac, nefsin veya şeytanın bir oyunu olmasından korktuğunu söylerdi. Kendilerini daima kusurlu ve hatalı görüyorlardı.

İnsanlardan gelen eziyetlere karşı çok büyük bir sabır sahibiydiler. Onun için onların İslam’dan bir şey öğrenmeleri, imanlarını kuvvetlendirecek bir sohbeti dinlemeleri ve kendilerini ıslah edecek bu yüce yola girmeleri herşeye bedeldi.

Bu uğurda gördüğü kabalıklara, çektiği eziyetlere hiç aldırış etmiyordu. Öyle oluyordu ki kendisini ziyarete gelenler ayakkabıları ile oturduğu yere basıyor, yaptıkları izdihamla bazen onu incitebiliyorlardı. Ama o bunlara hiç aldırış etmez ve yakınlarından bu gibi kimselere kızanları böyle yapmamaları için uyarırdı.

Bu yüce ahlakları ile pek çok insanın kalbini İslam’a, imana ve bu yüce ıslah yoluna ısındırdılar. Onların imanlarını kurtarmalarına vesile oldular. Çok büyük ve salih alimlerin yetişmesine vesile oldular.

Devam edecek…

HAZNEVİ MÜRŞİTLERİ

23 Haziran 2008

“Tarikat edepten ibarettir. Burada bir tarikatin bir silsilesinin mürşidleri anlatılıyor. Lütfen başka silsilelerden şeyhlerin mürşidlerin adlarını kullanarak yorum yazmayın. Konu özeldir dağılmamalıdır.”

HAZNEVİ MÜRŞİTLERİ

Şeyh Ahmed (k.s.) in 1950 yılındaki vefatından sonra irşad makamına Şeyh Masum (k.s.) oturdular. Şeyh Masum’da babaları gibi ilmi bir olgunluğa sahip, muhabbetullah sahibi bir mürşid-i kamil idiler. Onu diğerlerinden ayıran en önemli özelliklerinden birisi hizmete çok düşkün olmalarıydı.

Şeyh Masum (k.s.) kimseden korkmaz ve çalışıp hizmet etmekten asla usanmaz bir zattı. Öyle olurdu ki bazen onu tarlada çalışırken, bazen koyunları güderken, bazen medresede talebe okuturken, bazen de insanları irşad ederken görebilirdiniz.

O yörede bulunan aşiret ağalarını toplar ve köylülere zulüm etmemeleri, adaletli ve merhametli olmaları konusunda sert bir dille uyarırlardı. Emr-i bil maruf ve nehy-i anil münker konusunda çok titizdiler.Tabiatları Hz Ömer (r.a.)’i andırıyordu..

Şeyh Masum (k.s.) aşiretler arasındaki kan davalarını hallediyor, dargın insanları bar ıştırıyor, yüce ahlaki değerleri yerleştirmeye çalışıyordu. Değişik yerlere gönderdikleri alimlerle o yörelerin halkını ıslah ediyorlardı. Öyle yerler vardı ki Şeyh Masum (k.s) oraları irşad etmeden önce o bölge halkı namaz, abdest, helal, haram nedir bilmez bir haldeydiler.

Birbirleriyle düşman bir şekilde yaşıyorlardı. Hele Mardin yöresinde bir köy vardı ki ahalisi cehaletlerinden dolayı hem namazdan niyazdan uzaklaşmış ve hem de öyle bir gaflete düşmüşlerdi ki camiyi ahır yapmış, içinde et pişirip, yiyorlardı. Cami pislikten içine girilmez olmuş, cam ve duvarları içinde yakılan ateşin isinden dolayı kapkara kesilmişti.

Yerler hayvan pislikleri ve kemik artıklarından dolayı berbat bir haldeydi. Bu himmeti yüce şahsın bereketi ile onlar tevbe ettiler. Hane hane bu yüce tarikata girdiler. Onun edepleri ile İslam’ı en güzel bir şekilde yaşamaya başladılar. Cami yeniden düzenlendi ve eskisinden daha güzel bir şekilde restore edildi. Kalplerdeki korkunç perdeler kalkmıştı. Bu onlar için yeni bir doğuş idi. Sanki üzerlerine atılan ölü toprağından silkinerek kurtulmuş ve yıllar süren derin bir uykudan uyanmışlardı.

Şeyh Masum (k.s.) zamanında bu tarikat biraz daha büyüdü ve insanlar arasında daha fazla tanınmaya başladı. Şeyh Alaaddin (k.s.) zamanında ise daha da büyüdü. Şeyh izzeddin (k.s.) zamanında ise çok daha fazla tanınmaya ve rağbet görmeye başladı.

Şeyh izzeddin (k.s.) gerek Türkiye’de,gerek Avrupa ülkelerinde ve gerekse de Arap memleketlerinde yaptığı irşadlarla Haznevi yolunu,edeplerini,mürşitlerinin İslam’a bağlılıklarını, bu yolun İslam’ı en güzel yaşama yolu olduğunu tüm dünyaya ilan etti. Yaşantısı ile buna en canlı şahit oldu.

Şeyh Alaaddin (k.s.), Haznevi mürşitlerinin üçüncüsü, ilimde bir derya, yumuşak tabiatlı ve Rasulullah (s.a.v.) aşkı ile yanan, simasının apayrı güzelliği ile Rasul-ü Kibriya’yı hatırlatan bir arif-i billah, bir mürşidi kamil idi.

Efendimize olan aşırı muhabbetleri ayırıcı vasıflarıydı. Onu gören Yüce Rasul-ü Kibriyayı hatırlar, onun sohbetlerinde bulunan asr-ı saadetten eşine rastlanmaz esintiler hissederdi. O, zamanında yaşayan tüm meşayih arasından Rasulullah (s.a.v.) sevgisi ile sıyrılmış ve haklı bir şöhrete sahip olmuştu.

Dininde tavizsiz, müminlere karşı şefkatli, küfür ehline karşı ise izzetli bir tavır içerisindeydi. 1958 yılında irşad makamına oturdular. Peygamber Efendimizin üzerine yazdı kları kasideleri çok meşhur olup, halen dillerde dolaşmaktadır.

Şeyh İzzeddin (k.s.) onunla ilgili olarak şöyle bir olay nakletmişlerdir:

-”‘Babam Şeyh Ahmed’in (k.s.) yanında oturuyordum. İçeriye ağabeyim Şeyh Alaaddin girdi. Doğruca babamız ve mürşidimiz olan Şeyh Ahmed hazretlerine yönelerek, ondan Rasulullah Efendimizin (s.a.v.) bütün sünnetlerine harfiyen tabi olabilmek için kendisine dua etmelerini istirham eyledi.

Şeyh Hazretleri cevaben;

-”‘Bunu senin baban bile yapmaya güç yetiremezken, sen nasıl yapacaksın.’”

Diyerek cevap verdiler ve sünnetle ilgili dikkat edilmesi gereken konularda öğütlerde bulundular. Bu olay Şeyh Alaaddin’in (k.s.) imanının kemaline ve Rasulullah’ı (s.a.v.) ne kadar çok sevdiğine açık bir delildir.’

Şeyh Alaaddin (k.s.) bir gün Tel maruf’taki camide bulunuyorlardı. Bir kişi kendilerine yanaşıp bir soru sormak istediğini söyledi. Sorabileceğine dair olumlu bir yanıt alınca da;

-”‘Şeyh Abdulkadir-i Geylani (k.s.) mi yoksa Şah-ı Nakşibend (k.s.) mi daha büyüktür?’ diye sorusunu yöneltti.

Şeyh Alaaddin Hazretleri (k.s.) hangisinin büyük olduğuna dair bir açıklama yapmayıp, cevaben şöyle buyurdular;

-”‘Her bir evliyanı n ayrı bir makamı ve o makamına göre de bir vazifesi vardır. Şeyh Abdulkadir-i Geylani (k.s.) kendisinden medet istenildiğinde, ruhaniyetiyle anında orada bulunur. Hakiki bir Nakşibendi mürşidi ise, metal parçalarının içerisine daldırıldığında onları kendisine doğru çeken bir mıknatıs gibidir. İnsanı tuttuğu gibi Allah’a kavuşturur.’”

Şeyh Alaaddin 1969 yılında vefat ettikten sonra yerlerine Şeyh İzzeddin (k.s.) geçtiler. Bu Şeyh Ahmed (k.s.)’in vasiyeti idi. Şeyh İ zzeddin (k.s.) yüce Allah’a (c.c.); ‘Rasullah Efendimiz (s.a.v.) yirmi üç yı l insanları irşad ettiler. Bende onun gibi irşad makamında bu kadar süre kalayım.’diye sürekli dua ederlerdi. Gerçekten de vefat ettikleri 1992 yılında yirmi üç yıllık imanla, ihlasla, takvayla ve insanlara faydayla dolu bir ömrü tamamlamış oluyorlardı.

Şeyh İzzeddin (k.s.) bütün işlerinde ve davranışlarında yüce şeriatı kendisine ölçü olarak alırdı. İslam ulemasının,ehl-i sünnet vel cemaatın görüşlerine ters düşen her şeyi red ederdi. Canı, malı, evladı pahasına dahi olsa dininden zerrece taviz vermezdi. Kızgınlığında ve sevincinde her zaman kitap ve sünnete bağlı idi.

1950′li yı llarda yüksek şer’i fetva üyeliğine seçilmişlerdi. Görev almak için gitmeden önce orada kalacakları süre içersinde yiyecekleri yiyeceği belirleyip, kendi mallarından ayarlayıp, yanlarında götürdüler.Temiz olmayan, nasıl yapıldığını bilmedikleri, üzerine bereketin inmediği yiyecekleri asla yemezlerdi Kendilerine bakanlıkça verilen iaşeyi kabul etmeyip, ihtiyaçlarını kendileri karşılayıp, ayrılan meblağı hazineye geri iade ettiler.

Göreve başladıktan sonra çok kısa bir zaman içersinde bilgisi, zekası ve görüşünün keskinliği ile diğer alimler arasından sıyrılıp, fetva heyeti içersinde ileri bir seviyeye geldiler. Bir gün diyanet işlerinde kullanılmak üzere alınacak araçlarla ve onların yakıt masraflarının hazineden karşılanması ile ilgili bir karar onaylanmak için fetva makamına gönderilmişti.

Şeyh İzzeddin Hazretleri bu fetvayı imzalamadı ve diğer fetva üyelerinin ne yapacaklarını görmek için bekledi. Herkes imzalamış ve son imza olarak onun imzası kalmıştı.

Kendisine geldiklerinde bu fetvayı imzalamadı ve

-”‘Sizler hizmet için alınan bu araçların, kendi yakın ve akrabalarınızın işlerinde ve kendi özel işlerinizde kullanılmayacağından eminmisiniz. Bunları kendi menfaatınız için kullanacak ve sonrada yakıt parasını ayrılan ödenekten karşılayacaksınız. Ben bu olaya onay veremem.’dedi.

Heyetin üyelerini, verecekleri fetvalarda akla değil nakle, yoruma değil rivayete, fikre değil fıkha dayanmaya ve bunun içinde kitap, sünnet ve salih ulamanın hükümlerine uymaya davet edip, görevinden istifa etti.Tel Maruf’a geri döndüklerinde o zaman irşad makamında bulunan Şeyh Alaaddin (k.s.) onu bu tavizsiz tavırlarından dolayı takdir ettiler.

1970′li yı llarda irşad için Kuveyt’e gitmişlerdi. Öğle namazı kılınmıştı. Sohbet olacağı cemaate bildirilmesine rağmen, ayakkabısını alan camiyi terk ediyordu. Çünkü daha önce sohbet için kürsüye çıkan herkes,cemaattan para istemekten başka bir şey yapmamıştı.

Şeyh İzzeddin Hazretleri (k.s.) mikrofonu ellerine alıp,siyasetle uğraşmadığını ve verseler dahi kimseden para kabul etmediğini yüksek sesle ilan edince, insanlar onun sohbetini dinlemek için geri geldiler.

Şeyh (k.s.);

Mürşidin gözü insanların malında ve onların makamında olursa seviyesi düşer, kıymeti azalır. Maneviyatı zayıflar ve mana aleminden kesildiği için sözünün tesiri de azalır. Mürşid herkesten daha fazla söylediğini uygulamalıdır ki daha olgun, tesirli ve bilgi sahibi olabilsin.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) buyurur;

-”Yüce Allah bildiği ile amel edene bilmediğini öğretir.”

-”Ben siyasetle uğraşmıyorum. Zira Yüce Allah’ın dinini tebliğ etmeyi, kulluk vazifesini ifa etmeyi ve yüce sadatın (k.s.) adaplarını yaymayı herşeyden üstün biliyorum. Mal toplamıyorum. Verseler dahi kabul etmiyorum. Çünkü Yüce Allah beni zengin ve insanlardan müstağni kıldı. Her yerde herkese meydan okuyorum. Eğer bana maddi yardımda bulunan varsa ortaya çıksın, diyorum. Allah’a bundan dolayı hamd ediyorum.’diye vaaz ettiler.

Şeyh Hazretleri (k.s.)çok zeki,akıllı ve zarif bir zat olması yanında edep yönünden de zirveye ulaşmış bir şahsiyet idi. Kıble cihetine ve Şeyh Ahmed El-Haznevi Hazretlerinin türbesine karşı asla sırtlarını çevirip oturmazlardı.

Medine-yi Münevvere’de bulundukları zamanlarda kendilerini yok edecek derecede tevazu gösterirlerdi. Mescidi Nebevi’de bir direk arkasına büzülerek ibadet ve münacaatlarını yaparlardı. Rasulullah (s.a.v.) efendimizin mübarek huzurlarında saatlerce murakabede durulardı. Öğle ağlar, sızlarlardı ki bazen yorgunluktan yere düşecek hale gelirlerdi. Aşırı ibadetten ve edepli olmak için gösterdikleri aşırı titizlikten dolayı zayıf düşer, mübarek yüzleri sapsarı kesilirdi.

Şeyh Hazretlerinin (k.s.) Kur’an-ı Kerim’e karşı çok aşırı bir hürmeti ve saygısı vardı. Kur’an’dan herhangi bir ayet bir levha içinde bir duvarda asılı bulunsa, o yöne ayak uzatmaz ve sırtlarını çevirerek oturmazlardı. Kur’an’ı diz üstü oturarak, kıbleye doğru büyük bir huşu içerisinde okurlardı.

Bir sohbetlerinde şöyle söylemişlerdir;

-”‘Kur’an-ı Kerim’i okuduğunuz zaman teenni ile düşünerek ve yavaş yavaş okuyun. Rahmet ayetlerine geldiğinizde ümit ile dolu bir halde Yüce Allah’tan ihsanını ve lütfunu isteyin. Azap ayetlerine geldiğinizde Allah’ın lütfuna sığının ve azabından korunmayı dileyin. Müminlerin sıfatlarını belirten ayetler geldiğinde o sıfatlarla donanmayı, onların mertebelerine ve kavuşacakları nimetlere ulaşmayı dileyin. Kafirlerin sıfatlarından bahsedildiği ayetlerde onların katılıklarından, gafletlerinden, karanlıklarından ve karşılacakları sondan Allah’a sığının. Esmaül hüsna’nın herbirinde ayrı ayrı durun ve manalarını düşünüp, bir süre öylece kalın. Çünkü Yüce Allah’ın her isminden kalbe yansıyan ayrı bir tecelli, akla uzanan ayrı bir nur, zihne gelen ayrı bir mana, içi sevindiren bir meltem, nefis coşturan başka bir muhabbet ve insana yön veren bir irşad mevcuttur. ‘”

Bir müftünün Şeyh Hazretlerine (k.s.)

-”Tartikatların insanları böldüğünü, müslümanları tefrikaya düşürdüğünü söyleyip”, itiraz etmesi üzerine,

Cevaben Şeyh İzzeddin Hazretleri (k.s.) Şeyh Ahmed (k.s.)’ dan şöyle naklediyorlardı:

-”Bir mürşid bir yöreye giderse daha önce orada bulunan mürşid sevinmelidir. Halk ı hak dine davet ve irşad etme ağırlığı ve insanlarla uğraşma yükümlülüğü omuzundan kaldırıldı diye memnun olmalıdır”

-’Ben de artık huzur içerisinde Rabbime ibadet edebilirim.’demelidir. Bu duyguda olmayıp, yeni gelen mürşidin irşadından ve gönülleri fethetmesinden üzülen kimse şeyh değildir. Şeytandır! Zira haset şeytanın özelliğidir.”

-”Şeytan hasedden doğan kibirliliği yüzünden Hz. Adem (a.s.)’e secde etmedi. Lanetlendi ve ebedi şekavete uğradı. Tarikat şeriatın hizmetçisi ve en güzel bir şekilde uygulanmasıdır. Tasavvuf İslam’ın ve selefi salihinin ahlakı ile ahlaklanmaktır. Tarikat eğer ehlinin elinde olursa insanları birleştirici, onları Allah’a ulaştırıcı, cazibe merkezi, kemal ve olgunlukların kaynağı olur.’”

Müslümanların uğradığı musibetler karşısında Şeyh İzzeddin Hazretleri çok acı çeker ve yıpranırlardı. Böylesi bir zamanda üç gün boyunca kasırdan dışarı çıkmadıkları görüldü. Onu gördüklerinde gözleri ağlamaktan kan çanağı gibi olmuştu.

Çok bitkin ve üzüntülü bir haldeydiler.

-”‘Müslümanların başına gelen böylesi olaylar karşısında, bir müslümanın acıdan dolayı idrarından kan gelmelidir.’ buyurdular.

Müslüman cemaatlerin sindiği, ezanların dahi tepkinin ne olacağı kestirilemediğinden dolayı okunamaz hale geldiği zamanlar da Şeyh Hazretleri (k.s.) müritlerini toplayarak irşada başlardı. O ümmet için kendini feda etmekten asla çekinmezdi. 31 Temmuz 1992 tarihindeki vefatlarından sonra açıklanan vasiyetleri ile yerlerine Şeyh Muhammed (k.s.) geçti.

 

Devam edecek…

Risalet ve Velayet

23 Haziran 2008

“Tarikat edepten ibarettir. Burada bir tarikatin bir silsilesinin mürşidleri anlatılıyor. Lütfen başka silsilelerden şeyhlerin mürşidlerin adlarını kullanarak yorum yazmayın. Konu özeldir dağılmamalıdır.”

İslam dini Hz.Adem (a.s.) ile başlamış ve son peygamber Hz.Muhammed (s.a.v) ile en son ve kamil haline ulaşmıştır. Her peygamber toplumuna yüce Allah’ın buyruklarını ileten bir elçi, onları hakka davet eden yüce bir davetçi, ruhlarını terbiye eden büyük bir mürebbi vazifesi görürken aynı zamanda Yüce Allah’a kulluk eden, ona yönelen bir abd durumundaydı. Tüm nebiler risalet yükü ve sorumluluğu yanında velayet bilinci ve kulluk şuuru içersinde olan kamil insanlar idiler.

Son peygamber Hz. Muhammed (s.a.v.) de aynı durumdaydı. Allah’tan aldığı vahyi insanlara ulaştıran bir rahmet deryası, nübüvvet ağacının en kutlu meyvesi olması yanında, Yüce Rabbine yönelen, kulluğun kimsenin ulaşamıyacağı zirvelerinde olan, risaletini eşşiz velayet güneşi ile daha da aydınlatan bir mürşid, bir veli ve büyük bir önder idi. Onun vefatı ile artık risalet son bulmuştur.

Fakat velayet ve kulluk kıyamete kadar devam etmektedir. Yeryüzü hiçbir zaman Yüce Allah’a gerçekten kulluk eden, O’na yönelen,kalplerine gafletin uğramadığı,yüce ahlak üzere olan veli kullardan boş kalmamış ve kıyamete kadar da boş kalmayacaktır.

-”Kim Allah’a ve Rasule (can-u gönülden) itaat ederse, işte onlar Allah’ın kendilerine nimet verdiği nebiler, sıddıklar, şehitler ve salihlerle beraberdir. Onlar ne güzel arkadaştırlar. ‘(Nisa Suresi-69.ayet)

Bu ayeti kerimede Yüce Allah (c.c.) iman edenlere seslenmekte ve eğer samimi bir itaat gösterirlerse, kendilerine ayrı ayrı ve farklı nimetler verdiği bu dört zümre ile beraber olabileceklerini, onların eşi bulunmaz çok güzel dostlar olduklarını bildirmektedir.

Ayetteki sıralamaya dikkat edilirse, nebilerden sonra sıddıklar gelmektedir ki bu onların makam olarak hemen peygamberlerden sonra olduklarını göstermektedir. Sonra ise sırasıyla şehitler ve salihler gelmektedir. Hepsinin de ayrı ayrı kulluk dereceleri ve sahip oldukları makama uygun velayetleri vardır.

Peki Allah’a kulluk eden zümreler içerisinde diğ erlerinden ayrılan ve Allah katındaki mertebeleri nebilerin makamından sonra gelen, Kuran’ın kendilerine sıddıklar dediği bu zatlar kimlerdir ve onları diğerlerinden ayıran özellikleri nedir.?

Bu konumuzun daha net anlaşılabilmesi için cevaplanması gereken bir sorudur.

İlmin kapısı ve velayet ağacının köklerinden biri olan Hz.Ali (k.v.) ibadeti üçe ayırmıştır.

Bunlar;

a)Kölelerin ibadeti,

b)Tüccarların ibadeti ve

c)Hür olanların ibadetidir.

Kölelerin ibadeti;

Allah’a cehennem korkusu ile ibadet edenlerin halidir. Bunlar cehennemden ve onunla ilgili gelen rivayetlerden korktukları için ibadete başlamış ve bu hal üzere kulluğa devam etmektedirler. O’nun yani Yüce Allah’ın azabından korktukları için vaciplerine sarılmışlardır. İnsanlar birbirlerinden farklı özelliklerde yaratılmışlardır. Birini amele sevk eden bir husus diğeri üzerinde o kadar tesirli olmayabilir.

Onun içindir ki Yüce Kur’an’da hem azapla ve cehennemle korkutan ayetler ve hem de cennet ve nimetleriyle özendiren ayetler mevcuttur. Birinci guruba girenler Yüce Allah’a azametinden dolayı itaat etmektedirler. Nitekim köleler de efendilerinin azametinden ve verebileceği zarardan korktukları için ona itaat ederler.

Tüccarların ibadeti ise;

Daha farklıdır. Bu guruba giren insanlar, Yüce Allah’a, O’nun cennetine ve oradaki vereceği nimetlere kavuşmak arzusu içindedirler. Bunlar orada vaad edilen güzel beldelerden, o muhteşem nimetlerden ve belki hurilerden bahseden ayetlerden etkilenmiş ve bunlara kavuşmak için ibadete başlamış bir zümredirler ve halleri bu minval üzere devam etmektedir.

Cennetin güzellikleri onlar üzerinde teşvik edici veharekete geçirici bir etki oluşturmuştur. Bu ise takvalı olma sonucunu doğurmaktadır. Bahsedilen bu iki durum insanların çoğunun üzerinde olduğu hallerdir. Hem caizdir ve hem de Allah tarafından kabul edilmiş ve makbul görülmüştür.

Bu sayılan iki kesim dışında başka bir gurup daha vardır ki;

Bunların ibadet ediş niyet ve anlayışları diğer iki guruba hiçte benzememektedir. Bunlar sadece ve sadece Allah’a ibadete layık olduğu için, O’na olan muhabbetlerinden dolayı ve O, ibadeti istediği için O’na yönelen kullardırlar.

İşte bunlar Hz. Ali’nin (k.v.) kendilerinden hür olanlar diye bahsettiği müminlerdir ve bu onların ibadet anlayışıdır. İnsanlar arasında az ve seçkin bir zümreyi oluşturan bu zatlar gerçek kulluk edenlerdirler. Yüce Allah’ a çok farklı bir niyetle ve çok samimi bir şekilde tüm ruhlarıyla can-ı gönülden yönelmişlerdir.

Onların farkını anlamak için gelecek şu misal daha aydınlatıcı olacaktır:

Farz ediniz ki Allah-u Teala kullarına, kulluk vazifelerini yerine getirmeseler de onları cennete koyacağını ve bu beyanından sonra eğer isterlerse yine de kulluk edebileceklerini ama sonucun aynı olacağını yani herkesin cennete gireceğini bildirmiş olsun.

Yani insanlar serbestirler. Cehennemden korkmalarına gerek yoktur. Cennete girmek ve onun nimetlerine kavuşmak için ibadetin zorluklarına katlanmalarına da gerek yoktur. Dünyada keyiflerine göre bir ömür yaşayıp,cennete girme imkanları vardır. Eğer insaflı olarak düşünülürse,görülecektir ki böylesi bir durumda Allah’a ibadet edenler arasında, hür olanlar gibi kulluk edenler dışında ubudiyete devam eden hiç kimse kalmayacaktır. İnsanların çok büyük bir kesimi ubudiyetten uzaklaşacaktır.

Çünkü cennete girmeleri kesinleşmiş ve Allah’ın azabından korkmalarına gerek kalmamıştır.

Hür olanlar Cenab-ı Allah’a Allah olduğu için ibadet ediyorlar.Onun aşkı ve muhabbeti onların azığı ve beklentileridir.Onların gözünde O’nun yüce zatından başka hiçbir şey yoktur. O’nun muhabbeti tüm varlıklarını kuşatmıştır. İlahi marifetler onların gıdası olmuştur. Bunlar kendilerine Kur’an-ı Kerim’de sıddıklar veya diğer bir ifade ile evliyaullah denilen seçkin, himmetleri çok yüce, Allah aşkı ile yanan Allah dostlarıdırlar ve bu onların sahip oldukları kemal sıfatlardan sadece bir tanesidir.

Şeyh İzzeddin El-Haznevi hazretleri (k.s.) bu hususta bir sohbetlerinde şöyle diyorlardı:

-”‘Eğer evliya, nüceba, nükeba, ebdal, aktap denilen büyük zatlar olmazsa dünya harap olur, hayat durur, felaketler ardı ardına gelir. Çünkü insan ibadet için yaratılmıştır. Gerçek ibadeti yapanlar ise evliyaullah kesimidir. Diğer insanlar onların bereketi ile yaşamaktadırlar.

Altın korunurken kabı da korunur. Ürün almak için tarlaya tohum bakılır. Balta için sapı saklanır. Evliyaya yanaşın. Allah’ın lütfunu göreceksiniz. Ehadiyyet güneşinden nur ışınlarını müşahede edeceksiniz.

Yüce Allah (c.c.) mealen;
-”‘Şüphesiz Allah iyilik yapanlarla ve muttaki olanlarla bereberdir.’buyurmaktadır.’

“Tarikat edepten ibarettir. Burada bir tarikatin bir silsilesinin mürşidleri anlatılıyor. Lütfen başka silsilelerden şeyhlerin mürşidlerin adlarını kullanarak yorum yazmayın. Konu özeldir dağılmamalıdır.”

ŞEYH MUHAMMED EL-HAZNEVİ (K.S.)

Evliyanın büyüklerinden, insanları Hakka davet eden, onlara doğru yolu gösterip, hakiki saadete kavuşturan ve kendilerine “silsile-i âliyye” denilen büyük âlim ve velilerin “kırkıncısıdır.” Haznevi murşidleri’nin dördüncüsüdür;

Şah-i Hazne lakabiyle dünyaya ün salan, Ahmed El-Haznevi (r.a.), torunu olan Muhammed El-Haznevi hazretleri (r.a.) İzzeddin  El-Haznevi (k.s.) nin büyük oğlu olup,  Gözde halifelerindendir.

Suriye toprakları içerisinde kalan Kamışlı ilçesine bağlı Telm’aruf köyünde 1948  yılında doğmuştur. Umre ziyaretini eda edip Mekke’den Mediye dönerken, Medine’ye 100 – 120 kilometre kala 22 Ekim 2005 tarihinde Cumartesi günü saat 11-30 da kaza geçirdi ve orada vefat etti. Telmaruf köyünde defn edildi.

Şeyh Muhammed (k.s.); Şeyh İ zzeddin (k.s.) hazretlerinin en gözde talebesi, en mükemmel takipçisi, onun gözünün nuru gibi koruyup, adeta bir gül gibi yetiştirdiği, tüm müslümanlara ve insanlık ailesine faydalı olması için elinden gelen tüm himmeti üzerinde kullandığı, en güzel ahlaki, imani ve irfani değerlerle süslediği bulunmaz, mümtaz, eşine az rastlanır kamil-i mükemmil bir mürşid-i ekmel bir şahsiyetti .

Şeyh İzzeddin Hazretleri(k.s.) vefatlarından önce pek çok kereler değişik vesilelerle Şeyh Muhammed (k.s.)’dan övgü ile bahsetmiş ve onun hem kamil bir iman sahibi, muhabbetullah ile dopdolu arif bir zat olduğunu belirtmiş ve hem de insanları idare ve irşad etmede tam ve mükemmel bir hal üzere olduğunu dile getirmişti.

Bu durum sadece Şeyh İ zzeddin Hazretleri ile sınırlı değildir. Bundan yaklaşık elli yıl öncesinden Şeyh Ahmed (k.s.) Hazretleri daha çok küçük bir yaşta olmasına rağmen onu övmüş, ondaki yeteneklere, üstün değer ve özelliklere dikkat çekmiş ve ‘

-”Bu zat bizim şanımızı yükseltecektir.’ buyurarak konumunun önemine dikkat çekmişlerdir.

Gerek Şeyh Masum (k.s) ve gerek de Şeyh Alaaddin (k.s.) onun üzerine çok titremişler; iman, ihlas, muhabbet, hizmet, fedakarlık, yüce ahlak ve daha pek çok yüce meziyetler sahibi yeğenlerinin en iyi şekilde yetişmesi için çalışmışlardır. Onun üzerine o kadar titriyorlardı ki onunla ilgilenip, oyun oynadıkları zamanlarda herhangi bir şekilde incinmesi durumunda çok üzülüyor ve bu duruma sebep oldukları için birbirlerini suçluyorlardı. Bu o kamil zatların ferasetleri ile hissettikleri ve gerçekleşecek olan hakikatın bir tecellisiydi.

Gençlik yıllarında kendilerine ders vermiş, hocalık yapmış olan büyük ve fazilet sahibi, değerli alim Şeyh Mustafa Buga onun ile geçirdiği yılları hayatının en güzel anları olarak nitelendirmekte ve bundan dolayı gurur duyduğunu bildirmektedir.

Şeyh Muhammed Hazretlerindeki üstün ve eşşiz vasıfları her konuşmasında dile getiren Şeyh Mustafa Buga,onun kendisini kat be kat geçtiğini pekçok kereler dile getirmişlerdir. Haznevi ailesini, özellikle Şeyh İzzeddin Hazretlerini ve Şeyh Muhammed Hazretlerini çok yakından tanıyan bu zat, İslam alemi içersindeki alimler arasında gerek kişiliği ve gerekse de eserleri ile önemli bir yere sahiptir. Telmaruf’ta Şeyh İzzeddin (k.s.)’i anma merasiminde yaptıkları bir konuşmalarında Şeyh Muhammed Hazretlerini müslüman alimleri toplamaya ve ümmetin sorunlarına çözümler bulacak çalışmalar başlatmaya çağırmış ve onun üstün vasıflarını böylelikle açıkça teyit etmişlerdi.

Şeyh Arabi Kabbani, Lübnan müftüsü ve Lübnan’ın ileri gelen değerli alimleri, Suriye Diyanet İşleri Başkanı,Türkiye, Mısır, Kuveyt, Arap Emirlikleri ve Sudan’dan gelen alimler ve yazarlar Telmaruf’a yaptıkları ziyaretlerinde ve katıldıkları münasebetlerde Şeyh Muhammed Hazretlerinden ve Haznevi mürşitlerinden her zaman büyük üstatlar, saygı değer alimler, muttaki önderler olarak övgüyle bahsetmişlerdir.

Bu sadece onlarla sınırlı bir olay değildir. Kuveyt’in ve diğer beldelerin selefi alimleri de tasavvufa karşı olmalarına rağmen Şeyh Muhammed Hazretlerini tanıdıkları zaman onun değerini hemen anlamakta, ona ve fikirlerine büyük bir saygı göstermekte, tasavvufi anlayışına ve izledikleri yola büyük değer vermekte yediler.

Fıkıh alanında İslam dünyası içersinde çok ileri bir yerde olan, belki de ilk sırada yer almakta olan alim zat Vehbi Zuhayli’de Telmaruf’a davetli olarak gelmişlerdi. Tasavvufa ve tarikat ehline o kadar da sıcak bakmıyorlardı. Fakat Şeyh Hazretleriyle tanıştıktan, onun ilminin büyüklüğünü, tevazu ve takvadaki bensersizliğini, halim ve sevecen tavırlarını, o üstün ahlaki meziyetlerini, inceliklerini ve sünnete bağlılıklarını gördüklerinde nasıl bir zat ile karşı karşıya olduklarını anlamışlardı.

Bu sıradan bir zat değildi ve bu karşılaşma da sıradan bir karşılaşma değildi. Kalpler yumuşadı ve fikirler değişti.

Şeyh Hazretlerinin dergah ı ilim üzeredir. Haznevi mürşitleri hepsi zamanlarının en büyük alimleri arasındadırlar. Bu kol alimden alime devredile gelmiş bir yoldur. Şeyh(k.s.) Tel’maruf’taki şer-i ilimler medresisinde iki bine yakın talebe okutup ve bunların yeme, içme, barınma gibi tüm ihtiyaçlarını kendi öz malından karşılamakta ydı. Fakir olan, durumu olmayan ama İslami ilimleri öğrenme aşkı içinde olanlara kapılarını ve tüm imkanlarını açmakta, onları İslam ümmeti için faydalı bir hale getirmeye çalışmaktaydı.

Bu destek sadece okul yılları ile sınırlı kalmamakta, mezun olanlardan durumu iyi olmayanları da kendi imkanları ile münasip bir şekilde evlendirmektedirler. Bu talebelerden istediği; gittikleri beldelerde İslam’ı öğretmeleri, emr-i bilmaruf ve nehy-i anil münker farizasını yerine getirip, bu yüce adapları hem yaşamaları ve hem de yaygınlaşması için gayret göstermeleridir.

Şeyh Hazretleri çıktıkları irşat amaçlı seyahatlerinde toplumun her tabakasından insan ile ilgilenir ve dini şuur ve bilincin oluşması ya da daha da kuvvetlenmesi için gayret göster irlerdi. Resmi yetkililerin ve medeniyetin uğramadığı ücra yerlere dahi tebliğ için gitmekte ydiler. Bu duruma oranın ahalisi bile şaşırmakta ydılar.

Onlar bu yüce zatı tanıyınca, onun sohbetini dinleyince ona öylesine bağlanmaktaydılar ki bu tariflere sığmaz bir haldi. Şeyh Hazretleri onlara dinlerini öğretecek bir alim göndermeyi teklif ettiğinde onlar bunu hemen kabul etmekte böylece hem Nakşi-Haznevi yoluna girmekte ve hem de dünya ve ahiret saadetini elde etmekte ydiler.

Şeyh Muhammed (k.s.) hazretleri mübarek topraklarda 2005 yılında ramazan ayında geçirmi ş olduğu elim kazadan sonra açıklanan yüce vasiyetnameleri ile kendilerinden sonra yerlerine alim ve mutasavvıf bir zat olan, yüce ahlaki meziyetlerle bezenmiş, engin ve yüce görüşlü, eşşiz insan Şeyh Muhammed Muta’ El-Haznevi’yi halife olarak bıraktılar. Böylece tüm tarikat ve irşad işlerini, müridlerin idare edilip, eğitilmeleri vazifelerini, müslümanların hallerinin ve ahlaklarının iyileştirilmesi görevini, ilmi yayma ve birleştirici olma gibi çok geniş vazifeleri bu yüce şahsiyetin omuzlarına yüklemiş oldular.

Şeyh Muhammed Muta’ (k.s.) bu eşşiz ve yüce ailenin İslam ümmetine sunduğu yeni bir hediyedir. O ilim ve hikmet pınarları ile dolu, irfanın menbağı olan Haznevi Medresesinde yetişmiş, Şeyh Muhammed Haznevi (k.s.) gibi bulunmaz bir alim ve irfan ehli zatın yanında icazet almış bir şahsiyettir. Şeyh Muhammed Haznevi (k.s.) hazretleri, diğer evlatları arasında sadece ona icazet vermiş ve kendi mübarek elleriyle, gözyaşları ile ıslattığı sarıklarını sarmışlardır.

Şah-i Hazna lakabıyla ünlü Şeyh Ahmed Haznevi (k.s.) bir sohbetlerinde

-”‘Büyüklük kıyamete kadar bu kapıdan asla ayrılmayacaktır.’ buyurmuşlardır.

-”Allah (c.c.) kendi emanetini koruyan ve ona ihanet etmeyene ihanet edecek değildir. Kur’an ve sünneti yaşayarak ve bu yüce adaplara uyarak büyüklük elbisesini giyenlere, onlar bu elbiseyi çıkarmadıkları sürece rahmet etmekten geri duracak değildir. Kendi dinini yükselten, bu uğurda her türlü meşakkete katlanan, asla yılmayan, korku duymayan ve gevşemeyen zatları, yüzüstü bırakacak değildir. Onları herkesten üstün ve kimseye yüzsuyu dökmeyen bir hale getirecek ve kendi rahmetini ve hidayetini onlar eliyle dünyaya yayacaktır. Kendi önünde tam bir teslimiyetle eğilen bu zatların önüne, tüm dünyadan insanları toplayıp, önlerinde boyun eğdirecek ve onlar eliyle hidayet dağıttıracaktır. Kendisini bir an dahi unutmayan, ondan asla gafil olmayan bu zatların, şanlarını, ahlaklarını ve suretlerini insanların hafızalarından çıkarmayacak, onları hep düşünmelerini sağlayacaktır. Bu hatırlayışa feyiz ve bereket koyarak,onların makamlarını daha da arttıracaktır.”

 

Devam edecek…

“Tarikat edepten ibarettir. Burada bir tarikatin bir silsilesinin mürşidleri anlatılıyor. Lütfen başka silsilelerden şeyhlerin mürşidlerin adlarını kullanarak yorum yazmayın. Konu özeldir dağılmamalıdır.”

Muhammed Muta’ hazretleri (k.s.) Ravda-i Mutahhara önünde Rabıta halı

“Tarikat edepten ibarettir. Burada bir tarikatin bir silsilesinin mürşidleri anlatılıyor. Lütfen başka silsilelerden şeyhlerin mürşidlerin adlarını kullanarak yorum yazmayın. Konu özeldir dağılmamalıdır.”

Muhammed Muta’ hazretleri (Radiyallah-u anh);

Evliyanın büyüklerinden. İslâm bilgilerinin mütehassısı. Çeşitli musibetlere düçar olup bütün bu acı musibetlerden sabır ve metanetle çıkmayı başaran edna sadatlardan olup, İnsanlara doğru yolu göstererek, hakiki saâdete kavuşturan ve kendilerine “Silsile-i âliye” ismi verilen âlimler ve veliler zincirinin “Kırk birincisidir. Asrının gavsi idi.

Şeyh Muhammed Muta’ hazretleri (k.s.) Tarikatın hilafetini kendisine, hiç şüphesiz, muhterem pederi Muhammed El Haznevi (k.s.) vasiyet etmiş, kendi makamına O’nu geçirmiş, çatısının altındaki kimselerin başına O’nu seçmiş ve İrşad Seccadesine kendisinin vekili olarak oturtmuştur. Bunu da O’na kendi el yazısıyla kaleme almıştır.

Öyle ki;

O’nu inceleyen kimse, O’nun nur mürekkebiyle yazılmış olduğu ve bu icazet’e Rabbanı bir inayet gözüyle nazar kılındığını yakinen kavrar.

-”Ne zaman bir YILDIZ kaysa, Ey Göğün yıldızları!”

-”Başka bir yıldız doğar; diğer yıldızların kendisine sığındığı.”

Şu halde gözüne Muhammed El Haznevi (k.s.) in o değerli icazet’inin sürmesiyle sürmeleyen ve kulaklarının O’nun muazzam lafızlarının tadına vardığı Herkes bilsin ki; Muhammed Muta’ hazretleri (k.s.) En hayırlı seleflerin en hayırlı halefi olmuştur.

Yetişmesi;

Muhammed Muta’ hazretleri (k.s.) mübarek yüzü cemal ile örtülü, yücelik ve ikbal güneşinin parlaklığı doğmuş şekilde dünyaya geldi. Mübarek yüzünde şan pırıltıları görülmektedir.

Gülümsediği esnada mübarek yüzünde başarı müjdeleri görülür. Velayetinin yüceliğinde nurani parıltılar parıldar. Güzel ahlakında Rabbani izler vardır.

Er kişilerin ulaştığı seviyeye ulaşana ve Kemal makamlarının yüceliğine yükselene kadar çok değerli bir anne ve babanın kucağında büyüdü.

Kendisi, irşadın değirmen taşının üzerinde döndüğü bir kutup, zikri tüm zamanlar boyunca kayıbolmayacak bir âlimdir. (Allah-u Teâlâ O’nu muhafaza eylesin.) Göz kamaştırıcı Şerefli ve en hoş unsurlardan oluşan bir hane-i saadette yetişti. O saadetin nuru mübarek alnında hâlâ parlamaktadır.

Liderlik âlemetleri çocukluğundan beri üzerinde gözükmektedir. Adalet ve liderlik işaretleri küçüklüğünden beri mübarek alnında parlamaktadır.

Fazilet ve kerem sahalarında birbirleriyle yarışan ve şan ve değerler meydanlarında birbiriyle rekabet eden bir anne ve babanın arasında çok iyi bir şekilde yetişti.

Öyle ki;

İkisinden biri bu yarışı kazandığında diğerinin namaz kılması gerekirdi. Muhammed Muta’ hazretleri (k.s.), iki taraftan da asil bir soya ve her iki taraftan da yüksek mertebelere mensuptur.

Muhterem pederine (Muhammed el haznevi) Radiyallah-u anh gelince kendisi tarif edilmekten çok daha büyüktür. Gün ortasındaki güneşten bile parlaktır.

Muhterem validesine gelince takva sahibi ihlaslı ve Saliha bir hanım ve Muhammed Ma’sum el-Haznevi (k.s.) nin kerimesiydi.

Muhterem valideleri fazilet, iyilik ve ihsan sahibi hanımlardan biriydi. Fukaraya, dullara ve yetimlere tasaddukları ve iyilikleri çoktu.

Muhammed Muta’ (k.s.)  nın kendisine gelince, hoş bir siret sahibi, kabile ve divanın başbuğu, asil soylu yüksek makam ve şecere sahibi,  Seyyidliği ‘Silsile’ yoluyla tevarüs etmiştir.

Devam edecek….

Allah-u Teâlâ hazretleri (c.c.) Bizleri ve sizleri Muhammed Muta’ el Haznevi hazretleri (Radiyallah-u anhu) nun şefaatına nail eylesin. O’nun yüzü suyu hürmetine günahlarımızı afv eylesin. Amin

Fuad Yusufoğlu

DSC_3917  Fuad Yusufoğlu Muhammed Muta' hazretleri (k.s.) Tel İrfan'da

Muhammed Muta’ el-Haznevi hazretleri (k.s.) Tel İrfan’da

Muhammed Muta’ hazretleri (Radiyallah-u anh)- 2

Muhammed Muta’ hazretleri (k.s.) rahat ve kolay bir hayat yaşadı. Bol nimet ve ihsan edilen İlahi armağanlar içinde yetişti.

Muhterem pederleri O’nun İslam’i bir terbiye ile yetişmesine özel bir önem verdi. Daha erken yaşlardayken O’nun ahlakını süslemek için uykusuz kaldı.

Fakat O’nun için mal ya da mülk gibi hiçbir şey biriktirmiyordu. Okuma yazmayı öğrenmiş ve önceki alimlerin adeti olduğu üzere küçüklüğünden itibaren Kur’an-i Kerim’i öğretmiştir.

İlmi yönü;

Muhammed Muta’ hazretleri (k.s.) Ondan sonra anne babasının himaye kanatları altında ilimle meşgül olmaya başladı. Faziletli bir anne’nin şefkatı ve büyük bir mürebbi olan bir babanın sevgisi ile büyüdü.

İkisi de O’nu teşvik ettiler ve kendisinin de bilgiye olan eğilimi ve Edebi ilgileriyle onu en güzel yöne yönlendirdiler. Maharet ve beceri sahibi oluncaya kadar ilimleri tahsil etti.

Öyle ki;

kendisine lazım olan bütün öğrenim araçlarını ve vesilelerini elde etti. Kendisi için uzmanlık alanlarında müderrisler tayin edildi. O da zamanının en seçkin âlimlerinden olan pek çok âlimin elinde ilim tahsiliyle meşgül oldu.

İlim, irfan ve marifet pınarlarından kana kana içti. Öğrenimini Haznevi şer’i ilimler Enstitüsü’nde tamamladı. İçinde daha fazla ilim taleb etme isteği ve kazandıklarından daha fazlasına bir iştiyak duyduğunda Beyrut Ünüversitesi Davet Fakültesi’ndeki Yüksek öğrenimine devam etti. Oradan üstün bir başarı ve parlak bir dereceyle mezun oldu.

Nitekim denir ki;

-“Daha gençliğinin baharındayken liderliğe kavuştu.”
-“Muhakkak ki gençler geleceğin liderleridir.”

Sağını solunu ayırdığından ve doğru ile yanlış ayıredebildiği andan şimdiye kadar hâlâ marifet ve ilim elde etme yolunda daim, ilmin ince meselelerini gizli oldukları yerden çıkarma konusunda hassas, kamil ve hayırlı zatların hallerini araştırmaya ve bütün zamanlarda ağızlarda övgüsünün büyüklüğü konuşulan bir âlim, hatırasının resmi bütün mekanlarda O’nu görenlerin gözünden gitmeyen bir Salih, gecelerin O’nun gibiyle değer kazanmadığı bir Veli ve o’nun mükemmelliğini ve üstünlüğünü duyduğu esnada belağatının bütün duyguları titrettiği bir edib gibi Gönül Ehli ve ebrar’dan olan Salih kimselerin hallerinin menakıbını tesbite düşkündür.

Ömrünün ilk zamanlarında, muhterem Pederinin sohbetlerinde bulunduğu yıllardan ilk gençlik, yetişkinlik dönemine ve “Emanet’in yükünü” omuzlarını güçlendirdiği zamanlara kadar genel kültürünü geliştirmeye çabaladı.

Böylece kendisi İlahi yardım ve lütüflarla bilginin çeşitli güzellikleriyle süsledi. Bununla birlikte muhterem pederi olan Muhammed el haznevi hazretleri (r.a.) nin hayati tecrübelrinden ve muhterem pederlerinin O’nun kültürel birikimi ve ufku açılsın diye beraberinde onları ziyerete götürdüğü, O’nun Salihler ve âlimlerle olan dostluklarından istifade etti.

Devam edecek….

Allah-u Teâlâ hazretleri (c.c.) Bizleri ve sizleri Muhammed Muta’ el Haznevi hazretleri (Radiyallah-u anhu) nun şefaatına nail eylesin. O’nun yüzü suyu hürmetine günahlarımızı afv eylesin. Amin

Fuad Yusufoğlu

DSC_3921  Fuad Yusufoğlu Muhammed Muta' (k.s.) 1 Tel İrfan

Muhammed Muta’ el-Haznevi (k.s.) Tel İrfan’da

Muhammed Muta’ hazretleri (Radiyallah-u anh)- 3

Muhammed Muta’ Hazretleri (k.s.), muhterem pederini, uman’ının kaynağından sabah akşam kana kana içti. Efendisinin Ma’rifet meyvelerinden çok güzel meyveler devşirdi. Geniş bilgileri, sadece muhterem pederinin içtikleriyle sınırlı değildir.

Bilakis şanlı dedesi (İzzeddin El-Haznevi) nin ve pederinin öğrencilerinden olan çağındaki büyük âlimlerin izinden de gitti. Onlardan hoşuna giden çeşitli ilim sanatları, kıymetli cevherler ve alışkanlıklar aldı.

Arpça’nın Nahv’i (sentaksı), sarf’ı (morfolojisi), Aruz’u (şiiri) ve belağati (retoriği) konusunda sağlamlaştıktan sonra çeşitli ilimleri hem kavramsal çerçeve (mantuk) ve hem de içerik (medfum) bakımından tahsil etti.

Kendisi fıkıh kapılarından girmedik hiçbir kapı, ilim dallarından uğraşmadığı dal ve Kur’an ilimleri ve Tefsir, fıkıh ilmi ve Usülü, Hadis ve Istılahları, Önermeleri, sonuçları, kıyası ve hükümleri ile Mantık ilmi gibi Şer’i İlimler’den ve diğer Nakli ve Akli ilimlerden uğraşmadığı hiçbir ilim bırakmadı.

Derin anlayışı;

Zat-ı âlileri üzerine düşeni en mükemmel şekilde yerine getirmiş ve şöhreti insanlar arasında kulaktan kulağa yayılmıştır. Muhterem pederlerinden devraldığı mirası güzelleştirmiş ve daha da geliştirmiştir.

Zat-ı âlilerinin faydası bütün kulları ve beldeleri içine almıştır. Zira yüksek soyuyla beraber kendisi aynı zamanda zarif görünüşlü, güzel endamlı, kamil, zeki faziletli bir âlimdir.

Kısaca;

Kendisinin menakıbı sayılmayacak kadar çok, faziletleri bitirimiyecek kadar maşhurdur. Yakışıklı, zarif, göz alıcı ve mütebessim aydınlık yüzü bütün cüzel ahlaklara sahiptir. Bununla birlikte vakar, hilim, basiret ve ilim sahibi bir de görkemi vardır.

Cemalını ve güzelliğini gören kimse o’nu sever. Ancak vakar’ına ve azametine muhatap olan kimse ise ondan korkar. Andolsun ki, işte bu nitelikler bütünüyle Ariflerin nitelikleridir.

Ariflerden birine; bir arifin sıfatı soruldu;

Buyurdu ki;

-“O kendisini hiçbir şeyin kederlenmediği ve her şeyle safa bulan kimsedir!”

Muhammed Muta’ hazretleri (k.s.) ömrünün başlangıcından Otuz yılı aşan bugünkü yaşına dek birçok ilim elde etmiş; çoğunu da bizzat muhterem pederi Muhammed El Haznevi (Rahmatullahı aleyh) ve çağdaşı olan diğer ihtisas sahiplerinden almıştır.

Devam edecek….

Allah-u Teâlâ hazretleri (c.c.) Bizleri ve sizleri Muhammed Muta’ el Haznevi hazretleri (Radiyallah-u anhu) nun şefaatına nail eylesin. O’nun yüzü suyu hürmetine günahlarımızı afv eylesin. Amin

Fuad Yusufoğlu

DSC_4101 Fuad Yusufoğlu  Muhammed Muta' (k.s.) 1 Tel irfan'da

Muhammed Muta’ el-Haznevi (k.s.) Tel İrfan’da

Muhammed Muta’ hazretleri (Radiyallah-u anh)- 4

Fazilet ve edep konusundaki üstünlüğüne rağmen kendisini yine de mütevazi ve iyi ahlaklı, sevecen ve güzel bir arkadaş olarak ve tekellüf ve yapmacıktan uzak olarak görürsün.

Ancak! Bu yüzden, gönüller kendisine meylediyor ve insanların aşkı kendisine yöneliyor.

Büyük himmeti kendinse yüce işleri işaretlemiş ve hedef olarak çizmiştir. Ardından kabiliyeti meydana çıkmış ve kendisinin asaleti tecelli etmiştir.

Akranlarını geride bırakmış ve yakınlarını ve dostlarını geçmiştir. Böylelikle de sinelerinde ona karşı gizledikleri kin ve hased gibi art niyetleri ortaya çıkmış ve ona karşı sakladıkları hile, ihanet, düşmanlık ve şiddetli muhalefet açığa çıkmıştır.

Sorumluluk bilinci;

Murşidimiz Muhammed Muta’ hazretleri (k.s.), Nakşibendi tarikatını pederi Muhammed el-Haznevi (Kuddisesirruh) den almıştır. Bu yola çekingen korkakların dalışı gibi değil; şecaatli bir arslanın dalışı gibi dalmış ve bu uğurda muhterem pederine olan güven ve bağlılığını hiç kaybetmemiştir.

Bunun sonucu olarak da, tıpkı kendisinden önceki selefin adeti ve kendisinden sonra gelecek olan halefi için de geçerli olacak aynı kanun üzere, yorgunluk ve bıkkınlıktan bir an duraksamaksızın her daldan ilim ve edep meyvelerini devşirmiştir.

Kendisi kolayı tavsiye eden, güzel görünüşlü, ince kalpli, mükemmel bir akla, sağlam bir dindarlığa sahip, Takva ve Yakin sahibi, doğru sözlü, Sünnet-i Nebevi (s.a.v.) ye devam eden, Şer’i Hükümleri ve Tarikatın adab-ı erkanını koruyan biridir.

Olgunluk ve Kemalı;

Çeşitli akli ve nakli ilimleri kana kana içtikten ve olgunlaşıp kemale erdikten sonra öyleyse kendisinin seleflerinin ve ecdadının makamına geçmiş olması tuhaf bir durum değildir. Muhterem pederine varis ve O’nun irşad seccadesine oturması doğaldır.

Bilakis asıl beklenilen, kendisinin bu derinliğe ve kabiliyete olan irfani eğilimleriyle beraber bereketli ve bol ürün sunamsıdır.

Özellikle de kendisi ikamet ettikleri beldelerde bu uzun süre boyunca muhterem pederi ve dedesi ile beraber yaşadıktan, muhterem pederine Suriye içindeki ve diğer Arap ülkelerindeki yolculuklardan pek çoğunda refaket ettikten ve ayni şekilde ona Avrupa ülkelerine yaptığı uzun yolculuklarında ve oradaki ikametlerinde refaket ettikten sonra O’nun ahlakını ve yapısını daha yakından tanıdı.

Ve O’nun tarikatın adab-ı erkanı uğrunda çabaladığı ve hedeflediği şeyleri daha yakından idrak etti.

Devam edecek….

Allah-u Teâlâ hazretleri (c.c.) Bizleri ve sizleri Muhammed Muta’ el Haznevi hazretleri (Radiyallah-u anhu) nun şefaatına nail eylesin. O’nun yüzü suyu hürmetine günahlarımızı afv eylesin. Amin

Fuad Yusufoğlu

DSC_3809  Fuad Yusufoğlu Muhammed Muta' (k.s.) 1 Tel İrfan

Muhammed Muta’ el-Haznevi (k.s.) Tel İrfan’da

Muhammed Muta’ hazretleri (Radiyallah-u anh)- 5

Öyle ki;

Muhterem pederi Muhammed El Haznevi hazretleri (k.s.), O’nun hakkında şöyle buyurdu ki;

-“Oğlum Muhammed Muta’, bütünüyle; baştan ayağa kadar mahza akıldır.”

Bu konuda, er kişilerin, vasıflarında uzman olan bir âlimin tanıklığı sana yeter! Nitekim, bu tanıklık muhterem pederinin irtihalindan sonra doğrulanmıştır.

İnsanlar Muhammed Muta’ hazretleri (k.s.) nin başına gelen musibet ve acılara karşı yüce sabit dağların bile sergilemekte acze düştükleri, geösterdiği genişlik, güzel ahlak, sabır, hilim ve vekar gibi Muhammed Muta’ kuddisesiruhu nun kerametlerini bizat gördüler.

Muhammed El-Haznevi (kudisesiruhu) nin Onu vasiyet etmesi;

Muhammed El haznevi (k.s.), ölüme o gelmeden önce hazırlanmış ve kılıcını sıyırıp bir elinden diğer eline alarak onu bekliyordu. Muhammed (s.a.v.) i mirasını da sağ elinde, sol eline dolaştırıyordu. Ne Necid’teki ne de Ziselem’deki komşularına uğramadan, Mekke’den Medine’ye, Medine’den Mekke’ye gidip geliyordu.

Hiç şüphesiz, tarikatını ve müridlerini zeki, faziletli, soylu ve asil evlad-ı pâkı, âlim, zahid allame, kavrayış sahibi, tartışmasız Muhammed’i Varis Muhammed Muta’ hazretleri (k.s.) ne teslim etmiştir. Alah-u Teâlâ O’nu muhafaza eylesin.

Muhammed Muta’ el haznevi hazretleri (k.s.), Muhammed El-Haznevi (k.s.) nin evlad-ı pâkı, varisi ve O’nu kendinse seçtiği ve kendinden sonra irşad seccadesine O’nu oturttuğu ‘yegane’ halifesidir.

Nakşibendi tarikatının hilafetini, katarakt ameliyeatı olarak için Almanya’ya gittiği sırada, doğru ilhamların mazharı, şan sahibi insan-ı kamil muhterem pederi Muhammed El Haznevi (k.s.) den, kendi mübarek el yazısıyla yazdığı vasiyetle almıştır.

Muhammed El Haznevi (k.s.) Almanya’da bu vasiyete üçü ûlemadan üçü de kendi sırlarını paylaştığı sırdaşlarından olmak üzere altı kişiyi de şahid tutmuştur. Şahidlerin hepside o vakit Avrupa’da kendisine refaket eden Türkiye vatandaşlarıdırlar. Sonra bu vasiyeti kapalı bir zarfın içinde kasasına koymuştur ve bunu Umre’ye seyahat edene kadar hiç kimseye bildirmemiştir.

Muhterem zevcesine eğer kendinden sonra hayatta kalırsa sahip olduğu şeylerin bulunduğu kilitli kasasında bir vasiyetin olduğunu bildirmiştir. Ve muhterem zevcesini kim olursa olsun ondan kimseye bahsetmemesi konusunda uyarmıştır.

-“Eğer sağ salim geri dönersem ne alâ! Aksi takdirde kasa Şeyh (k.s.) in ev halkı, ulemâ ve havastan kimselerden orada bulunanların önünde açılsın ve vasiyette bildirildiği üzere amel edilsin!”

Devam edecek….

Allah-u Teâlâ hazretleri (c.c.) Bizleri ve sizleri Muhammed Muta’ el Haznevi hazretleri (Radiyallah-u anhu) nun şefaatına nail eylesin. O’nun yüzü suyu hürmetine günahlarımızı afv eylesin. Amin

Fuad Yusufoğlu