‘Mükaşefe-tül kulub’ olarak etiketlenmiş yazılar

dsc08845-fuadyusufoglu-girnavas.JPG

Girnavas (cintepesi) mevki-i

Tefekkür, ilim öğrenmek istemektir. Kendiliğinden elde edilmeyen ilimler öğrenilmelidir. Bu da bir başkasının bildiklerini kendisinin de bilmesiyle meydana gelir.

Böylece iki marifet birleşir, aralarında üçüncüsü doğar, erkek ve dişiden çocuk meydana gelmesi gibi olur.

Bu iki marifet, üçüncü marifetin aslı olur. Sonra bir başkası ile birleşir, ondan da dördüncüsü meydana gelir. Bunun gibi ilimlerin çoğalması, nihayete doğru gider.

Bu yolla ilim elde edemeyen, asıl olan ilimlerin yolundan gitmemiştir. Böyle bir kimse sermayesi olmadan ticarete atılan kimseye benzer ki, bir şey yapamaz.

Eğer bilirse, fakat aralarını nasıl birleştireceğini anlayamazsa sermayesi olup alışveriş ilmini bilmeyene benzer.

Bunun hakikatini anlatmak uzun sürer. Burada bir misal vermekle yetinelim. Ahiret’in dünyadan daha iyi olduğunu bilmek isteyen kimse, dünyadan iki şey’i bilmeyince bunu anlayamaz.

Biri:

Sonsuz olanın geçici olandan iyi olduğunu bilmektir.

Diğeri de:

Ahiret’in sonsuz, dünyanın geçici olduğunu anlamaktır. Bu iki aslı bilince, zaruri olarak, ahiret’in dünyadan iyi olduğunu bildiren ilimler ondan meydana gelir. Bu meydana gelmekle mu’tezilenin dedikleri gibi demek istemiyoruz. Bu ise ayrı ve uzun bahistir.

Bundan anlaşıldı ki,

Bütün tefekkürün hakikati, kalbde hazır olacak iki ilmi aramaktır. İki atın birleşmesinden koyun doğmadığı gibi, herhangi iki ilimden de istenen ilim doğmaz.

İlimden her çeşidin, ayrı iki aslı vardır. Bu iki asıl kalbde bulunmayınca bu beklenen meydana gelmez.

Devam edecek…

Kimya-yi Saadet (İmam-i Ğazali)

Allah-u Teâla (c.c.) bizleri ve sizleri tefekkürün hakikatını idrak eden kullarından eylesin. AMİN….

Fuad Yusufoğlu

Tefekkür- 13

15 Temmuz 2008

dsc08840-fuadyusufoglu-girnavas.JPG

Girnavas mevki-i (Nusaybin)

Gökte nice yıldızlar vardır ki, yerden yüzlerce defa büyüktürler. Uzak olduklarından nokta gibi görünüyorlar. Yıldızlar böyle olunca, feleğin yani göklerin büyüklüğü buradan anlaşılır. Bütün bu yıldızlar, bu büyüklükleri ile senin gözünde gayet ufak görünüyor. İşte bu sebeple bunları yaratanın azamet ve hakimiyetini anlayabilirsin.

O halde yıldızda bir hikmet vardır. Renginde, hareketinde, istikametinde, doğmasında, batmasında bir hikmet ve fayda vardır.

Güneşe meyli sebebi ile, bazen güneş yakın, bazen uzak olur. Bazen de ılık olur. Gece ve gündüzün farklı olmasının sebebi de budur. Günler bazen daha uzun, bazen daha kısa olur. Bunun nasıl olduğunu anlatmaya kalkarsak uzun sürer, Allah-u Teala’nın, bu kısa dünya hayatında, bu hususta verdiği ilimleri anlatmaya kalkarsak günlerce devam eder. Bizim bildiklerimiz az ve aşağıdır.

Alimlere ve evliyaya bildirilen ilimler daha fazladır. Alimlerin ve evliyanın ilimleri de, peygamberlerin ilimleri yanında az kalır. Ve bütün bu ilimler, Allah-u Teâla (c.c.) nın ilmi ile karşılaştırmak istenirse, bunlara belki ilim bile denmez. İnsanlara bu kadar ilim veren ve sonra

-“Size ilimden az bir şey verildi” İsra Suresi ayet 85 Buyurmakla, bilgisizlik damgasını vuran Allah-u Teâla (c.c.) her şeyden münezzehtir.

Tefekkür ve düşünce hakkında verilen bu misaller insana kendi gafletini duyurmaya, anlatmaya yetişir. Çünkü bir padişahın sarayına gider, oradaki şekilleri, süsleri görürsün, uzun zaman bunu anlatır ve hayran olduğunu söylersin. Ama, Allah-u Teâla’nın binasında hiç hayret eylemezsin! Bu madde alemi, Allah-u Teâla’nın binasıdır, evidir. Bunu o yaratmış, O yapmıştır.

Tabanı yeryüzüdür. Fakat çatısının direkleri yoktur. Bu şaşılacak şeydir. Hazinesi dağlar ve denizlerdir. Bu evin lüzumlu eşyası hayvanlar ve bitkilerdir. Mumu Ay’dır. Ona ışık veren Güneş tir. Kandilleri yıldızlardır. Bu kandilleri tutan meleklerdir. Sen ise bu hallerden habersizsin.

Halbu ki ev büyük, göz ise küçüktür. Hepsini göremiyor. Sen padişahın sarayında ki bir delikte karınca gibisin.

Bulunduğun delikten, yiyeceğinden ve arkadaşlarından başkasından haberin yoktur. Sarayın güzelliğinden, hizmetçilerin çokluğundan, sultanın tahtından ve hakimiyet’in den de haberin yoktur.

Karınca derecesinde kalmak istiyorsan kal!

İstemiyorsan, yolun açıktır. Allah-u Teâla (c.c.) nın marifet bahçesini seyret.

Dışarı çık.

Gözünü aç.

Akıllara durgunluk veren halleri görür, kendinden geçer, hayran kalırsın.
Vesselam

Kimya-yı Saadet (İmam-i Ğazali)

Allah-u Teâla (c.c.) Bizlere ve sizlere Kalb gözüyle tefekkür eden kulların yüzü suyu hurmetine Günahlarımızı Afv eylesin. AMİN….

Fuad Yusufoğlu

dsc09308navale1.jpg

Kasyane (Nusaybin)

Rivayet edilir ki;

Adamın biri pazardan bir köle satın almak ister.

Köle adama şöyle der;

-“Ey efendim, Sana üç şartım vardır.”

-“1- Farz olan namazların vakti geldiği zaman beni namazımı kılmaktan men etmemen.”

-“2- Gündüzün bana istediğini yaptır, fakat bana gece hiçbir şey söyleme.”

-“3- Bana evinden bir oda ayırman ve oraya kimsenin girmemesini emretmen.”

Adam kölenin şartlarını kabul eder. Köleyi alıp, evine getirir ve

-“Odalara bak hangisini istersen onu seç.”Der.

Köle odaları dolaşır içlerinden harap bir oda görür ve efendisine;

-“Ben bunu seçtim.”der.

Bunun üzerine efendisi;

-“Ey delikanlı sen harap olmuş odayı seçtin.

Köle;

-“Ey efendim; bilmiyor musun harap olan oda, Allah (c.c.) la beraber bulunduğu zaman bağ, bostan olur?”

Köle gündüz efendisine hizmet etmekle meşgul olurdu. Gece ise sabahlara kadar, Allah (c.c.) a ibadetle iştigal ederdi. Bu hal böyle devam ederken, bir gece efendisi evi dolaşmaya başladı;

Kölenin odasına gelince baktı ki; oda aydınlık içinde, köle de secdeye varmış ibadete. Kölenin başında yer ile gök arasında asılmış Nurdan bir kandil var.

Köle secdede Allah (c.c.) a şöyle münacatta bulunuyor;

-“Ey Allah’ım; bana efendime hizmet etmeyi vacip kıldın, Ona gündüz hizmet ediyorum. Eğer bu olmamış olsaydı; gece gündüz sana ibadet ederdim. Beni bağışla Allah’ım.”

Kölesinin bu durumuna muttalı olan efendisi, Sabaha kadar ona baktı. Sabah olunca kandil yerinden kalktı, odanın açık tavanı kapandı. Adam eve döndüğünde bu halı karısına anlattı.

İkinci gece karısını alıp;

Kölenin bulunduğu odanın kapısına geldi. Köleyi gene secdede buldu. Odayı aydınlatan kandil de yerinde idi.

Karısı ile birlikte kapıda durup kölenin ibadetini seyrettiler. Sabaha kadar ağladılar.

Sabah olduğu vakit, adam kölesini çağırıp şöyle dedi;

-“Seni Allah (c.c.) için azâd ettim.Ta ki özür dilediğin kişiden kurtulup Allah (c.c.) a gece- gündüz ibadet edesin.

Bunun üzerine Köle ellerini semaya kaldırıp şöyle dedi;

-“Ey sır sahibi. Sırrı zahir eden kul’un, şöhret bulduktan sonra yaşamak istemez kulun.”

Sonra Allah (c.c.) a şöyle niyazda bulundu;

-“Ey Allah (c.c.) ım senden ölümümü diliyorum.”dedi ve düşüp öldü.

İşte salihlerin, aşıkların ve Allah (c.c.) ı isteyenlerin durumları böyledir.

Kalblerin keşfi (İmam-i Ğazali)

Allah (c.c.) bizleri ve sizleri Kalbın hastalığı olan Fısk-u fücur den sakınmayı ve kalbin ilacı olan Tevbe-i Nesuh ile amel etmeyi İhsan eylesin. AMİN

Fuad Yusufoğlu

dsc084048404baznetaka31.jpg

Sinne Dize mevki-i (Nusaybin)

Onun bu sözü, Cüneyd el Bağdadı (r.a.) ye anlatılınca, tasvib etti ve

Şöyle buyurdu:

-“İşte bu Allah (c.c.) velilerinden bir velidir. Uzun zamandan beri bu kadar güzel bir söz duymadım.”

Anlatıldığına göre, sonra bu adamın işi bozuldu, alışverişi bırakmak istedi. Cüneyd El Bağdadı (r.a.) bunu duyunca, ona bir miktar para göderip,

-“Al bunu sermaye yap, düzenini bozma. Çünkü ticaret senin gibisine zarar vermez.” Dedi.

Bu adam bakkallık yapardı, fakirlerden, satmış olduğu şeyle karşılık para almazdı…

İbnil- Mübarek (r.a.) da ehl-i ilmi tercih ederdi. Kendisine;

-“Bu zekatı daha şumülü bir şekilde dağıtsanız olmaz mı? Denildiğinde;

-“Ben Peygamberlik rütbesinden sonra, ülemânin rütbesinden daha büyük bir rütbe tanımam. Binaenaleyh, ehli ilimden birinin kalbı kendi maddî ihtiyaciyle meşgül olursa, kendisini ilme veremez, onların kendilerini ilme adamalarını sağlamak elbette ki çok daha iyi bir haraket olur.” Diye cevab verdi.

Zekât veya sadaka verirken, sakatları, bilhassa akrabayı gözetlemek de hem sıla-ı rahim, hem de sadaka sevabları vardır. Sıla-ı rahim’in İslamdeki yeri ve ecri muhakkak ki büyüktür.

Zekatı veya sadakayı gizli vermekte bir beis yoktur. Çünkü kişi, zekat vermek istediği kişiyi insanlar arasında çoğu zaman mahcup duruma sokmak istemez.

Allah(c.c.) Resulü (Sallallahu aleyhi vesellem) şöyle buyurmuşlardır

-“Sadakanın gizlisi, Rabbının gazabını söndürür.”

Cenabbi Hakkın;

-“Ey İman edenler, sadakalarınızı başa kakmak ve incitmek suretiyle heder etmeyiniz.” El bakara suresi Ayet: 2/264

İyiliğin en büyük düşmanı ve âfâtı, başa kakmaktır. Kendisine iyilik yapılan kimsenin de, bu iyiliğe karşı şükranda bulunması gerekir.

Çünkü Hadisi şerifte;

-“İnsanlara şükranda bulunmayan, Allah (c.c.) a şükretmez.”

Maruf’un (iyiliğin) eli, nerede olursa olsun bir ganimettir. Onu ister nankör taşısın, isterse şükreden. Şükredenin şükrü karşılıksız kalmaz. Nankörün davranışı da Allah (c.c.) a gizli olmaz.

Mükaşefe-tül Kulub (İmam-i Ğazali)

Allah-u Teala hazretleri (c.c.) bizleri ve sizleri Zekatına hakkiyle riayet eden, Namazı dosdoğru kılan kullarından eylesin. Amin…

Fuad Yusufoğlu

Hasankeyf (Batman)

Utbet-ül Ğulam (k.s.) nın hidayete gelmesi şöyle olmuştur.

Rivayet edilir ki,

Utbet-ül ğulam ( k.s.) namında biri vardı. Kendisi fısk-ı fucur ehlinden idi. Şarap içmek, etrafı ifsad etmekle meşhur idi.

Bu serhoş ve mufsid adam bir gün Hasan-i Basri (r.a.) nin meclisine girdi.

Hasan-i Basri (r.a.) yanında bulunanlara:

-“İman edenlerin, Allah (c.c.) ve hâk’den ineni zikr için, kalblerinin saygi ile yumuşaması zamanı hala gelmedi mi? (El Hadid Suresi ayet 57/16) Mealındeki Ayeti kerimeyi okuyup tefsir etti.

Sonra öyle güzel bir konuşma yaptı ki, kendisini dinleyenleri ağlattı.

Bunun üzerine cemaatten bir genç kalkıp Hasan-i Basri (r.a.) ye dedi ki:

-“Ey Muminlerin muttakisi. Yüce Allah (c.c.) benim gibi Fasık ve facir olanı tövbe ettiği zaman, tövbesini kabul eder mi ?”

Hasan–i Basri (r.a.):

-“Evet Allah-ü Teâla (c.c.) senin fısk ve fucurundan dolayı tevbe edersen tevbeni kabul buyurur.”

Utbetil ğulam (k.s.), bu sözü işittiği zaman yüzü sapsarı kesildi ve vucudu ürperek şiddetle titredi. Ve öyle bir çığlık attı ki bayılıp yere düştü.

Kendine geldiği vakit, Hasan-i  Basri (r.a.) ona yaklaşarak şu beyitleri söyledi:

Ey Arşın Rabbına karşı gelen ası genç
Gürültülü cehennemdir hazırlanan asilere ,
Öfkesi çoktur tutulduğu gün nasiyeler,
Ateşe dayanabilirsen Allah (c.c.) a asi ol,
Eğer dayanamazsan günahtan uzak ol,
Haberin yoktur, günahlara dalmışsın ,
Nefse zayıf düştün kurtulmaya çalış sen.

Bunun üzerine Utbetil Ğulam (k.s.), büyük bir çığlık atarak gene bayılıp yere düştü.

Kendine geldiğinde şöyle dedi:

-“Merhameti bol olan Allah (c.c.) benim gibi günâhkarı bağışlar mı ?”

Hasan-i  Basri (r.a.) dedi ki;

-“Günahkar olan kulun tevbesini ancak Allah (c.c.) kabul eder.”

Bunda sonra Utbetil Ğulam (k.s.) başını kaldırıp Allah (c.c.) a üç çeşit dua etti:

1-“Ey Allah’ım, eğer tevbemi kabul buyurup, günahlarımı affettin ise, bana iyi bir anlayış ve ezberleme ihsan et.Ta ki Kur’an-ı Kerimden ve ilimden işittiğimi kavrayayım”.

2-“Allah’ım, eğer tevbemi kabul ettin isen, bana öyle güzel bir ses ver ki, Kur’an-ı kerim okuduğumda duyan olursa kalbi yumuşasın.”

3-“Allah’ım bana helal rızık ver, beni ummadığım yerden rızıklandır.”

Cenab-ı hak (c.c.) onun duasını kabul buyurdu.

Anlayışı ve ezberi arttı. Kuran-ı Kerim okuduğu zaman her kim işitirse tevbe ederdi. Her gün evine iki pide ile bir tabak çorba konurdu, kimin koyduğu bilinmezdi.

Bu hal ölüme kadar devam etti. İşte Allah (c.c.) a yönelenlerin hali budur. Zira Allah (c.c.) , iyi amel edenlerin mükafatını zayi etmez.

<<<>>>Utbetül Ğulam (r.a.) nın hakkında başka bir yazı.<<<>>>

Mükaşafe-tül kulub (İmam-i Ğazali)

Allah (c.c.) Bizleri ve sizleri bu fani dünyada Geçirdiğimiz bu kısacık hayat boyunca Gaflet’ten uyanıp tövbe eden ve tövbesinde samimi olan sevgili kullarının Yüzü suyu hürmetine Afv eylesin. AMİN…….

Fuad Yusufoğlu