‘Tebe-i Tabiin’ olarak etiketlenmiş yazılar

Çağ-Çağ barajı (Nusaybin)

Şakik-i Belhi (Radiyallah-u anh);

Şekik-i Belhi (radiyallah-u anhu) Tebe-i Tabiinden. Evliyanın büyüklerindendir. Künyesi Ebu Ali olup, babasının ismi İbrahimdir. Şeki-i Belhi (r.a.): İbrahim Edhem (r.a.) in talabesi, Hatim-i Esam (r.a.) ın hocasıdır.

Dünyaya gönül bağlamayıp, haramlardan ve şübhelilerden şiddetle kaçardı. Şübheli korkusuyla mübahların da çoğuna yaklaşmazdı. Ticaretle uğraşırdı. 174 Hicri Miladı 790 senesinde vefat etti.

Hazreti Şakik-i Belhi (r.a.) ın tövbe etmesine Türkistan’deki bir putperest sebeb oldu. Ticaret için Türkistan’ gitti. Merak edip bir puthaneye girdi. Puta, isteklerini yana yakıla anlatan bir putperest’te;

-“Seni ve her şeyi yoktan var eden, Alim ve kudretli bir yaratanın var. Sana hiçbir fayda ve zararı olmayan puta tapacağına Allah-u Teâlâ (c.c.) ya ibadet et.” Dedi.

Putperest:

-“Eğer söylediğin doğru ise, O sana senin memleketinde rızık vermeye Kadirdir. Maden öyledir, niçin ta buralara kadar geldin?” dedi.

Şakik-i Belhi (r.a.) hazretleri, bu söz üzerine derin düşüncelere daldı. Ve Belh şehrinin yolunu tuttu. Yolda gelirken bir Mecusu ile yolculuk yaptı.

Mecusi, Hazreti Şakik (r.a.) ın Tüccar olduğunu öğrenince:

-“Eğer kısmetin olmayan bir rızık peşinde isen, Kıyamete kadar gitsen onu ele geçirmezsin. Şayet Kısmetin olan bir rızk peşinde isen onun arkasından koşma lüzüm yoktur. Çünkü; Sana ayrılan rızkın seni bulur.” Dedi.

Bu söze Hazreti Şakik-i Belhi (r.a.) hayran kaldı. Dünyaya karşı meyli azaldı. Artık ahret için çalışacağına kendi kendine söz verdi.

Belh Şehrine geldi. Belh’te müthiş bir kıtlık vardı. İnsanlar yiyecek bir şey bulamıyorlardı. Bu yüzden kimsenin yüzü gülmüyordu.

Şakik –İ Belhi (r.a.) çarşıda neş’eli bir köleye;

-“Ey köle herkes üzüntü içinde iken, senin neş’ene sebap nedir?” değince,

Köle;

-“Niçin üzüleyim? Benim efendim zengin bir kimsedir. Beni aç, çıplak bırakmaz ki.” Dedi

Hazreti Şakik (r.a.) bu söze şaştı ve:

-“Aman Ya Rabbi! Az bir dünyalığı olan şu zenginin kölesi böyle neş’eli. Halbuki, sen bütün canlıların rızklarına kefil oldun. Biz niçin gam ve keder içinde olalım.” Deyip Dünya meşgüliyetlerinden elini çekti.

Samimi bir tevbe ile ahrete yöneldi. Allah-u Tâlâ (c.c.) ya olan tevekküllü son derece fazlalaştı.
İbrahim-i Edhem (r.a.) hazretlerinin sohbetlerine başladı. Ondan feyz alarak olgunlaştı.

İbrahim-i Edhem (r.a.) le olan sohbetlerinden birini kendisi şöyle anlattı:

-“Hocam ile Mekke’de buluştum. Bana Hizir aleyhis-Selam ile olan karşılaşmasını anlatı.

Buyurdu ki;

‘Hızır (a.s.) ile bir defa görüştüm. Bana yeşil bir kabın içinde, güzel kokulu sekbaç ismindeki ekşili bir yemekten verdi.

“Bunu ye, Ey İbrahim!”dedi.

Almadım.

Hazreti Hızır Aleyhis-Selam bana :

-“Meleklerden duyduğuma göre, Bir kimse verileni kabul etmezse, bir şey verilmesini istediği yerden eli boş döner.” Buyurdu.

Şekik-i Belhi (r.a.) gençliğinde Gençlerin reisi idi. Bir gün arkadaşlarıyle birlikte, Mecusilerin taptıkları ateşin bulunduğu tapınağa geldiler.

Arkadaşlarına:

-“Haydi içeri girelim Mecusiler ne yapıyorlar? Ateşe nasıl tapıyorlar, bakalım.” Dedi.

İçeride güzel yüzlü bir gencin ateşe tapınmakta olduğunu gördüler. Hazreti Şakik-i Belhi (r.a.) o gence; Müslüman olmasını teklif etti.

O genç Hazreti şakik el belhi (r.a.) yanına gelip ona bir tokat vurdu. Hazreti Şakik-i belhi (r.a.) ve arkadaşları buna bir ma’na veremeyip, dışarı çıktılar.

…/….Devam edecek…

İslâm âlimleri ansiklopedisi

Allah-u Teâlâ Hazretleri (c.c.) bizleri ve sizleri Şakik –İ Belhi (r.a.) hazretlerinin yüzü suyu hürmetine günahlarımızı Afv eylesin. Amin…
Fuad Yusufoğlu

Şehidilharameyn’de (Tel İrfan) güneşin batışı (Suriye)

Şakik-i Belhi (Radiyallah-u anh) 2

Hazreti Şakik (r.a.);

-“Kendi kusurlarım sebebiyle bu Mecusi Müslüman olmadı. Sözüm Te’sir etmedi.” Diyerek, tevbe ve istiğfar eyledi.

Hatta, kusur ve günahlarının affi için ağladı, çok göz yaşı döktü. Uzun yıllar ilim öğrendi. Büyük alimler arasına girdi. Allah-u Teâlâ(c.c.) nın katında sevilen kimselerden oldu.

Aradan uzun yıllar geçmişti. Bir gün talebeleriyle yine o Mecusilerin tapındığı yere geldiler.

Talebelerine,

-“Gelin Mecusileri görelim de onlar gibi olmadığımız için Allah-u Teâlâ (c.c.) ya şükr edelim.” Buyurdu.
İçeri girdiklerinde ihtiyar bir mecusinin ateşe tapınmakta olduğunu gördüler.

Şakik-i Belhi (r.a.) ona;

-“Niçin Müslüman olmuyorsun? Güzel simalı bir ihtiyarsın.” Deyince,

İhtiyar:

-“Bana İslami anlat.” Dedi.

Hazreti Şekik-i Belhi (r.a.) ona İslamiyeti anlattı, oda Müslüman oldu. Beraberca dışarı çıktılar.

Giderken Hazreti Şekik-i Belhi (r.a.) yeni Müslüman olan ihtiyara:

-“Filan tarihte, mecusilerin bu tapınağında bir genç vardı. Şimdi ne haldedir?” diye sordu.

İhtiyar:

-“İşte ben o gencim.” Dedi.

Hazreti Şakik –i Belhi (r.a.) çok hayret etti ve:

-“Sana o zaman Müslümanlığı anlattım, Müslüman olmanı teklif ettim, kabul etmedin. Şimdi Müslümanlığı anlattım, hemen Müslüman oldun. Hikmeti nedir?” diye sordu.

İhtiyar bunu şöyle cevablandırdı:

-“O zaman senin sözün bana te’sir etmedi. Şimdi ise o kadar nur’lusun ki, benim pislik ve zulmetimi giderip temizledin. Allah-u Teâlâ (c.c.) senin nurunu artırsın.” Dedi.

Oradakiler:

-“Amin.” Dediler.

Bir gün yolda bir gayri Müslim Şakik-i Belhi (r.a.) ye dedi ki;

-“Bir kimse, kendisine rızık verdiği için Allah-u teâlâ (c.c.) ya iman ve ibadet ederse, o kimsenin bu yaptığı yalancılıktır.”

Şakik-i Belhi (r.a.) bunu duyunca yanındekilere;

-“Bu kimsenin söylediği sözü bir yere yazınız.” Buyurdu.

O gayri Müslim dedi ki;

-“Nasıl olur, senin gibi yüksek bir zat, benim gibi birinin söylediği sözü kayd eder mi?”

Hazreti Şakik-i Belhi (r.a.) buyurdu ki:

-“Evet, biz kim olursa olsun doğruyu söyleyen kimsenin sözünü alır, kabûl ederiz. Peygamberimiz fenedimiz Sallallah-u Aleyhi ve selem buyuruyor ki;

‘Hikmet, mü’minin gayb ettiği malıdır. Nerede bulursa alsın.”

Bu sözleri karşısında hayrette kalan gayr-i Müslim:

-“Bana İslamiyeti anlat. Ben de Müslüman olacağım. Senin dinin hak dindir. Tevâzu ve hakkı kabul etmeyi emrtemektedir.” Dedi ve Müslüman oldu.

Zengin olan zatlardan birisi, Hazreti Şekik-i Belhi (r.a.) ye dedi ki;

-“Ben senin ihtiyaclarını kendi malımdan karşılayayım.”

Şakik-i Belhi (r.a.) buyurdu ki;

-“Kabul ediyorum, ama şu şartla, bana verdiklerinden dolayı hazinende nokanlaşma olursa, malların hırsızlar tarafından çalınıp telef olursa, -Olur ya – bir gün bu niyetinden ayrılıp bana nafaka vermekten vazgeçersen, bende bir kabahat görüp vermekte olduğun nafakayı kesersen ve ömrün bitip ölürsen ve ben da nafakasız kalırsam ne olacak? Bütün bunların olmıyacağına dair bana bir teminat verebilirsen teklifini kabul edeyim.”

-“Halbu ki, benim rızkımı öyle bir zat veriyor ki, bütün mahlukların rızklarını verdiği halde hazinelerine zarar verme durumu yoktur. Bu kadar günahlarımız olduğu ve en ince teferuatına kadar bütün yaptıklarımızı bildiği halde ihsan-i ve merhameti o kadar boldur ki, kimsenin rızkını kesmiyor. Sonra onun için ölüm diye bir şey yoktur. Böyle bir zât rızkıma kefil olmuş iken başkasından bir şey beklemekliğim kulluğuma yakışır mı?”

-“Her türlü ayıb ve kusurlardan uzak olan böyle bir zâtı bırakıp da, kendim gibi aciz olan bir kula el açarsam Rabbım gücenmez mi ve böyle yapan kimselerin ne kadar zavallı ve akılsız oldukları meydanda değil midir?”

Bunun üzerine o zengin kimse bir şey diyemedi.

Devam edecek…

İslâm âlimleri ansiklopedisi

Allah-u Teâlâ hazretleri (c.c.) bizleri ve sizleri Şakik-i Belhi (Radiyallah-u anh) nin hürmetine günahlarımızı afv eylesin. Amin…

Fuad Yusufoglu

Bir asma yaprakları (Nusaybin)

Şakik-i Balhi (Radiyallah-u anh)-3

Şakik-i Belhi (r.a.):

Bir gün kendilerine nasihat kâr etemeyen bir gurub insanlara şöyle buyurdu:

-“Eğer çocuk iseniz mektebe, deli iseniz timarhaneye, ölü iseniz kabristane gidin. Ama müsliman iseniz Müslüman olmanın şartlarını yerine getiriniz.”

Şakik-i Belhi (r.a.) bir gün hocalarından Ebû Haşim er-Rummâni (r.a.) yi ziyaret etti. Hocası Hazreti Şakik’ın cebini kabarık görünce ne olduğunu sordu.

Hazreti Şakik (r.a.):

-“Dostlarımdan biri, orucunu bunlarla açmanı arzu ediyorum. Lütfen kabul et diye yiyecek bir şeyler verdi. Çok ısrar ettiği için ben de kabul ettim.” Dedi.

Bunun üzerine Hocası:

-“Demek sen akşama kadar yaşayabileceğini düşünüyorsun.” Diyerek sitem etti.

Bir sene Hacca gitmek üzere yola çıktı. Bağdad’a vardığında Halife Harun Reşid bunun geldiğini haber aldı ve yanına çağırttırdı. Hazreti Şakik-i Belhi (r.a.) halifenin yanına geldi.

Halife Harun Reşid sordu:

-“Zâhid olan Şakik-i Belhi sen misin?”

Hazreti Şakik-i Belhi (r.a.):

-“Şakik benim ama zâhid değilim.” Dedi.

Halife Harun Reşid nasihat isteğince

Şakik-i Belhi (r.a.) şöyle buyurdu:

-“Aklını başına topla ve çok dikkatli ol. Allah-u Teâlâ (c.c.) sana Hazreti Ebû Bekr-i Sıdık (r.a.) ın makamını verdi ki, senden, onda olduğu gibi doğruluk istiyor.”

-“Sana Hazreti Ömer-ül Faruk (r.a.) un makamını verdi ki, senden, onda olduğu gibi, hak ile batılı ayırmanı istiyor.”

-“Sana Hazreti Osman-ı Zınnureyn (r.a.) ın makamını verdi ki, senden , onda olduğu gibi haya ve kerem (çok lütuf ve ihsan) sahibi olmanı istiyor.”
-“Sana Hazreti Aliy-yül Mürtezâ (r.a.) nın makamını verdi ki, senden, onda olduğu gibi ilim ve adalet istiyor.”

Harun Reşid:

-“Biraz daha nasihat et.” Deyince,

Hazreti Şakik-i Belhi (r.a.) buyurdu ki;

-“Allahü Teâlâ (c.c.) nın cehennem diye bilinen bir yeri vardır ve seni oraya bekçi yaptı. Eline üç şey verdi ki bunlar: mal, kılınç ve kırbaçtır. İnsanları bu üç şeyle cehennemden uzaklaştır. Muhtaç biri gelirse ona mal ver. Allah-u Teâlâ (c.c.) nın emirlerine aykırı davrananları bu kırbaçla edeblendir, yola getir. Başkalarına haksızlık edenlerin, haksız yere adam öldürenlerin karşısına bu kılınçla sen çık. Eğer bunları yapmazsan Cehenneme ilk gidecek olan sen olursun.”

Halife Harun Reşid:

-“Biraz daha nasihat et.” Dedi:

Hazreti Şakik-i Belhi (r.a.) buyurdu ki;

-“Sen suyun menbai (kaynağı) gibisin. Senin vâlilerin, kumandanların da bu suyun kolları gibidirler. Suyun menbaı saf, temiz, berrak olursa, suyun kolları da berrak olur.”

-“Suyun Menbai temiz olup, kollarda hafif bulanıklık olursa da zararı olmaz. Ama Menbai bulanık olursa, artık suyun kollarının saf ve berrak olmasını ümid etmek mümkün olmaz.”

Harun Reşid :

-“Biraz daha anlat.” Dedi

Devam edecek…

İslâm âlimleri ansiklopedisi

Allah-u Teâlâ Hazretleri (c.c.) bizleri ve sizleri Şakiki Belhi( radiyallah-u anhu) yüzü suyu hürmetine günahlarımızı afv eylesin.Amin.

Fuad Yusufoğlu

Bahçe başı (Baverne) köyü -Nusaybin-

Şakik-i Belhi (Radiyallah-u anh)- 4

Hazreti Şakik-i Belhi (r.a.) buyurdu ki:

-“Düşün ki çölün ortasında kaldın, susuzluktan ölmek üzeresin. Birisi getirip bir içim su satsa bu suyu kaça alırsın?”

Harun Reşid de:

-“Ne kadar istiyorsa ona verir, suyu satın alırım.” Dedi

Hazreti Şakik-i Belhi (r.a.) buyurdu ki:

-“Elinde su bulunan kimse, bu suya mukabil senden servetinin yarısını istese, yina razı olurmusun.”

Harun Reşid:

-“Evet Razı olurum.” Dedi.

Hazreti Şakik (r.a.) buyurdu ki:

Düşün ki servetinin yarısını verip satın aldığın suyu içtin. Bir zaman geçince bu suyu dışarı atmak ihtiyacını duydun, fakat idrar yapamadın Öyle ki ölecek hâle geldin. Birisi çıkıp dese ki, ben senin bu sıkıntından kurtulmana sebeb olurum, lakin bana mukabil olarak mülkünün öbür yarısını isterim, dese ne yaparsın?”

Harun Reşid :

-“Elbette razı olurum. Ben o sıkıntıda iken servetimin ne ma’nâsı var?” dedi.

Bunun üzerine Şakik-i Belhi (r.a.) buyurdu ki;

-“O halde önce içtiğin sonra idrar yoluyla dışarıya attığın bir içim su kıymetinde bile olmayan şu servetine sakın güvenme. Bir kimseye karşı bununla öğünme.”

Bu nasıhatlardan sonra Harun Reşid çok ağladı. Hazreti Şakik-i Belhi (r.a.) yi çok hürmet ve saygı ile uğurladı.

Şakik-i Belhi (r.a.), Mekkeye gitti. Orada çok kimseler etrafında toplanır, sohbetlerinden ve nasihatlerinden istifade ederlerdi.

Birisine dedi ki;

-“Geçimini nasıl temin ediyorsun? Bir şey bulamazsan ne yapıyorsun?”

O kimse dedi ki:

-“Bir şey bulursam şükrediyorum, bulamazsam sabrediyorum.”

Hazreti Şakik (r.a.):

-“Belh şehrinin köpekleri de böyledir. Buldukları zaman, sevinirler. Bulamazlara bekleyip sabrederler.” Buyurdu.

O kimse dedi ki;

-“Peki bu hususta sizin yaptığınız nedir?”

Cevabında Şakik (r.a.):

-“Elimize bir şey geçerse, başkalarını kendimize tercih eder, başkalarına veririz. Geçmezse şükrederiz.”

Bunun üzerine o kimse Şakik-i Belhi (r.a.) hazretlerine sarıldı ve:

-“Vallahi sen büyük bir zatsın.” Dedi.

Hacden dönüp Bağdad’a geldiğinde va’z vermeye başladı. Hep, Allah-u Teâlâ (c.c.) ya tevekkül etmenin lüzumunu anlatırdı.

Birisi gelip, kendinse;

-“Hacca gitmek istiyorum.” Deyince

Şakik (r.a.) o kimseye:

-“Yol harçlığın nedir?” diye sordu.

O kimse:

-“Allah-u Teâlâ (c.c.) nın benim için takdir ettiği rızkın mutlaka bana ulaşacağını, bu rızkı başkalarının alamıyacağını, Allah-u Teâlâ (c.c.) nın takdirinin her zaman benimle beraber olduğunu, hangi halde ve durumda bulunursam bulunayım, Allah-u Teâlâ’nın benim durumumu benden daha iyi bilmekte olduğunu bilirim.” Dedi.

Bunun üzerine Şakik-i Belhi (r.a.):

-“Çok güzel, ne güzel yol harçlığın var. Tevekkül böyle olmalı. Güle güle git kardeşim. Yolun açık olsun.” Buyurdu.

Devam edecek..

İslâm âlimleri ansiklopedisi

Allah-u Teâlâ hazretleri (c.c.) bizleri ve sizleri dünya hayatından ibret alıp tevbe eden salıh kulların yüzü suyu hürmetine günahlarımızı afv eylesin. Amin.
Fuad Yusufoğlu

Kasyane (Navale sipi) -Nusaybin-

Şakik-i Belhi (Radiyallah-u anh)- 5

Şakik-i Belhi (r.a.) İmam-i A’zam Ebu Hanife (r.a.) yi çok medh eder şöyle buyuruyordu:

-“İmam-i A’zam Ebû Hanife bu zamanda insanların en ver’a sahibi (haram ve şübhelilerden) sakınanı, en alimi, en çok ibadet edeni, en cömerd olanı, dinin emirlerine uymakta en ihtiyatlı davrananı, Allah-u Teâlâ (c.c.) nın dininde kendi görüşü ile bir şey söylemekten en çok sakınanı idi. Bir mes’eleyi açıklayacağı zaman, bütün talabelerini toplar, hepsi bu mes’elenin dine uygun olduğunu ittifak edince;

-“Bu mes’eleyi filan bölüme yazınız.” Derdi.

Hazreti Şakik-i Belhi (r.a.) nın bir gün yanına bir ihtiyar gelip, Allah (c.c.) a tevbe etmek istediğini bildirdi.

Şakik-i Belhi (r.a.) Ona buyurdu ki:

-“İyi ama, keşke tevbe etmek için bu zamana kadar beklemeseydin.”

O ihtiyar kimse:

-“Öyle ama, yina de ölmeden önce geldiğim için erken gelmiş sayılırım.” Dedi.

Hazreti Şakik-i Belhi (r.a.):

-“Hoş geldin ve ne iyi ettin.” Buyurdu.

Bunun üzerine o kimse tevbe etti ve tevbesinden vaz geçmedi.

Şakik-i Belhi (r.a.) Buyurdular ki;

-“Bir musibet geldiğinde feryad-ü figan eden kimse Allah-u Teâlâ’ya karşı gelmiş olur.Ağlayıp szılamak, belâ ve müsibeti geri çevirmediği gibi, insanın sabredenlere verilen sevab ve mükafattan da mahrum olmasına sebep olur.

Devam edecek…

İslâm âlimleri ansiklopedisi

Allah-u Teâlâ (c.c.) Hazretleri bizleri ve sizleri Şakik-i Belhi (radiyallah-u anhu) nınyüzü hürmetine Günahlarımızı afv eylesin. Amin…
Fuad Yusufoğlu

Kasyane Navale sipi (Nusaybin)

Şakik-i Belhi (r.a.) buyurdular ki;

-“Bir kimsenin yanında mübarek bir zâtın iyilik ve güzel halleri anlatılırda, o kimse bundan zevk duymaz ve o mubarek zâta karşı kalbinde muhabbet hasıl olmazsa, bilsin ki kendisi kötü kimsedir.”

Şakik-i Belhi(r.a.) buyuruyor ki;

-“Bir kusuru ayıbı var diye bir kimseyi kötüleğen, hakaret eden kimse, kendi kendini Helak etmiş demektir.”

-“İnsanlar, bir kimse hakkında: (-’Bundan bize zarar gelmez bu emin kimsedir’) derlerse, o kimse bütün insanların zarar ve kötülüklerinden emindir.”

-“Kim Müslümanların aleyhinde konuşur, onları giybet eder, onlara iftira ederse, aralarında söz taşıyıp koğuculuk yaparak müslümanları birbirine düşürürse, Müslümanların hakkını gözetmez,onların kalblerini kırar, incitirse ve onları kendinden aşağı görürse, o kimse şeytanın hizmetçisi olmuş olur, dünyada fakir olur, ahrette iflâs etmiş vaziyette HAKİR VE ZELİL olur.”

Şakik-i Belhi (r.a.) buyuruyor ki;

-“Rızkı hususunda Allah-u Teâlâ (c.c.) ya tevekkül eden kimsenin güzel huyları fazlalaşır, cömert olur ve ibadetlerinde vesvese bulunmaz.”

Şakik-i Belhi (r.a.) buyuruyor ki;

-“Allah-u Teâlâ’nın azabından korkmanın alameti HARAMLARI TERK ETMEKTİR. Allah-u Teâlâ’nın rahmetinden ümidli olmanın alameti de, ÇOK İBADET ETMEKTİR..”

Şakik-i belhi (r.a.) buyuruyor ki;

-“İleride tevbe ederim diye günaha devam edenler, daha yaşarız ümidiyle, tevbe’yi geciktirenler, hatta Allah-u Teâlâ’nın azabını düşünmeyip, rahmetini ümid ederek tevbe etmeyenler, çok büyük gaflet ve felaket içindedirler.”

Şakik-i belhi (r.a.) buyuruyorlar ki;

-“Kendisine bir şey ikram ettiğin kimse ile, sana ikramda bulunan iki kişinin senin kalbindeki YERLERİNE DİKKAT ET. Eğer kalbindeki muhabbet, kendisine ikramda bulunduğun kimseye karşı daha fazla ise, bu ikram ve muhabbettin Allah için olduğu anlaşılır. Ama kalbindeki muhabbet, sana ikramda bulunan kimseye karşı daha fazla ise, bu dostluk menfaat içindir.”

Şakik-i Belhi (r.a.) buyuruyor ki;

-“Misafiri çok severim. Çünkü rızkını Allah-u Teâlâ veriyor. Ben hiç bir şey yapmıyorum. Bununla beraber, Allah-u Teâlâ bana sevab yazıyor.”

Şakik-i Belhi (r.a.) buyuruyor ki;

-“Akıllı, zeki, derviş, zengin ve cimrinin kimlere denildiğini Yediyüz tane âlimden sordum: Hepsi de birbirine yakin cevablar verip şöyle dediler:’

-“Dünyayı sevmeyen kimse AKILLIDIR.”

-“Dünyanın aldatıcı ve yalan olan zevklerine aldanmayan kimse ZEKİDİR.”

-“Allah-u teâlâ’nın takdir ettiğine razı olan, KANAAT EDEN ZENGİNDİR.”

-“Dünyaya ait arzusu bulunmayan, Allah-u Teâlâ’nın rızasını isteyen kimse DERVİŞTİR.”

-“Allah-u Teâlâ’nın verdiği ni’metlerden, mahlukuna faydalı olanları vermekten kaçınan, CİMRİDİR.”

Şakik-i Belhi (r.a.) buyurdular ki;

-“Dört bin Hadis-i şerif içinden, Dört yüz tane, bundan da kırk tane ve nihayet bunların içinden de şu dört Hadis-i şerifi seçtim”

-“1-Kalbini kadına bağlama. Zira bugün senin ise yarın başkasınındır. Eğer kadına itaat edersen cehenneme atılırsın.”

-“2-Kalbini mala bağlama. Zira mal sana emanettir.Bugün senin ise de yarın başkasınındır. Başkasının malı için kendini yorma.Başkasına hoş gelir, fakat günahı sanadır. Eğer kalbini mal’a bağlarsan Allah-u Teâlâ’nın haklarını gözetmezsin. Kalbine fakirlik korkusu girer ve şeytana itaat edersin.”

-“3-Herhangi bir şey hususunda kalbinde bir sıkıntı olursa o şeyi terk et. Zira mü’minin kalbi, şahit yerindedir. Şüphelilerden sıkılır, Helâl’da ise sükünet bulur. (sakin olur.)

-“4-Bir işin makbul olacağı hükmüne varmadan o işi yapma.”

İslâm alimleri ansiklopedisi

Allah-u Teâlâ hazretleri (c.c.) bizleri ve sizleri Hikmet sahibi olan bu veli kullar’ın yüzü suyu hürmetine Günahlarımızı afv eylesin. Amin.

Fuad Yusufoğlu

İmâm-i Mâlik (radiyallahu anhu) nın mübarek kabirleri (Cennmet-ül Baki’)

İmâm-i Mâlik (Radiyallah-u Anhu);

Ehli sünnetin amelde dört hak mezhebinden biri olan Mâlik-i mezhebinin imâm-i. Künyesi, Ebû Abdullah’tır. 95 (M. 711) senesinde Medine’de doğdu. 179 (M. 795) de yetmiş altı yaşında iken Medine’de vefat etti.

Soyu yemen kabilelerinden “Beni Esbah” kabilesine ve HİMYERİLERDEN BİR HÜKÜMDAR HANEDANINA DAYANIR. Dedelerinden biri Medine’ye yerleşmişti. Eshab-i Kiramdan olan dedesi Ebû Amr (r.a.) dır.

Tahsili;

Tebe-i Tabiinden (Tabiin’den sonra) olan İmâm-i Mâlik (r.a.), ilim ve hadis rivayetiyle meşgül olan bir ailede ve çevrede yetişmiştir. Dedesi Mâlik (r.a.), Babası Enes (r.a.) ve Amcası Süheyl (r.a.) hadis rivayeti yapmışlardır.

Yaşadığı muhit, Peygamber Efendimizin (Sallallahu aleyhi ve selem) in yaşamış olduğu ve İslam‘ın hükümlerinin va’z edildiği, Hazreti Ebû Bekr (r.a.), Hazreti Ömer (r.a.), ve Hazreti Osman (r.a.) zamanlarında İslam’ın merkezi olan ve çok ilim ehlinin bulunduğu Medine-i Münevvere idi.

Önce Kur’an-i Kerim’i ezberledi. Kendisinin isteği ve ailesinin yardım ve teşvikiyle ilim öğrenmeye başladı. Bu hususta kendisine en çok annesi ilgi göstermiştir.

Annesine,

İlim tahsiline gitmek istediğini söyleyince, ona en güzel elbiselerini giydirerek sarığını sarıp;

-“Şimdi git, oku, yaz.” Demiştir.

Ayrıca oğluna zamanın meşhur âlimi Râbi’at’ur Rey (r.a.) in yanına gitmesini, ondan ilim ve edep öğrenmesini söylemiştir.

Bu teşvik üzerine Râbi’a bin Abdurrahman (r.a.) ın derslerine devam edip, genç yaşta Re’ye dayanan fıkıh ilmini öğrendi.

Diğer âlimlerin de derslerine devam etti ve bilhassa yanından hiç ayrılmadığı hocası Abdurrahman bin Hürmüz (r.a.) ün derslerinden çok istifade etmiştir.

Genç bir talabe olan Mâlik (r.a.), hocasına karşı büyük bir hayranlık, muhabbet duyar ve üstün bir edep gösterirdi.

Bu hocası hakkında şöyle derdi;

-“İbni Hürmüz (r.a.) ün derslerine onüç sene devam ettim. Ondan öyle ilimler öğrendim ki, bunların bir kısmını hiç kimseye söylemiyorum. O, bid’at ehlini red bakımından ve insanların ihtilaf ettikleri şeyler hususunda onların en bilgisi idi.”

Devam edecek…

İslam âlimleri ansiklopedisi

Allah-u Teâlâ hazretleri (c.c.) Bizleri ve sizleri İmâm-i Mâlik (Radiyallah-u anhu) hurmetine günahlarımızı afv eylesin. Amin

Fuad Yusufoğlu

DSC00082   Fuad Yusufoğlu İmâm-i Nafi (Radiayallahu anhu) nın mübarek kabirleri (Cennet-ül Baki' mezarlığı) İmâm-i Mâlik (r.a.) hemen yanında)

İmâm-i Nâfi (Radiayllah-u anhu) nın mübarek kabirleri (Cennet-ül Baki’ mezarlığı)

İmâm-i Mâlik (Radiyallah-u Anhu)- 2

İmâm-i Mâlik (r.a.), muhitindeki bütün âlimlerden faydalanmış ve ilim uğrunda büyük fedakarlık göstermiştir. Bu hususta her türlü zorluğa katlanmış ve her şeyini harcamış, hatta tahsil uğruna evini dahi satmıştır.

İmâm-i Mâlik (r.a.) şöyle demiştir;

-“Öğle vakti Hazreti Ömer (r.a.) in oğlu Abdullah (r.a.) ın azatlısı olan Nâfi (r.a.) ye giderdim ve kapısında beklerdim. Nâfi hazretleri (r.a.) Hazreti Ömer (r.a.) den nakledilen ilimleri ve O’nun oğlu Abdullah (r.a.) ın ilmini biliyordu. Güneşten ve şiddetli sıcaktan korunmak için hiçbir gölge bulamazdım. Nafi (r.a.) dışarı çıkınca edeble selam verirdim.”

Ve onu kırmadan arkasından içeri girip;

-“Abdullah Bin ömer (r.a.) şu mes’elelerde ne buyurmuştur?” Diye sorardım. O’da suallerimi cevaplandırırdı.”

İmâm-i Mâlik, Nâfi (r.a.) vasitasiyle Hazreti Ömer (r.a.) ın ve Oğlu Abdullah (r.a.) ın ilimlerini öğrendi.

Ayrıca İbn-i Şihab ez-Zühri (r.a.) den ve Sâid bin el-Müseyyib (r.a.) gibi Tâbiin’lerden ilim öğrenmiştir. Bu hocalardan da ders almak için üstün gayret ve edeb gösterirdi.

İmâm-i Mâlik (r.a.) Şöyle anlatmıştır;

-“Bir bayram günüydü. Bayram namazını kıldıktan sonra, bugün İbn-i Şihab (r.a.) ın boş vakti olur diyerek evine gidip kapısının önünde oturdum.”

Hizmetçisine;

-“Kapıda kim var bak.” dediğini duydum.

Oda;

-“Kumral yüzlü talabeniz var.” Deyince

İbn-i Şihab (r.a.);

-“Onu derhal içeri al.” Demesi üzerine beni içer aldılar.

Biraz bekledim.

İbn-i Şihab (r.a.) yanıma gelip bana;

-“Herhalde evine gitmeden buraya geldin, yemek yemedin değil mi?” dedi.

Devam edecek…

İslam âlimleri ansiklopedisi

Allah-u Teâlâ hazretleri (c.c.) Bizleri ve sizleri İmâm-i Mâlik (Radiyallah-u anhu) hurmetine günahlarımızı afv eylesin. Amin

Fuad Yusufoğlu

DSC00032  Fuad Yusufoğlu İmâm-i Mâlik (Radiayallahu anhu) nın mübarek hocaları'nın kabirleri (Cennet-ül Baki' mezarlığı

İmâm-i Mâlik (r.a.)  ile  mübarek hocalarının mezarları (Cennet-ül Baki’ mezarlığı)

İmâm-i Mâlik (Radiyallah-u Anhu)- 3

İbn-i Şihab (r.a.) yanıma gelip bana;

-“Herhalde evine gitmeden buraya geldin, yemek yemedin değil mi?” dedi.

Daha ben ‘HAYIR’ demeden yemek hazırlanmasını emredince;

Ben;

-“Yemeğe, ihtiyacım yok.” Diye mukabalede bulundum.

Bunun üzerine İbn-i Şihab (r.a.),

-“Öyleyse söyle bakalım ne istiyorsun?” dedi.

Ben;

-“Bana hadis-i şerif öğretmenizi istiyorum efendim.” Deyince,

-“Yazı yazacak sahifelerini çıkar.” Dedi.

Ben de çıkardım ve bana KIRK TANE HADİS-İ ŞERİF Rivayet etti. Ben biraz daha hadis-i şerif rivayet etmesini isteğince;

-“Şimdilik bu kadar yeter, bunları ezberleyip nakledersen sen de MUHADDİS olursun.” Dedi.

İmâm-i Mâlik (r.a.), ehl-i beyt’den Ca’fer-i Sâdık (r.a.) den de ilim almış, onun sohbetinde bulunmuştur.

Bu hususta kendisi şöyle anlatır;

-“Ca’fer Bin Muhammed (r.a.) e giderdim. O çok yumuşak huylu ve güler yüzlü idi. Yanında Resulullah (Sallallahu aleyhi ve selem) anılınca yüzü sararırdı. O’nun meclisine uzun zaman devam ettim. Her görüşümde ya namaz kılar ya oruçlu olur veya kur’an-i kerim okurdu.”

-“İmâm-i Ca’fer-i sadık (r.a.) abdestsiz hadis-i şerif rivayet etmezdi. Ma’nasız sözleri hiç ağzına almazdı. O takva sâhibi, zahid, âbid ve âlimlerdendi. Yanına geldiğim zaman yaslandığı yastığını alır, mutlaka bana ikram ederdi.”

imâm-i Mâlik (r.a.), Bir gün hocası Ebu’z Zinad (r.a.) a hadis rivayet ederken rastlamış ve halkasına katılmamıştır.

Daha sonra hocası;

-“Bizim halkamıza niçin oturmadın?” diye sorunca

Şu cevabı vermiştir.

-“Yer dardı, oturamadım. Peygamber efendimiz (Sallallahu aleyhi ve selem) in hadis’ini ayakta dinlemek, edebsizlik olur diye ayakta dinlemek istemedim.”

Devam edecek…

İslam âlimleri ansiklopedisi

Allah-u Teâlâ hazretleri (c.c.) Bizleri ve sizleri İmâm-i Mâlik (Radiyallah-u anhu) hurmetine günahlarımızı afv eylesin. Amin

Fuad Yusufoğlu

İmâm-i Mâlik ile hocaları (r. anhum) nin mezarları (Cennet-ül Baki’ mezarlığı)

İmâm-i Mâlik (Radiyallah-u Anhu)- 4

Netice itibariyle İmâm-i Mâlik (r.a.) İlmini İmâm-i Zühri (r.a.) den, Yahya bin Said (r.a.) den, Muhammed ibn-i Münkedir (r.a.) den, Hişam bin Amr (r.a.) den, Zeyd ibn-i Elsem (r.a.) den, Rabi’a Bin Abdurrahman (r.a.) den ve daha bir çok büyük âlimlerden almıştır.

Üçyüzü Tabiinden, altı yüzü de onların talabelerinden olmak üzere dokuz yüz hocadan hadis-i şerif aldı.

Ayrıca; Ashab-i kiramın büyüklerinden Hazreti Ömer (r.a.) in, Hazreti Osman (r.a.) ın, Abdullah bin Ömer (r.a.) den, Abdurrahman bin Afv (r.a.) ın, Zeyd bin Sabit (r.a.) in fetvalarını ve vahyın gelişine şahit olan, Peygamber efendimiz (Sallallahu aleyhi vesellem) i görüp onun hidayet nurundan aydınlanarak, ondan öğrendiklerini nakleden diğer ashabin fetvalalarını ve kendisinin yetişemediği Tabiin’in fetvalarını da öğrenmiştir.

Akaid’e dair bilgileri ve diğer bütün ilimleri öğrenip, zamanının en büyük âlimlerinden olup, ictihad derecesine yükselmiştir.

Dersleri ve talabeleri;

İmâm-i Mâlik hazretleri (r.a.), tahsilini tamamlayıp ilimde yüksek dereceye ulaştıktan sonra ders vermeye, hadis rivayet etmeye ve fetva vermeye başlamıştır.

Bu işe başlamadan önce de zamanında bulunan büyük âlimlerle istişare yapıp, onların da muvafakatını aldı.

Bu hususta kendisi şöyle demiştir;

-“Her isteyen kimse hadis rivayet etmek ve fetva vermek için mescide oturamaz. İlim erbabı ve mescide itibarı olan kişilerle istişare etmesi gerekir. Eğer onlar kendisini bu işe ehil görürlerse o zaman oturup ders ve fetva verebilir.”

-“Ben ilim sahiblerinden yetmiş kişi, benim bu işe ehil olduğuna şahitlik etmedikçe, mescide oturup ders ve fetva vermedim.”

Kendisinin ehil olduğuna dair yetmiş âlimin şehadetinden sonra ilk önce Peygamber efendimiz (Sallallahu aleyhi ve selem) in mescidinde ders vermeye başladı. Hazreti Ömer-ül Faruk (r.a.) un oturduğu yere oturur ve Abdullah Bin Mesud (r.a.) un oturduğu evde otururdu.

Böylece onların yaşadığı yerde ve çevrede bulunurdu. İmâm-i Mâlik (r.a.) de İmâm-i A’zam (r.a.) gibi derslerini mescide verirdi.

El-Vakidi (r.a.) der ki;

-“İmâm-i mâlik (r.a.) mescide gelir, beş vakit namazda ve cenaza namazlarında bulunurdu. Hastaları ziyaret eder, gerekli işlerini görür, sonra mescide gidip otururdu.”

-“Bu sırada talabeleri etrafında toplanır ders alırlardı. Daha sonra rahatsızlığı sebebiyle evinde ders vermeye başladı.”

Devam edecek…

İslam âlimleri ansiklopedisi

Allah-u Teâlâ hazretleri (c.c.) Bizleri ve sizleri İmâm-i Mâlik (Radiyallah-u anhu) hurmetine günahlarımızı afv eylesin. Amin

Fuad Yusufoğlu