‘zikir’ olarak etiketlenmiş yazılar

Zikir

28 Nisan 2008

Girnavas tepesinden Nusaybin’in görünüşü: (Nusaybin)

Rivayet edilir ki;

Davud (a.s.) mescidinde oturup Zebur okurken yerde kızıl bir kurt gördü. İçinden şöyle söyledi:

-”Aceba Allah’u teala bu kurdu yaratmakla ne murad buyurmuştur?”

Bunun üzerine Allah kurda izin verdi. Allah’ın kudretiyle, kurt konuşmaya başladı

Ve dedi ki:

-“Ey Allah’ın Nebisi, güdüzüm (ü öğrenmek istiyorsan) Rabbim bana hergün bin kere Subhanallahi vel hamdulillahi ve lailaha illallahu vallahu ekber” dememi ilham etti. Gecemi (sorarsan ) Rabbim bana her gece bin defa “Allahümma salli ala Muhammed En-Nebiyil ümmiyi ve ala alihi ve sahbihi ve sellim.” dememi bana ilham etti. Sen ne diyorsun ki, ben senden istifade edeyim?

Bunun üzerine Davd Aleyhis selam kurdu hakir görmesinden pişman oldu ve Allah’tan korkarak bağışlanmasını istedi. Allah’a tevekkül etti.

Zehr-ür Riyazda Peygamberimiz (a.s.) den şöyle bir hadis nakleder.

-”Cennet ehli, cennete girdiği zaman melekler onları her türlü nimetlerle karşılarlar. Onlara oturaklar ve yataklar hazırlanır. Her türlü yemekler ve meyveler takdim edilir. Bu çeşit nimetlerle beraber onlarda bir hayret görülür.”

Bunun üzerine Allah (c.c.) Buyurur:

-”Ey kullarım bu hayret nedir ? Burası durgunluk ve hayret yeri deyildir “

Cennettekiler derler ki;

-”Bize verilen bir vaad vardı. Onun vakti geldi.”

Bunun üzerine Allah’u Teala Meleklere şöyle emreder.

-”Yüzlerden perdeleri kaldırın “

Melekler derler ki:

-”Ey Rabbımız, onlar dünyada sana isyan etmişlerdi Seni nasıl görürler?

Bunun üzerine Allah’u teala (c.c.) buyurur:

-”Perdeleri kaldırın. Çünkü onlar dünyada bana kavuşma isteğiyle secde ederlerdi. Zikr ederlerdi. Ağlarlardi.”

Bunun üzerine perdeler kaldırılır Cennettekiler Cemâl-i İlâhi’ye bakar, Allah Azze ve celleye secde ederek yere kapanırlar.

Allah’u teala (c.c.) kullarına buyurur:

-”Kullarım başınızı kaldırın. Zira burası ibadet yeri deyil, belki ikram yeridir.”

Sonra Allah keyfiyetsiz olarak onlara teccelli eder ve şad olmaları için

-”Ey kullarım, selamet üzerinize olsun. Ben sizden raziyim. Siz benden razımısınız?” buyurur.

Cennet ehli de.

-”Ey Rabbımız biz senden niye razı olmayalım? Bizim gözün görmediği, kulağın işitmediği ve hiç bir kimsenin kalbinden geçmeyen nimetleri verdin.” derler…

Şu ayeti Celile bu hususu beyan ediyor:

-”Allah onlardan razi oldu. Onlar da Allah’tan razı oldular”

-”Çok esirgeyici Rab (lerin) den bir de selam(var) dır.”

İmami Ğazali (Mükaşafetül kulub)

Allah-u teala hazretleri bizleri ve sizleri Kıyamet günü Rüsvay olmayan kullarınden eylesin. Kendi cennetinde cemalını bizlere göstermeyi nasip eylesin. Amin….

dsc00625-fuadyusufoglu-sinne-dize-tpesinden-manzara.JPG

Beyaz su ile Siyah suyun birleştiği yer (sağdaki beyaz  soldaki siyah su)

İkinci esas:

Namazda önemle riayet edilmesi gereken hususlardan İkincisi namazın sünnetlerinin, zahiri amelleri, zikirleri ve tesbihlerini itina ile yerine getirmektir.Ta ki, bütün sünnetleri ve adabı, bedenle yapılan zahiri haraketleri ile namazı eda etmiş olasın

Namazda işlenenlerden her birinde bir sır ve onun kalbe tesiri vardır. Nasıl ki, zahiri temizliğin kalbde olan tesirine işaret ettik. Ancak bunların kalbe olan tesirine işaret ettik. Ancak bunların kalbe olan tesiri daha çok ve kuvvetlidir. Sen bunları yerine getirdiğinde – esrarını bilmesen de bile- faydasını görürsün.

İlacı içen kimse, ilacın hangi maddelerden yapıldığını (terkibini) ve ilacın hastalığı ile olan münasebetini bilmediği halde ilaçtan faydalandığı gibi.

Bil ki, (Ey okuyucu);

Şübhesiz namaz, bütün mahlukatın Rabbi’si olan Allah (c.c.) ın şekillendirdiği bir surettir. Allah (c.c.) hayvanı suretlendirdiği gibi namazı da suretlendirmiştir.

Namazın, ruhu, niyet, ihlas ve kalb huzurudur. Namazın bedeni, görünen amellerdir. Namazın asıl azaları erkanlar, kemal azaları da erkanların haricindeki kısımlardır. İhlas ile niyet namazda ruh, kıyam ile kuud ise mesabesindedir. Rükü, sucud, baş el ve ayak karşılığıdır. Ruku, sucudu iyi yapmak, güzel bir şekilde sükün içinde eda etmek azaların, şekillerinin ve renklerinin güzelliği mesabesindedir.

Namazdaki zikirler ve tesbihler, kulaklar gözler ve onlardan başka, başta ve diğer organlarda bulunan duyu organları yerini tutarlar. Namazda zikirlerin anlamlarının bilinmesi ve kalb huzuru içinde bulunmak, duyu organlarındaki duyma kuvveti mesabesindedir.

İşitme,
Görme,
Koklama,
Tatma
Ve tutma kuvvetlerinin kendi organlarında bulunduğu gibi.

Bil ki,

Senin namazla Allah (c.c.) a yaklaşman, hükümdarın hizmetçilerinden bazısının hükümdara cariye hediye etmekle yaklaşması gibidir.

İhlas ve niyetin namazda bulunmaması;
cariyede ruh bulunmaması gibidir. Ölüyü hediye eden kimse hükümdarla alay etmiş olduğundan öldürülmeye müstehak olur.

Rûkü ve sucudun bulunmaması cariyede azaların bulunmaması mesabesindedir.

Namazda okunan şeylerin zayi edilmesi;

Cariyenin gözlerinin zayi edilmesi ve kulaklarının, burnunun kesilmesi karşılığıdır.

Kur’anın ve okunan duaların manalarını bilmekten gafil olarak;
Namazda kalb huzuru bulunmaması kulak ve göz bulunduğu halde görme ve işitmenin kaybolması gibidir.

Bu vasfdeki cariyeyi hediye eden kimsenin hükümdar katında ki halının nasıl ve ne olacağı sana aşikar dır.

Bil ki;

Fakıhın, sünnetleri ve lafzları noksan olan namaz hakkındaki “O namaz sahihtır.”Demesi, doktorun, organları kesilmiş olan cariye için o diridir, ölü değildir. Demesine benzer.

Bazı azaları kesik olan cariyeye hediye etmek, hükümdara yaklaşmak ve O’nun mükafatına nail olmağa kafi ise, bunun gibi noksan olan namaz da Allah (c.c.) a yaklaşmak ve mükafatına nail olmağa yeterli olur. Bu azası eksik hediye, onu hediye edenin yüzüne çarpılıp azarlanması muhtemel olduğu gibi namazda da aynı şeklin vaki olması uzak değildir.

Zira bazı kere de noksan olan namaz hadisi şerifte;

Resulullah (a.s.v.) dan rivayet edilmiştir. Buyurmuş tur ki;

-“Kim namazı vaktında kılmaz, abdestini güzel ve tam olarak almaz, rüküleri ve secdeleri tam olarak yerine getirmez ve huşu a riayet etmezse. O namaz kapkara olarak göğe çıkarır ve;

Der ki;

-Sen beni zayi ettiğin gibi Allah (c.c.) da seni öylece zayi etsin. Sonra Allah (c.c.)ın dilediği zaman eski bir elbise gibi dürülür ve sahibinin yüzüne çarpılır.
(Taberani. Enesten rivayet etmiştir.) varid olduğu gibi kılınanın yüzüne eski bir paçavra gibi çarpılır.

Ve bil ki;

Namazın aslı ta’zim ve ihtiramdır. Namazın adabını ihmal etmek ta’zim ve ihtirama zıttır.

Devam edecek……

Dinde Kırk esas (İmam-i Ğazali)

Allah-u Teâla (c.c.) bizleri ve sizleri Namazı gereği gibi dos doğru eda eden ve Yüzüne geri çarpılmayan kullarından Eylesin. AMİN….

Fuad Yusufoğlu

dsc09192fuadyusufoglu-bor-e-veysike.JPG

Çağ-Çağ deresi (Nusaybin)

Resulullah (Sallallah-u aleyhi ve selem) Şöyle buyuruyor:

-“Kim, cennet bahçelerinden nimetlenmek, yemek, içmek isterse, Allah (c.c.) ı zikretsin.

Ey okuyucu: Bil ki;

Kalbinin duyduğu her zikri koruyucu melekler işitir. Zira onların şuuru senin şuuruna yakındır. Onda da bir sır vardır. Hatta zikir olunana (Allah’a tam manasiyle varmanla zikrin şuurundan uzaklaştığı vakit, meleklerin şuurundan da uaklaşır. Senin zikrinden haberin olmadığı gibi meleklerin de olmaz. Kalb zikri anlayıp ona iltifat ettiği müddetçe o, Allah (c.c.) tan kaçınmış olup gizli şirkten kurtulamaz. Taki bir ve hak olan Allah(c.c.) olan aşkı ile kendinden geçmiş, kendini yok etmiş ola. İşte o hale TEVHİD HALİ denir.

Bil ki: Ey okuyucu!

Şübhesiz, iman, ilim ve zevk birbirinden uzak üç derecedir.

Mesele: Cinsi munasebete kudreti olmayan kimsenin, başkasına da cinsi münasebete bulunma kudretinin bulunduğunu ve cimadan zevk aldığını hakkında hüsnü zanda bulunduğu ve kendisini yalanla itham etmediği kimseden duyması ile tasdik etmesi düşünülür. İŞTE BU İMANDIR.

Ve yine cima zevkinin başkasında bulunduğunu delil ile bilmesi mümkündür. O da İLİMDİR. Ki, Onun kaynağı KİYASTIR.

Mesele, yemeğe olan isteğine ve yemekten aldığı zevke bakar, onunla cinsi munasebette ki zevki karşılaştırarak kıyas eder. İşte bu kıyasla bilişine İlim denir.

Bütün bunlar zevkin hakıkatının kendisinde bulunmasını idrak etmekten uzaktır. Hastalık ta böyledir, onu sıhhatlı ve cahil olan bilir ve ona inanır. Bu iman olduğu gibi, hata olmayan doktorun hastalığı delille bilmesi de ilimdir. Hasta olmayan kimse için zevk hasıl olmaz, Hastalığın zevkini (acısını) ancak hasta olan tadar.
Devam edecek….

Dinde kırk esas (İmam-i Ğazali)

Allah-u Teala hazretleri (c.c.) bizleri Konuşmaları ZİKİR susmaları ZİKİR Bakışları ZİKİR olan kullar hürmetine Afv eylesin. AMİN….

Fuad Yusufoğlu

Uzlet’ın faydaları

12 Temmuz 2008

dsc01277-fuadyusufoglu-kasyane.JPG

Navale (kasyan)

Hasan-e Basri (r.a.) ye:

-“Burada bir kimse vardır. Daima bir sütünün (direğin) arkasında yalnız oturuyor,” dediler.

Hasan-e Basri (r.a.) buyurdu ki;

-“Gelince bana haber verin.”

Adam gelince. Haber verdiler.

Hasan-e Basri (r.a.) yanına gitti ve:

-“Daima yalnız oturuyorsun, niçin insanlara karışmıyorsun?” dedi.

Adam:

-“Benim öyle bir işim var ki, beni insanlardan alıkoyuyor.”dedi.

Hasan-e Basri (r.a.):

-“Niçin Hasan’nın yanında oturmuyor ve onun sözlerini dinlemiyorsun?” dedi.

Adam:

-“Bu iş beni Hasan (r.a.) da, diğer insanlalardan da alıkoyuyor.” Dedi.

Hasan-e Basri (r.a.):

-“O hangi iştir?” diye sordu.

Adam:

-“Hiç bir vaktim yoktur ki, Allah-u Teala (c.c.) dan bana ni’met gelmesin ve benden de bir günah meydana gelmesin. O ni’mete şükrediyorum ve o günaha istiğfar ediyorum. Ne Hasan’la ne de diğer insanlarla meşgül olacak vaktım vardır.” Dedi.

Hasan-e Basri (r.a.):

-“Sen yerinde bulun, Hasan’dan akıllısın.”

Hatem-i Esem (r.a.) Hamid-i Lifaf (r.a.) a:

-“Nasılsın?” Dedi.

Hamid-i Lifaf (r.a.):

-“Selamet ve afiyetteğim.” Dedi.

Hatem-i Esem (r.a.);

-“Selamet, sırat köprüsünü geçince, afiyet de Cennet’e girince olur.”dedi.

İsa (aleyhisselam) a;

-“Nasılsın?” dediklerinde.

İsa (Aleyhis selam):

-“Bana faydalı olan elimde değildir, zararım ne de ise onu def’etmeğe gücüm yetmez. Ben kendi işimdeğim, iş ise başkasının elindedir, benden daha fakir kimse yoktur.” Buyurdu.

Reb’i bin Haysem (r.a.) e:

-“Nasılsın?” dediklerinde;

Reb’i bin Haysem (r.a.):

-“Zayıf ve günahkarım. Kendi rızkımı yerim ve ecelimi beklerim.”dedi.

Ebu’d derda (r.a.) ya:

-“Nasılsınız?” dediklerinde,

Ebu’d Derda (r.a.):

-“Cehennemden kurtulursam iyiyim.” Dedi.

Üveys-il Karani (r.a.) ya:

-“Nasılsın?” dediklerinde:

Üveys-il Karanı (r.a.):

-“Sabahlayın kalkıp, akşama sağ kalıp kalmayacağını, akşamleyin sabaha çıkıp çıkmayacağını bilmeyen nasıl olur?”dedi.

Malik-i Dinar (r.a.) a;

-“Nasılsın?” dediklerinde;

-“Yaşı ilerleyip, günahı çoğalanın hali nasıl olur?”dedi.

Bin Hakim (r.a.)e;

-“Nasılsın?” dediklerinde

Bin Hakim (r.a.):

-“Allah-u Teâla (c.c.) nın rızkını yerim ve düşmanı olan şeytanın emrine uyarım.”dedi.

İbni Sirin (r.a.) bir dostuna:

-“Nasılsın?” dedi

Adam:

-“Beş yüz gümüş borcu ve çoluk çocuğu olanın ve hiçbir kuruşu olmayanın halı nasıl olur.”dedi.

İbni Sirin (r.a.) hiç konuşmadan evine gidip, bin gümüşü getirdi. Ona verdi ve:

-“Beşyüz gümüş’ü borcuna ver, beşyüz gümüş’ü de evine nafaka yap. Bundan sonra hiç kimseye “Nasılsın” demeyeceğime söz veriyorum.”dedi.

İbni Sirin (r.a.) böyle demesi, eğer bir kimseye“Nasılsın”deyip de, ihtiyacını gidermezse, sormada NİFAK olur korkusunda idi.

Kimya-yı Saadet (İmami Ğazali)

Allah-u Teala Hazretleri (c.c.) bizleri ve sizleri Nifak belasından muhafaza eylesin. AMİN…

Fuad Yusufoğlu

Çağ-çağ deresi (Haci Latif bahçesi) -Bor-e Veysike-

Allah-u Teâlâ’yı zikir;( Hatırlamak, Anmak)

Bütün ibadetlerin özü ve aslı Allah-u Teâlâ’yı hatırlamaktır. İslamın direği Namaz’dır ve namaz’dan da maksat Allah-u Teâlâ’yı zikir ve anmaktır.

Allah-u Teâlâ buyuruyor;

-“Namaz’ı dosdoğru kıl (ve kıldır). Allah’ı zikretmek elbette en büyük (İbadet) tır. Ankebut suresi ayet 45.

Kur’an-i kerim okumanın ibadetlerin en faziletlisi olmanın sebebi, Allah-u Teâlâ’nın kelâmı, sözü olması, Allah-u Teâlâ’yı hatırlatıcı olması ve içerisindekilerin hepsinin Allah-u Teâlâ’yı anmayı, hatırlamayı tazelemesi, yenilemesidir.

Oruç’tan maksat, şehvet ve arzuları kırmaktır. Böylece şehvet ve istek sıkıntılarından kurtulan kalb, temizlenir ve “zikir” edilecek yer olur.

Kalb arzularla dolu olunca, zikir etmesi mümkün olmaz ve zikir ona te’sir etmez. Beytullah’ı (Kâbe’yi) ziyeret olan hacdan maksat, hâne (ev) sahibini hatırlamak ve O’nu görmeyi, O’nunla konuşmayı candan istemektir.

Devam edecek…

Kimyay-i saadet (İmam-i ğazali)

Allah-u Teâlâ hazretleri (c.c.) bizleri ve sizleri Dilleri ve kalbleri her zaman zikir’le iştigal eden Salih kullardan eylesin. Amin

Fuad Yusufoğlu

bore veysike Şeş çavi deresi başı (Nusaybin)

Allah-u Teâlâ’yı zikir;( Hatırlamak, Anmak)- 2

Demek ki, bütün ibadetlerin başı ve aslı “zikir’dir.” Zaten Müslüman olmak için “La ilâhe illallah, Muhammedün Resûlullah” kelimesini söylemek lazımdır. Bu ise zikrin, Allah-u Teâlâ’yı anmanın ta kendisidir.

Diğer bütün ibadetler bu zikri kuvvetlendirmek içindir. Allah-u Teâlâ’nın seni anması, senin, O’nu anmanın neticesidir.

Bunun için Allah-u Teâlâ (c.c.);

-“Beni anınız ki, ben de sizi anayım.” Bakara suresi ayet- 142 buyuruyor. Bu hatırlamak, devamlı olmalıdır. Devamlı olmazsa, ekseri hallerde olmalıdır. Çünkü, kurtuluş buna bağlıdır.

Bunun için Allah-u Teâlâ (c.c.);

-“Kurtulmak istiyorsanız, Allah-u Teâlâ’yı çok zikrediniz.” Enfal Suresi ayet- 45 buyuruyor.

Kurtuluş ümidinin anahtarı; az değil, çok zikretmek, az hâlde değil, birçok hâllerde zikretmektir.

Yine bunun için Allah-u Teâlâ buyurdu;

-“Ayakta, otururken ve yanları üzerinde yatarken Allah-u Teâlâ’yı zikrediniz.” Âl-i İmran suresi ayet- 191.

Bu ayet-i kerim’e, ayakta iken, otururken ve yatarken Allah-u Teâlâ’yı hiç unutmayan insanları övmektedir.

Allah-u Teâlâ buyurdu;

-“Rabbini, içinden, yalvararak ve korkarak, (fakat) yüksek olmayan bir sesle sabah ve akşam an. Gafillerden olma. ”A’râf suresi ayet- 205

Devam edecek…

Kimyay-i saadet (İmam-i ğazali)

Allah-u Teâlâ hazretleri (c.c.) bizleri ve sizleri Dilleri ve kalbleri her zaman zikir’le iştigal eden Salih kullardan eylesin. Amin

Fuad Yusufoğlu

Seyid Bahaadin bahçesi (Nusaybin)

Allah-u Teâlâ’yı zikir;( Hatırlamak, Anmak)- 3

Peygamber Efendimize (Sallallahu aleyhi ve sellem),

-“İşlerden hangisi faziletlidir?” Diye sordular.

Resulalluh (Sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdu ki;

-“Öldüğü zaman dilinin, Allah-u Teâlâ’nın zikri ile yaş olmasıdır. (Hb.Tb.Beyhaki)

Yine Sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu;

-“İşerinizin en iyisinden, Allah-u Teâlâ indinde en makbulünden, derecelerinizin en yükseğinden, altun ve gümüş sadaka vermekten daha üstün olandan ve sizin boyunlarınızın vurulduğu ve boyunlarını vurduğunuz düşmanlarla Allah yolunda cihad etmekten daha iyi olan amelinizden size haber vereyim mi?”

Ashabi kiram (r.a.);

-“Ya Rasûlallah, o nedir?” dediler.

Resulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem);

-“Zikrullahdır.” Buyurdu. (T. 1/265) Yani Allah-u Teâlâ’yı hatırlamaktır, anmaktır.

Ve yine Resûlullah (Sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdu;

-“Allah-u Teâlâ buyuruyor ki; ’Kim ki Benim zikrimle meşgül olmaktan dolayı dua bile edemez, Benim ona ihsanım, dua edenlere ettiğim ihsandan daha üstündür.” (H. Tarihi; Beyhaki)

Yine Resulullah (Sallallahu aleyhi ve sellem ) buyurdu;

-“Gafillerin arasında Allah-u Teâlâ’yı anan ölüler arasında canlı gibi, kuru ağaçlar arasında yeşil ağaç gibi, harptan kaçanlar arasında, harbeden asker gibidir.” (Ebu Nuaym; hilye; Beyhaki)

Muaz bin Cemel (radiyallah-u anh) diyor ki;

-“Cennette olanlar dünyada iken Allah-u Teâlâ’yı zikretmeden geçirdikleri bir an için üzüldükleri gibi, başka bir şey’e daha fazla üzülmezler.”

Devam edecek…

Kimyay-i saadet (İmam-i ğazali)

Allah-u Teâlâ hazretleri (c.c.) bizleri ve sizleri Dilleri ve kalbleri her zaman zikir’le iştigal eden Salih kullardan eylesin. Amin

Fuad Yusufoğlu

Zikrin hakikati;

16 Kasım 2008

Girnavas Mevki-i (Nusaybin)

Zikrin hakikati;

Zikrin dört derecesi vardır:

1-Dilin zikri olup, kalbın gafil olmasıdır:

Bunun te’siri azdır. Fakat tamamen te’sirsiz de değildir. Çünkü hizmet ile meşgül olan dil, lüzümsüz şey’lerle vakit geçiren ve hiçbir iş söylemeyen dilden daha üstündür.

2-Kalbin zikridir;

Fakat kalbe yerleşmemiş ve devamlı olmamıştır. Ancak uğraşarak kalbe yaptırabilir. Bu uğraşma ve gayret olmasa gaflet ve düşünce sahibi kalb, eski halına döner.

3-Zikrin kalbde yerleşmesi, kalbi kaplaması ve devamlı olmasıdır;

Ancak uğraşarak kalbe başka şey getirilebilir. Fakat bu, büyük bir iştir.

4-Zikrolunanın kalbi kaplamasıdır;

Bu ise Allah-u teâlâ’dır, zikir değildir. Kalbi dostun tutmasiyle kalbin dostu zikretmesi arasında çok fark vardır.

En yüksek derecesi, zikirden haberdar olmanın kalbden gitmesi yalnız zikrolunanın kalmasıdır. Çünkü zikir arabça da olsa, Farsça da olsa, bunların ikisi de kalbin konuşmasından hâriç olmaz.

Hatta Kalb kelâmının kendisi olur. Asıl olan, kalbin Arabça ve Farsça konuşmadan kurtulması ve etrafında dolaşan hiçbir şey’e yer vermemesidir.

Bu ise hakiki aşk denen aşırı sevginin neticesidir. Aşık ise bütün cömertliğini mâşukuna saklar. Hatta onunla olan meşguliyet sebebiyle isminin unutulmasını ister.

Sevgiye böyle gömülünce, kendini ve Allah-u teâlâ’dan başka olan her şeyi unutur, “tasavvuf yolunun başlangıcına kavuşur.”

Mutasavvuflar  bu hale “Fena” derler, “yokluk” derler. Yani Kendine kendini hatırlatan her şey yok olmuştur. Kendisi de yok olmuştur. Zira kendini de unutmuştur.

Devam edecek…

Kimyay-i saadet (İmam-i Ğazali)

Allah-u Teâlâ hazretleri (c.c.) bizleri ve sizleri Dilleri ve kalbleri her zaman zikir’le iştigal eden Salih kullarından eylesin. Amin

Fuad Yusufoğlu

Zikrin hakikati- 2

16 Kasım 2008

İki suyun birleştiği yer (Nusaybin)

Zikrin hakikati- 2

Allah-u teâlâ’nın öyle âlemleri vardır ki, bizim onlardan hiç haberimiz yoktur. Onlar bizim için yok sayılır.

Bizim için var olanlar, haberimiz olan şeylerdir. Bizim bildiğimiz âlemleri bir kimse unutursa, onlar da yok olur.

Kendi benliğini unutursa, o da kendisi için yok olmuş olur. Allahu- Teâlâ’dan başka onunla bir şey kalmasa, onun varlığı Hakla olur.

Şöyle ki;

Baktığın zaman göklerden, yerden ve onlarda bulunanlardan fazlasını görmezsen, âlem bundan fazla değildir, hepsi budur, dersin.

Bu kimse de Allah-u Teâlâ’dan başka bir şey görmezse, her şey O’dur. O’ndan başkası yoktur, der.

Bu makamda bulunmakla, onunla Allah-u Teâlâ arasında (manevi) uzaklık kalkar ve beraberlik hasıl olur. Bu tevhid âleminin ve vahdaniyetin başlangıcıdır.

Ancak ayrılığı bilirse, fark ederse, onu Allah-u Teâlâ’dan uzak eder. O ise bunu anlamaz. Çünk ayrılığı iki şey’i bilen kimse bilir. Kendini ve Allah-u Teâlâ’yı.

Bu ise bu halde iken kendini bilmiyor, birden başka bir şey tanımıyor. Ayrılığı nasıl bilsin?

Bu dereceye ulaşınca melekûtta olanlar ona gösterilmeye başlar. Meleklerin ve Peygamberlerin şekillerini güzel sûretlerde ona gösterirler. Allah-u Teâlâ’nın dilediği her şey görünmeye başlar.

Öyle büyük hallere kavuşur ki, anlatmaya gelmez. Kendine gelince, bazen vaki olanların eserleri, kendisinde kalır ve o halleri istemesi kendisini kaplar.

Dünya ve dünyada olanlar, insanların bulunduğu yerler,şey’ler kalbine iyi gelmez, insanlar arasında bulunduğu halde, kalben onlardan uzak olur.

Dünya işeri ile meşgül olanların hallerine şaşar. Onlara rahmet nazarı ile bakar. Çünkü, ne büyük bir işten mahrum kaldıklarını bilir. İnsanlar ise, onun dünya ile meşgül olmamasına gülerler. Hattâ yakında aklını kaçıracağını sanırlar.

Devam edecek…

Kimyay-i saadet (İmam-i Ğazali)

Allah-u Teâlâ hazretleri (c.c.) bizleri ve sizleri Dilleri ve kalbleri her zaman zikir’le iştigal eden Salih kullarından eylesin. Amin

Fuad Yusufoğlu

Zikrin hakikati- 3

16 Kasım 2008

Bor-e Veysike (Nusaybin) Çağ-Çağ nehri

Zikrin hakikati- 3

Fena ve yokluk makamına ulaşmayan, bu haller ve keşiflere kavuşmayan kimseyi zikir kaplarsa, bu da “Kimyay-i Saadet “ olur. Çünkü zikir kaplayınca, muhabbet ateşi o kimseyi istila eder. Hatta öyle olur ki, Allah-u Teâlâ’yı bütün dünyadan ve içinde olanlardan daha çok sever.

Saâdetin aslı, ölümle Allah-u Teâlâ’ya dönerkendir. Allah-u Teâlâ’yı müşâhede lezzetinin kemali, muhabbet niktarıncadır. Mahbubi dünya olanlar, yâni dünyayı sevenler, dünyaya aşık oldukları için ondan ayrılırken üzülür ve yanarlar, Müslümanlık ünvanında bunu anlatmıştık.

Bir kimse çok zikir eder de, sofilerde hasıl olan hallerden bir şey hâsıl olmazsa, ye’se düşmemelidir. Çünkü saâdete kavuşmak yalnız bununla değildir.

Kalb zikir nuru ile süslenince saâdetin en büyüğü ele geçmiş demektir. Bu dünyada görülmezse, öldükten sonra görülür. Kalbi Allah-u Teâlâ ile bulundurmak için, onu daima murakabe etmelidir. Hiç unutmamalıdır.
Çünkü devamlı Allah-u Teâlâ’yı zikretmek, hatırlamak, Allah-u Teâlâ’nın melekûtundaki şaşılacak hâllerin anahtarıdır.

Peygamber Efendimiz (Sallallahu aleyhi ve sellem);

-“Cennet bahçelerinde durup seyretmek isteyen,Allah-u Teâlâ’yı çok zikretmelidir.” bn Ebi Şeyba Musannaf. Taberâni)

Kısaca bu anlattıklarımızdan, bütün ibadetlerin özünün “zikir” olduğu anlaşıldı.

Hakiki zikir, bir emir veya yasakla karşılaştığı zaman Allah-u Teâlâ’yı hatırlamaktır. Günah ise elini çekmeli, emir ise, yapmalıdır. Eğer zikri bunu yaptırmiyorsa, hayâldir ve işin aslını anlamamıştır.

Devam edecek…

Kimyay-i saadet (İmam-i Ğazali)

Allah-u Teâlâ hazretleri (c.c.) bizleri ve sizleri Dilleri ve kalbleri her zaman zikir’le iştigal eden Salih kullarından eylesin. Amin

Fuad Yusufoğlu