‘Akaid’ olarak etiketlenmiş yazılar

Girnavas (Cin tepesi) mevki-i Şelale

Sekizinci Esas: Cenab-ı hakkın fiileri

Cenab-ı hk’tan başka her varlık ancak O’NUN FİİLİ İLE VAR OLMUŞTUR. O’nun adeletinden, en güzel en ekmel surette, en iyi ve müsavi şekilde vucut bulmuştur.

Allah (c.c.) fiilerinde hikmet, hükümlerinde adalet sahibidir. O’nun adaleti ile kulların adaleti kabili kıyas değildir.

Çünkü;

Kulun, başkasının mülkünde tasarruf etmesiyle kendisine zulm etmiş olması düşünülür. Fakat Allah’tan zulüm tasavvur edilmez. Zira Allah (c.c.) başkasının mülkünde tasarruf etmez ki O’ndan zulüm tasavvur edilsin. Bütün mülk Allah (c.c.) ındır

Allah’tan başka her varlık; İns-Cin, Şeytan-Melek, Gök-yer, Hayvan-nebat, Cevher- Araz, Duygularla ve idrakla bilinen her şey sonradan var olmuştur. Önceleri yok iken Allah (c.c.) onları kudreti ile icad etti.

Zira Allah ezelde yalnız kendisi vardı, beraberinde başkası yok idi. Allah (c.c.) mahlukatı yarattı. Onlara muhtaç olduğu için değil, kudretini izhar ve geçmişteki iradesinin gerçekleşmesi için ve ezeldeki,

-“Ben gizi bir hazine idim, bilinmek istedim.” Sözü sabit olduğu için yarattı.

Allah (c.c.), kendisine vacip olduğu için değil, lutf-u inayeti ve ihsanı olmak üzere mahlukatı yaratmış, yoktan var etmiş ve onlara mükellefiyetler yüklemiştir.

Allah (c.c.) kullarına inam ve ihsanla, durumlarını ıslahla yüceliğini göstermiştir. Fadl, İhsan, nimet ve imtihan onun içindir.

Zira Allah (c.c.) kullarına çeşitli azabları yağdırmağa ve onlara türlü belâ ve müsibetleri vermeğe kadirdir. Allah (c.c.) bunu yapmış olsaydı onun adaletinden olurdu. Katiyen çirkin görülmez ve zulüm sayılmaz. Allah (c.c.) kendisine vacip olduğu için değil, sırf Adl’ ve keremi iktizası, kullarınıteatlarınden dolayı mükafatlandırır.

Çümkü Allah (c.c.) a hiçbir fiil vacip olmaz. Allah (c.c.) tan zulüm tasavvur edilmez. VE HİÇ BİR KİMSE İÇİN Allah’a bir hak vacip değildir. O’nun tatları da mücerredakılla değil, peygamberlerin lisanı ile vacip kıldığı için mahlukat üzerine vaciptir.

Peygamberler de Allah (c.c.) ın emrine ve nehyini va’dını ve va’idini tebliğ ettiler. Bunun üzerine Peygamberlerin Allah (c.c.) tan getirdikleri şeyde, onları tasdik etmek insanlara vaciptir.

Devam edecek…

Dinde kırk Esas (İmam-i Ğazali)

Allah-u Teâlâ hazretleri (c.c.) bizleri ve sizleri Kaza ve kader hakkında sağlam itikad sahibi olan kullarından eylesin. Amin

Fuad Yusufğlu

Çağ-Çağ nehri -BOR- (Nusaybin)

Dokuzuncu Esas: Ahret günü hakkında

Allah (c.c.), ruhlarla bedenleri ölümle birbirinden ayırır, Sonra ruhları bedenler haşir neşir anında iade eder.

Bütün ölüleri kabirden diriltir ve sinelerde olan her şey ortaya dökülür. Her mükellef hayır ve şerden yaptığını hazır görür.

Yapmış olduğu gizli ve aşikar her şeyi kitabta yazılı bulur. Öyle ki, büyük- küçük hiçbir şey bırakmayıp onları saymış. Ve her mükellef hayır, şer amelinin mikdarını Mizan (terazi) denilen doğru bir mi’yar (tartı) ile bilir.

Hakikatten amellerin tartıldığı ölçü aleti, zamanların, mikdarların ve şiirlerin mizani olan vezinler, diğer ölçü aletlerine benzemediği gibi, maddi cisimlerin ölçü aletine benzemez.

Sonra Allah (c.c.), insanları gizli ve aşikar olan fiileri, sözleri, niyet ve inançlarına göre hesaba çeker. İnsanların hesabı muhtelif olur. Kiminin hesabı zor, kiminin hesabı kolay olur. Kimi de hesabsız olarak cennete girer.

Sonra Allah (c.c.) insanları sırat’a sevk eder. Sırat, iyi kimselerle kötü kimselerin arasında uzanmış, kıldan ince ve kılıçtan keskin bir köprüdür. Dünyada doğru yol olan İSLÂM YOLUNDA gidenler o köprüyü kolaylıkla geçerler, doğru yoldan sapanlar ise geçemezler.

Allah (c.c.) ın lütf-u keremine mazhar olup yarlığananlar, hariç insanlar o anda sorguya çekilirler.

Allah (c.c.) peygamberlerden dilediğine, Peygamberliğini ve Allah’ın emirlerini tebliğ edip etmediğinden; Kafirlere, Peygamberleri yalanlamalarından, bid’atçılara, Peygamberin yolundan çıktıklarından ve onun sünnetlerine uymadıklarından, sorar.

Müslümanlardan dilediğine amellerinden sorar. Sadıklardan doğruluklarını, münafıklardan nifaklarını, sorar.

Sonra iyi ve bahtiyar olanlar cennete toplu olarak, kötü ve mücrimler de cehenneme tek, tek gönderilir.

Sonra Allah (c.c.), mümin ve muvahhidlerin cehennemden çıkarılmalarını emreder. Ta ki kalbinde zerre kadar iman bulunan cehennemde kalmaz.

Cehennemde azab çeken mü’minlerden bir kısmı Peygamberlerin, şehitler ve ulemânın ve şefaat sahibi olanların şefaatı ile azabını tamamlamadan önce Cehennemden çıkar.

Sonra, Said olanlar, ebediyen cennet ni’metlerinden nimetlenmek ve Cemalüllah’ı müşahede etmek üzere cennete yerleşirler.

Şaki olanlar da, çeşitli azablar içinde kıvranmak üzere ve Celal sahibi olan Allah (c.c.) ın cemaline bir perde çekilerek onu görmekten uzaklaştırılıp cehennemde karar kılarlar.

Devam edecek…

Dinde kırk Esas (İmam-i Ğazali)

Allah-u Teâlâ hazretleri (c.c.) bizleri ve sizleri ahiret gününe İMAN eden kullarından eylesin. Amin

Fuad Yusufğlu

Girnavas mevki-i (Nusaybin)

Onuncu Esas: Peygamberlik

Yüce olan Allah (c.c.) melekleri yarattı. Peygamberleri gönderip onları mu’cizelerle te’yid etti. Bütün melekler onun kullarıdır.

-“O’na ibadet etmekte asla kibirlenmezler ve yorulmazlar, gece-gündüz ara vermayerek O’nu tesbih ederler.”

Peygamberler Allah (c.c.) ın kullarına gönderdiği elçilerdir. Peygamberlere Allah’ın vahyi melekler vasitesiyle ulaşır. Peygamberler re’y-ü hevalarından komuşmazlar. Onlar kendilerine vahy olunanla konuşurlar.

Allah (c.c.) ümmi ve kureyş kabilesinden olan Muhammed Mustafa (Sallallahu aleyhi ve selem) i bütün arap ve arap olmayana, ins ve cin’e Peygamber olarak göndermiş ve onun şeriatı ile bütün şeriatların hükmünü kaldırmıştır. Allah (c.c.) O’nu bütün beşerin efendisi ve seyidi yapmıştır.

Allah (c.c.), yalnız (Lailahe ilallaah) –Allah’tan başka ilah yoktur- diyenin imanını, (Muhammedün Resûlüllah) –Muhammed Allah’ın Resûlüdür- demedikçe kabul etmez.

Lailahe İllallah ile birlikte Muhammedün Resûlüllahı da söylediğinde imanı tamam ve kabul olur.

Allah (c.c.), Peygamberin kendi tarafından dünya ve ahretle ilgili emirlerde O’nu tasdik etmelerini kullarına mecbur kılmış ve ona tabi olmalarını, her hususta ona uymalarını kullarına emretmiştir.

Nitekim Allah (c.c.) Kur’an-i Kerimde buyuruyor;

-“Peygamber size ne verdiyse onu alın, size neyi yasak ettiyse ondan da sakının.” Haşr Suresi Ayet- 7

Peygamber, Sallallahu aleyhi ve selem, Allah’a yaklaştıracak hiçbir şeyi terk etmedi, hepsini insanlara bildirdi, Ve onun yolunu gösterdi.

Ve yine, Allah (c.c.) tan uzaklaştıracak, cehenneme yaklaştıracak olanları bildirip nehy etti ve yolunu gösterdi.

ONLAR ÖYLE ŞEYLERDİR Kİ, ONLARA MÜCERRED AKIL, REY VE ZEKA İLE ULAŞILAMAZ. ONLAR ÖYLE SIRLARDIR Kİ, ALLAH’IN HAZİNESİNDE OLAN O SIRLARA ANCAK PEYGAMBERLERİN KALBLERİ VAKIF OLUR.

Bütün hamdüsena, bizi irşad eden, bize hidayet ihsan eden, ve bize güzel isimlerini, yüce sıfatlarını izhar eden Allah (c.c.) içindir. Salat ve selam da Peygamberlerin sonu olan Muhammed Mustafa’ya aile ve sahabına olsun. Amin Yarabbelalemin.

Bu inançların hakikatları bulunan, kitabları bildiren son söz

Bil ki (Ey okuyucu)

Buraya kadar zikrettiğimiz Kur’an ilimlerinin yani; Kur’an ilimlerinden Allah (c.c.) a ve ahret gününe aid olan hususların hulasasıdır

Onlar, her müslümanın kalbinin dolu bulunması yani, İman etmesi ve kesin OLARAK TASDİK ETMESİ gerektiği inançların açıklanmasıdır. Bu inançların ardından açık iki rütbe vardır.

Devam edecek

Dinde kırk Esas (İmam-i Ğazali)
Allah-u Teâlâ hazretleri (c.c.) bizleri ve sizleri Peygamberlerine İMAN eden kullarından eylesin. Amin

Fuad Yusufğlu

Girnavas (Cin tepesi) -Nusaybin-

Onuncu Esas: Peygamberlik- 2

Bil ki (Ey okuyucu)

Buraya kadar zikrettiğimiz Kur’an ilimlerinin yani; Kur’an ilimlerinden Allah (c.c.) a ve ahret gününe aid olan hususların hulasasıdır

Onlar, her müslümanın kalbinin dolu bulunması yani, İman etmesi ve kesin OLARAK TASDİK ETMESİ gerektiği inançların açıklanmasıdır. Bu inançların ardından açık iki rütbe vardır.

1- Bu inançların esrarına dalmadan zahiri delillerini bilmek.

2- Akaidin, sırlarını, manalarının özünü, zevahirinin hakikatlarını bilmek. Bu rütbelerin her ikisini bilmek avam üzerine vacip değildir.

Yani, avam tabakasının ahrette kurtulmaları, bu derecelere yükselmelerine bağlı değildir. Bu derecelere bağlı olan ancak saadetin kemalidir.

İcmali imana sahip olup kesin bir tasdikte bulunan imanın delillerini ve tefsilatını bilemeyen kimse cehennem azabından kurtulabilir ve cennet ni’metlerine kavuşabilir, ancak icmali iman ve tasdikin delillerini bilemeyen kimse saadetin zirvesine ulaşamaz.

Mesele;

Bir beldeyi zorla feth eden bir kumandan, O beldenin halkından, öldürmediği, işkence vermediği ve fakat memleketinden çıkardığı kimse kurtulmuş ve necat bulmuştur.

Kumandanın, işkence çektirmediği memleketinden çıkarmaması ile beraber memleketinde çoluk çocuğu ile kalmasına ve geçimi hususunda çalışmasına musaade ettiği kimseler ise hem kurtulmuş, necat bulmuş ve hem de umdukları ni’metlere kavuşmuşlardır.

Kumandanın hiçbir eziyet yapmadığı gibi kendilerine memlekete yüksek makamlar verdiği kişiler de, hem kurtulmuş ve isteklerine nail olmuş ve hem de saadetin zirvesine ulaşmış olurlar. Sonra, saadetin dereceleri bir hususta münhasır olmaz.

Bil ki;

Ahrette insanlar derece bakımından bir çok kısımlara ayrılırlar. Bunlardan şerhi mümkün olan (Ki-tab-Ül-Tevbe) de de şerh ettik, orada ara

İki dereceden birincisi –bu, akaidin delilerini bilmekten ibaret olanlardır.- Onları bir yirmi yaprak kadar risale-i kudsiyyede zikrettik.

Bu risale, İhyaül-ulûm kitabımızın akaid kaidelerinin bölümlerinden bir bölümdür.

Marifet kokularından azıcık koklamak istersen;

Onların bir kısmını İhya’ül-Ulum kitabımızın,sabır, şükür, muhabbet bahislerinde ve tevekkül bahsının ilk bölümünde bulursun.

Devam edecek…

Dinde kırk Esas (İmam-i Ğazali)

Allah-u Teâlâ hazretleri (c.c.) bizleri ve sizleri Peygamberlerine İMAN eden kullarından eylesin. Amin

Fuad Yusufğlu

Melekler’e iman- 4

15 Aralık 2008

Çağ-Çağ barajı bahçesi (Nusaybin)

Melekler’e iman- 4

Melekler dışında görünmeyen başka varlıklara da vardır. Kur’an-i Kerim’de bizlere bildirilen ve varlığını kabul etmemiz gereken bu varlıklar cinler ve şeytanlardır. Cinler ve Şeytanlar ateşten yaratılmış varlıklardır.

Cin;

Cinler, duyu organlarımızla algılayamadığımız varlıklardır. Cinler de insanlar gibi Allah’a kulluk etmekle görevlidirler. İnsanların olduğu gibi cinlerin de mü’min ve kafir olanları vardır.

Kur’an-i Kerim’de cinlerden bahsedilmekte, hatta bu isimle bir de sure bulunmaktadır. Kur’an’ın 72 suresi Cin Sueresi’dir.

Cinler de tıpkı insanlar gibi doğarlar, büyürler, yerler, içerler, evlenir, çoğalır ve ölürler. Cinsiyetleri vardır.

Cinler çok hızlı harket edebilir, kısa sürede uzak mesafelere gidebilirler. Çeşitli şekillere girebilirler ve insanların yapamıyacağı bazı zor işleri yapabilirler.

Nitekim Peygamber’lerden Süleyman Aleyhis selam, cinleri bazı zor ve ağır işlerle görevlendirmiştir. İnsanlara göre hayat sürelerinin uzunluğu, mekan konusunda hızlı haraketleri gibi özelliklerinden dolayı insanın bilmediği bazı şeyleri bilebilirler.

Ama cinlerin gelecekle ilgili bilgilere sahib olabileceği şeklindeki yaygın inanışı Kur’an-i Kerim red eder. Cinler gaybı bilemezler. Onlar da Allah’ın kulları olup ibadet ve kulluk için yaratılmşlardır.

-“Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” Zâriyât suresi Ayet- 56

Şeytan;

Şeytan, kötülükte ve azgınlıkta çok ileri giden, asi ve kibirli olan varlıklara verilen bir isimdir.

Şeytanlar, cinlerden de insanlardan da olabilir. Azgınlaşıp kötülükte ileri giden varlıklar şeytanlaşmış olurlar.

Genel olarak herkesin bildiği ve ilk şeytan olarak kabul edilen cin, Kur’an-i Kerim’de ‘İblis’ adıyla geçer. İblis, Allah’ın emrine karşı gelerek azgınlaşan, Allah’ın rahmetinden kovulan ve cinlerden olan bir varlıktır.

Seytannın, samimiyetle inanan ve Allah’ın emirlerini yerine getirip yasaklarından kaçınan mü’minler üzerinde herhangi bir etkisi olamaz.

Diyanet İşleri başkanlığı vakıf yayınevi

Allah-u teâlâ hazretleri (c.c.) bizleri ve sizleri Kendilerini hesaba çekip günahlara rağbet etmeyen kullarından eylesin. Amin
Fuad Yusufoğlu

çağ-çağ Barajı (Nusaybin)

İmâm-i A’zam (Ebu Hanife)- Radiyallah-u anh- 21’Vasiyeti’

Talebesi Yusuf bin Halid es-Semti (r.a.) bir vazifeye ta’yin edilip, Basra’ya giderken, Ebû Hanife (r.a.) ona şu tavsiyelerde bulunmuştur.

-“Basra’ya vardığında halk seni karşılayacak, ziyaret ve tebrik edecek. Herkesin değer ve yerini tanı, ileri gelenlere ikramda bulun, İlim sahiblerine hürmet et, yaşlılara saygı, gençlere sevgi göster.”

-“Halka yaklaş, fasıklardan uzaklaş, iyilerle düşüp kalk, Sultanı küçümseme, hiçbir kimseyi hafife alma. İnsanlığında kusur etme, sırrını hiç kimseye açma, iyice yakınlık peyda etmedikçe kimsenin arkadaşlığına güvenme, cimri ve alçak insanlarla ahbablık kurma, kötü olduğunu bildiğin hiçbir şeye ülfet etme!”

-“Seninle başkaları arasında bir toplantı akdedilir veya insanlar mescit’de senin etrafını sarıp aranızda ba’zı mes’eleler görüşülürse, yahut onlar bu mes’elelerde senin bildiğinin hilafına iddia ederlerse onlar hemen muhalefet etme.”

-“Sana bir şey sorulursa ona herkesin bildiği şekilde cevap ver! Sonra bu mes’elede şu veya bu şekilde görüş ve delillerin de bulunduğunu söyle. Senin bu türlü açıklamalarını dinleyen halk, hem senin değerini, hem de başka türlü düşünenlerin değerini tanımış olur.”

-“Sana, bu görüş kimindir? diye sorarlarsa, Fakihlerin bir kısmınındır, de. ONLAR, VERDİĞİN CEVABI BENİMSERLER VE ONU SÜREKLİ OLARAK YAPARLARSA, SENİN KADRİNİ DAHA İYİ BİLİR VE MEVKİİNE DAHA ÇOK HÜRMET EDERLER.”

-“Seni ziyarete gelenlere ilimden bir şey öğret ki, bundan faydalansınlar ve herkes öğrettiğin şey’i belleyip tatbik etsin. Onlara Umumi şeyleri öğret, ince mes’eleleri açma.”

-“ONLARA GÜVEN VER, BA’ZEN ONLARLA ŞAKALAŞ VE AHBAPLIK KUR. ZİRA DOSTLUK, İLME DEVAMI SAĞLAR. Bazen onlara yemek ikram et. İhtiyaçlarını temine çalış, değer ve itibarlarını iyi tanı, kusurlarını görme. Halka yumuşak muamele et, müsamaha göster, hiçbir kimseye karşı bıkkınlık gösterme. ONLARDAN BİRİ İMİŞSİN GİBİ DAVRAN.”

İslam âlimleri ansiklopedisi

Allah-u Teâlâ hazretleri (c.c.) Bizleri ve sizleri İmâm-i A’zam Ebû Hanife hazretleri (Radiyallah-u anh) hurmetine günahlarımızı afv eylesin. Amin

Fuad Yusufoğlu

Biat-ür-Rıdvan (Hudeybiye)


Suheyb radiyallah-u anh’den rivayet edildiğine göre, Resûlullah sallallahu aleyhi ve selem şöyle buyurmuştur;

-“Sizden evvelkiler içinde bir pâdişah ve onun bir kâhini vardı.”

Bu kâhin ihtiyarlayınca pâdişaha;

-“Ben ihtiyarladım, bana bir uşak gönder ki ona kâhinlik öğtereyim,” dedi.

-”Pâdişah da bir delikanlı gönderdi. Bunun yolu üzerinde bir rahip vardı. Delikanlı, bunun katında oturdu ve sözlerini dinledi, hoşuna gitti. Sonra kâhine her gittiğinde râhibe uğrar ve onun yanında otururdu. Kâhin’in yanına geldiğinde (geç kaldın diye) kâhin delikanlıyı döverdi. Delikanlı bu hali râhibe söyleyince,”

Râhib ona şöyle dedi:

-“Kâhinden korktuğunda.”Evde alıkoydular” ailenden korktuğunda da:”Kâhin alıkoydu. De

Durum böyle devam edib giderken, delikanlı günün birinde insanların yolunu kesen büyük bir hayvana rastladı ve bunun üzerine:

-“Kâhinin mi yoksa râhibin mi efdal olduğunu işte bu gün öğreneceğim,” diyerek eline bir taş aldı ve:

-“Allah’ım! Eğer râhibin işlerini, kâhinin işlerinden fazla seviyorsan hayvanı öldür ki, insanlar geçsin,” dedi.

Ve taşını hayvana attı; öldürdü. Halk da yollarına devam etti. Sonra delikanlı râhibin yanına geldi ve vak’ayı ona söyledi.

Râhib ona:

-“Yavrucuğum! Bu gün sen benden efdalsın, senin şânın, gördüğüm dereceye ermiş, sen muhakkak yakında bir belâya uğrayacaksın. Eğer başına belâ gelirse, benim bulunduğum yeri söyleme.” Dedi

Delikanlı, körleri ve (abraşları) ala getirenleri kurtarır, insanların diğer hastalıklarını da tedavi ederdi. Padişahın meclis arkadaşlarından o günlerde kör olan birisi bunu işitti; Bir çok hediye ile delikanlının yanına gitti ve:

-“Eğer, beni hastalığımda iyi edersen bu hediyeleri sana veririm,” dedi.

Delikanlı da;

-“Ben kimseye şifa veremem, ancak Allah-u Teâla şifa verir. Allah’a iman edersen ben de Allah’a duâ ederim, O da şifa verir.” Dedi.

Bunun üzerine bu adam, Allah’a iman etti. Allah-u Teâla ona şifa verdi. Sonra bu adam padişahın yanına geldi. Ve evvelce oturduğu gibi onunla oturdu.

Pdişah:

-“Gözünü sana kim iâde etti? “ diye sordu.

O da:

-“Rabbim iâde etti,” diye cevab verdi.

Devam edecek….

İslam âlimleri ansiklopedisi

Allah-u Teâlâ hazretleri (c.c.) Bizleri ve sizleri Suheyb-i Rumi (Radiyallah-u anhu) nun şefaatına nail eylesin. O’nun yüzü suyu hürmetine günahlarımızı afv eylesin. Amin

Fuad Yusufoğlu