‘(Ebü’l Vefâ) Tâc-ül-Ârifin(Radiyallah-u anhu)’ olarak etiketlenmiş yazılar

Eski Kâ’be resmi (Mekke müzesinden alınmıştır)

Tâc-ül-Ârifin (Ebü’l Vefâ) Radiyallah-u anhu – 27

Tâc-ül-ârifin hazretleri (r.a.) sözlerine şöyle devam etti;

-“Bir çoban, güttüğü koyunlara şefkatli ve merhametli davransa, onları incitmezse ve zayıf-sağlam demeden her birini iyi ve otlu yerlerde otlatırsa, sıcak bastığı vakitlerde ağaç altlarına götürüp onları gölgelendirirse, susadıklarında onları güzel berrak sulardan sularsa, hülâsa ne kadar iyi beslerse, koyunlar besili olur ve sürü çabuk artar. Koyunların sütleri de çok olur. Koyunları böyle olan sürü sahibi de, çobandan memnun olarak daha fazla ücret verir.”

-“Eğer bunları yapmayıp da tersini yaparsa, koyunların sütleri ve saysı azalır. Sürü sahibi memnun kalmıyarak çobanı işten çıkarır, onun yerine başka çoban getirir.”

-“İşte böyle olduğu gibi, ey Halife! Bir bakıma sen de bir çobansın. Sana itâat eden teb’an da koyun gibidir. Sen insaf ve adaletle hareket ederek onlara zulüm etmezsen, Allah-u teâlâ da senin hukukunu görerek, adaletle hareket ettiğin için seni makamında devamlı tutar ve sen de böylece ülkeni günden güne genişletebilirisn.”

-“Eğer teb’ana şefkat ve merhametle davranmazsan, onlara ezâ, cefâ ve zulüm edersen, Hak teâlâ seni memleket padişahlığından ve hilafet makamından alır. Böylece hem dünyada, hemde ahrette kovulmuş olursun.”

-“Ey Emir-ül-mü’minin! Şimdi iyi düşün ve gözünü aç. Kendi haline dikkatle bak. Hangi taraftansın? Ona göre amel et ve durumunu düzelt. Kimseye güvenme, ahrete yarayacak işi kendin gör.” Buyurdu.

Bunun üzerine halife;

-“Ey Seyyid! Allah-u teâlâ seni ve ecdadını, bütün mü’minlere yardım ve onlardan faydalanmaları için gönderdi. O yardım ve faydadan, bugün özellikle ben istifade ettim. İdarem altında bulunan âmirlere, halka adalet üzere muamelede bulunup, kimseye zulüm etmemeleri içim emir göndereceğim. Söylemek benden, emrimi yerine getirmek ise onların vazifesidir. Eğer emrimi yerine getirmezlerse, günaha girer ve yarın Allah-u teâlâ’nın huzurunda kendileri mes’ül olurlar.” Dedi.

Tâc-ül-ârifin Seyyid Ebü’l-Vefâ hazretleri (r.a.);

-“Ey Halife! Güzel söyliyorsun, fakat sadece dil ile söylemek yetmez. Yapılan işi tartarak yapmak ve her durumda adâlet’e riâyet etmek lazımdır. Ey Halife! Şüphen olmasın ki, günün birinde öleceksin; Burada öyle bir amel işle ki, yarın kıyamet günü o amelin sana faidesi dokunsun. Günün birinde seni, seni yaratan yüce bir varlığın huzuruna götürecekler. O her şeyi bilir, hiçbir şey O’na gizli kalamaz. Burada işlediğin her şeyin karşılığını orada göreceksin.

Devam edecek…

İslam âlimleri ansiklopedisi

Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri Tâc-ül-Ârifin (Ebü’l Vefâ) Radiyallah-u anhu’nin yüzü suyu hürmetine günahlarımızı af eylesin. Amin

Fuad Yusufoğlu

Eski Kâ’be resmi (Mekke müzesinden alınmıştır)

Tâc-ül-Ârifin (Ebü’l Vefâ) Radiyallah-u anhu – 28

-”Ey Halife! Şunu hiç unutma ki, Allah-u teâlâ seni bir damla meniden yarattı. Sana can verdi, akıl verdi. Göz, kulak, ayak ve dil verdi. Bunlara benzer daha nice a’zalar ve saymakla bitmeyecek ni’metler verdi. Bütün bunları insanoğlunun emrine âmâde kıldı. Böyle ni’metler verdiği insanlar üzerine hükmetmen ve emir vermen için Allah-u teâlâ seni hâkim kıldı ve halife yaptı. Sana tabi olan bütün insanların halleri senden sorulacaktır. Bu yüzden makamınla öğünüp mağrur ve gafil olmayasın.” Deyince

Halife çok ağladı ve harareti arttı. İçmek için su istedi. Bir maşrapa su getirdiler.

Tam suyu içeceği sırada, Ebü’l-Vefâ hazretlei(r.a.);

-“Ey halife, suyu içme! Sabret.” Dedi.

Bunun üzerine halife onun diyeceğini beklemeye başladı.

Tâc-ül-ârifin hazretleri(r.a.);

-“Ey halife! Çok susamış bir halde sahrada olsan ve bir damla içcek su bulamazsan, susuzluktan ölecekmiş gibi olsan. Bir kimse elinde bu maşrapayla sana su getirse ve karşında tutarak; (-“Şayet saltanatının yarısını bana verirsen, şu suyu sana vereceğim”) dese ne yaparsın?” deyince

Halife;

-“Susuz ölmektense, diri kalıp yaşamak daha iyi olacağından, saltanatımın yarısını verir, bir maşrapa dolusu soğuk suyu alırım.” Dedi.

Bunun üzerine Ebü’l-Vefâ hazretleri (r.a.);

-“Suyu içtiğinizi kabul edelim. O içtiğin su, bir müddet sonra idrar olarak yol bulup çıkmak istese, fakat Allah-u teâlâ o suyu veren kimseye bir imkan verse, o kimse seni, idrarını yapamaz hâle getirse ve sen de idrarını yapamazsn, o zaman da o kimse (-“Eğer sultanlığının diğer yarısını da bana verirsen, idrarını yapmanı sağlarım. Yoksa bu halde bırakırım.”) dese ne yaparsın?” diye sordu.

Halife cevap olarak;

-“Ezâ, cefâ içinde çâresiz kalmaktan dirlik iyidir. Sultanımın yarısını ona verir, o zahmetli halden kurtulurum.” Dedi.

Ve elindeki suyu içti.

Seyyid Ebü’l-Vefâ hazretleri (r.a.) başını kaldırıp;

-“Ey halife! Bil ki, yarısı bir içme suya, yarısı da bir defâ idrar çıkarmak karşlığında elden çıkacak olan bir devlete, bir makama, ârif olan kimse hiç tema’ eder mi? Onun için, beylik ve makamın benim yanımda zerre kadar bir değeri yoktur.” Buyurdu.

Devam edecek…

İslam âlimleri ansiklopedisi

Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri Tâc-ül-Ârifin (Ebü’l Vefâ) Radiyallah-u anhu’nin yüzü suyu hürmetine günahlarımızı af eylesin. Amin

Fuad Yusufoğlu

Eski Kâ’be resmi (Mekke müzesinden alınmıştır)

Tâc-ül-Ârifin (Ebü’l Vefâ) Radiyallah-u anhu – 29

Bunun üzerine halife;

-“Ey Seyyid! Beni mazur görünüz. Sizin asıl hâlinizi bilememişim. Biliyorsun ki, nefs insanın düşmanıdır. İnsana türlü türlü endişeler verir. Ve kişi, kendisini vesveseye iten herkesin sözüne uyar.” Dedikten sonra,

Ebü’l-Vefâ hazretleri (r.a.) nin elini öptü ve;

-“Ey Seyyid! Bu andan itibaren senin emrinden dışarı adımımı atmayacağım. Yapacağım işleri, önce sizinle istişâr edeceğim. Ondan sonra o işleri yapacağım.” Dedi.

Ebü’l-Vefâ hazretleri (r.a.) de;

-“Yâ emir-ül-mü’minin! Benim sana, senin de bana ihtiyacın yok. Fakat ne yaparsan Allah-u teâlâ’nın emrinden dışarı çıkma, Peygamber efendimiz (s.a.v.) in sünnetini bırakma. Daimâ Allah-u teâlâ’dan kork, Resulü’nden (s.a.v.) utan.” Dedi.

Bunun üzerine halife;

-“Ey Seyyid! Bana gönlümün dünyaya karşı aşırı ve fazla bir hırs göstermiyeceği bir nasihatta bulun?” deyince

Ebü’l-Vefâ hazretleri (r.a.);

-“Dünyanın lezzetleri üç şeyde toplanmıştır. Bunların ilki yemek-içmek, öbürü giyinmek, diğeri ise cima’dır. Yiyeceklerin en tatlısı baldır. Bal, küçük ve zayıf olan arıdan hâsıl olur. O hayvancığı, insan dilerse kolayca öldürebilir. Giyeceğin en iyisi ipek olup, onu da küçücük bir böcek yapar. O böck, gökgürültüsüyle ölür. Cima’ ise bir bevli yerli yerine ulaştırmaktır. Bu da “bir anlık” lezzettir. Dünyanın, insan için geçen süre kadar bile kıymeti yoktur. Kamil ve ârif olan kimse dünyaya gönül bağlamaz. Böyle zatların gönülleri, Allah-u teâlâ’dan “bir an” bile uzak olmaz.”

Buyurduktan sonra, talabelerinden birine işaret etti.

Talabesi hâl ehlinden olduğu için, hocasının ne için işaret ettiğini hemen anladı. Ebü’l-Vefâ hazretleri (r.a.) onun eline, o zamana kadar görülmemiş bir inci koydu.” İncinin” parıltısından her taraf ışıl ışıl olmuştu.

Halife bunu görünce, Seyyid Ebü’l-Vefâ hazretleri (r.a.) den bakmak için izin istedi. Ebü’l-Vefâ hazretleri (r.a.) o “inciyi” halifeye verdi. Halife eline alınca, o inci basıt bir taş oluvermişti. On u tekrar geri verdi. Seyyid Ebü’l-Vefâ hazretleri taşı eline alınca, yine pırıl pırıl parlayan bir “inci” oluverdi. Halife o “inciyi” tekrar eline aldığında, yine değersiz bir taş oluverdi. Halife onu tekrar Seyyid Ebü’l-Vefâ’ya geri verince, o taş, tekrar gözleri kamaştıran, parlaklığıyla insanları cezbeden bir “inci” oldu. Halife bu duruma çok şaşırdı.

Bunun neden ileri geldiğini anlayarak, can-ı gönülden tövbe etti. Adalet üzere hareket edeceğine, kimseye zulüm etmiyeceğine gönülden söz verdi.

Devam edecek…

İslam âlimleri ansiklopedisi

Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri Tâc-ül-Ârifin (Ebü’l Vefâ) Radiyallah-u anhu’nin yüzü suyu hürmetine günahlarımızı af eylesin. Amin

Fuad Yusufoğlu

Eski Kâ’be resmi (Mekke müzesinden alınmıştır)

Tâc-ül-Ârifin (Ebü’l Vefâ) Radiyallah-u anhu – 30

Daha sonra Emir-ül-mü’minin, çeşitli yemekler hazırlamaları için adamlarına emir verdi. Tâc-ül-ârifin hazretleri (r.a.) ne ziyafet verecekti. Adamları çok miktarda ve çeşitli yemekler hazırladılar. Sofralar kurularak, o yemekleri onların üzerlerine koydular. Halife ve Ebü’l-Vefâ hazretleri (r.a.), talabeleriyle sofraya oturdular.

Seyyid Ebü’l-Vefâ hazretleri (r.a.) talabelerine;

-“Ramazan mecnun aranızda mı?” diye sorunca

Ramazan mecnun;

-“Buradayım.” Diyerek ayağa kalktı

Ebü’l-Vefâ hazretleri (r.a.);

-“Ey halife! Önce bu mecnun’un karnını doyur.” Dedi.

Halifede;

-“Hay hay, yemeğin sonu yoktur. Ne kadar isterse yesin.” Deyince,

Ebü’l-Vefâ hazretleri (r.a.) Ramazan-ı Mecnun’a işaret etti. Ramazan Mecnun yemekleri yemeğe başladı. Orada bulunan bütün yemekleri yedi.

ve;

-“Ey halife! Daha yemek yokmu? Karnın doymadı.” Dedi.

Halife de;

-“Bağdad’da ne varsa yersin, fakat yine doymazsın.” Dedyince,

Ramazan-ı Mecnun;

-“Bugün rızkımı senden taleb ettim, aç kaldım.”dedi.

Bunun üzerine halife özür diledi ve tövbe istiğfar etti.

Seyyid Ebü’l-Vefâ hazretleri (r.a.), yola çıkmak için sonra halifeyle vedalaştı.

Halife ona, şehirden çıkıncaya kadar refâket etti. Seyyid Ebü’l-Vefâ hazretleri (r.a.) talabeleriyle, Bağdad’dan uzaklaştıktan sonra halife, Mâcid-i Kürdi (r.a.) yi istedi. Seyyid Ebü’l-Vefâ hazretleri (r.a.), Mâcid’e izin verince, Mâcid-Kürdi (r.a.) halife’nin yanına geldi.

Devam edecek…

İslam âlimleri ansiklopedisi

Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri Tâc-ül-Ârifin (Ebü’l Vefâ) Radiyallah-u anhu’nin yüzü suyu hürmetine günahlarımızı af eylesin. Amin

Fuad Yusufoğlu

Eski Kâ’be resmi (Mekke müzesinden alınmıştır)

Tâc-ül-Ârifin (Ebü’l Vefâ) Radiyallah-u anhu – 31

Halife kâtibine;

-“Kasendi’nin etrafında olan bütün köylerin uşrlarını Seyyid Ebü’l-Vefâ hazretleri (r.a.) ne yaz” diye emir verdi.

Kâtip halifenin bu emrini yazdı.

Halife, bunu Mâcid-i Kürdi (r.a.) ye vererek,

-“Bunun Seyyd Ebü’l-Vefâ hazretleri (r.a.) ye götür. Fakat Seyyid hazrtleri (r.a.) beldesine varmadan bunu ona verme ve gösterme.” Dedi.

Mâcid-i Kürdi (r.a.);

-“Peki” diyerek mektubu aldı ve Seyyid Ebü’l-Vefâ hazretleri (r.a.) nin arkasından yetişti.

Ona hiçbir şey söylemedi. Hepsi gemiye bindiler, Fakat gemi, ne yaptıysalar bir türlü hareket etmedi.

Bunun üzerine Ebü’l-Vefâ hazretleri (r.a.), Allah-u teâlâ’nın yardımıyla gemin neden yürümediğini anladı ve Mâcid-i Kürdi (r.a.) yi yanına çağırdı.

Ona;

-“Ey Mâcid sende bir şey.” Dedi.

Mâcid-i Kürdi (r.a.);

-“Evet ya Seyyid var.” Deyince

Seyyid hazretleri (r.a.);

-“Nedir o?” diye sual etti.

Mâcid-i Kürdi (r.a.);

-“Bende halifenin size gönderdiği bir mektüp var.” Deyince

Ebü’l-Vefâ hazretleri (r.a.);

-“Daha önce bana niye vermedin” dedi.

Mâcid-i Kürdi (r.a.);

-“Yerinize varnadan size vermememi ve ondan bahsetmememi halife vasiyet etmişti. Ondan dolayı vermedim.” Deyince

Devam edecek…

İslam âlimleri ansiklopedisi

Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri Tâc-ül-Ârifin (Ebü’l Vefâ) Radiyallah-u anhu’nin yüzü suyu hürmetine günahlarımızı af eylesin. Amin

Fuad Yusufoğlu

Osmanlı’ların inşa ettiği eski Ecyed kalesi (Mekke müzesinden alınmıştır)

Tâc-ül-Ârifin (Ebü’l Vefâ) Radiyallah-u anhu – 32

Ebü’l-Vefâ hazretleri (r.a.);

-Ya Mâcid! Görüyorsün ki gemi hakerket etmiyor. Ne yapmamaız lazım? Getir mektubu bir göreyim.” Dedi.

Mâcid-i Kürdi (r.a.), mektubu cebinden çıkarıp hocasına verdi. Seyyid Ebü’l-Vefâ hazretleri (r.a.) mektubu okuduktan sonra, yırtıp, parça parça ederek suya attı. O anda gemi, kendi kendine hareket etti. Çok hızlı bir şekilde varacağı yere vardı.

Bazı kimseler;

-“O kağıtda her halde Seyyid Hazretleri (r.a.) ne bir şey vakfedilmişti. Seyyid ahzretleri (r.a.) neden böyle yaptı acaba? Kendisi kabul etmedi, bari zürriyetine veya talabelerine verseydi.” Dediler.

Bu durum Ebü’l-Vefâ hazretleri (r.a.) malum oldu ve;

-“Ey insanar! Veli olan kimsenin, Allah-u teâlâ’dan başka bir şey istemesi, O’ndan başka bir şeye gönül bağlaması doğru değildir. Ben ve benim soyumun, benim silsilemin, kıyamete kadar Allah-u teâlâ’dan başka hiç kimseye muhtaç olmayacağına ve bütün alemin onlara muhtaç olacağına inanıyorum.” Buyurdu.

Seyyid Ebü’l-Vefâ hazretleri (r.a.) nin Muhammed-ı Mısrı isimli bir talebesi vardı. Çoğu defa hocasına;

-“Talebe için hoca’nın üzerine vazife ve hocası için talebe’ye vacip olan nedir? Diye sorardı.

Hocası da;

-“Büyük bir gayretle ciddi olarak kendini hocana teslim edersen o zaman görürsün. Görmek, işitmekten daha güzeldir.” Diye cevap verirdi.

Muhammed Mısrı, gece-gündüz can-ı gönülden ve ihlas ile hocasına hizmet ederdi. Bu hal üzere uzun zaman geçti.

Birgün hocası Muhammed Mısrı’ye;

-“Ey Muhammed! Derhal Mısır’a git. Bana “bin dinar” nezir olunmuştur. Onu al ve getir“ buyurdu.

Muhammed Mısr’ı hemen asasını alıp yola çıktı. Muhammed Mısr’ı, yolu bilmiyordu ve azığı yok idi. “Bin dinarı” nezr eden kimdir, nerededir, bilmiyordu. İşte bu hal üzerine yola koyuldu.

Devam edecek…

İslam âlimleri ansiklopedisi

Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri Tâc-ül-Ârifin (Ebü’l Vefâ) Radiyallah-u anhu’nin yüzü suyu hürmetine günahlarımızı af eylesin. Amin

Fuad Yusufoğlu

Osmanlı’ların inşa ettiği ve Suudi’lerin yıktığı Ecyed kalesi

Tâc-ül-Ârifin (Ebü’l Vefâ) Radiyallah-u anhu – 33

Allah-u teâlâ onu, sıdkı ve ihlası bereketine sağ salim Mısır’a ulaştırdı.

Mısıra yaklaşınca kendi kendine;

-“Nereye gitsem, o kimseyi nasıl bulsam” diye düşünürken, yanına katıra binmiş, güzel elbiseler giyinmiş bir tacir geldi ve selam verdi.Muhammed Mısrı de selamını aldı.

Genç tacir;

-“Nereden geliyorsun?” diye sorunca

Muhammed Mısrı;

-“Irak diyarından geliyorum.” Dedi.

Genç tacir;

-“Ebü’l-Vefâ hazretleri (r.a.) nin talebelerinden hiç kimseyi tanıyor musun?” deyince;

Muhammed Mısr’ı;

-“Ben onun talebelerindenim.” Dedi.

Buna çok sevinen genç tacir;

-“Adın nedir?” diye sorunca

O’da;

-“Adım Muhammed’dir” diye ceap verdi.

Genç tacir;

-“Ey Muhammed! Çok önemli bir şim vardı. Seyyid Ebü’l-Vefâ hazretleri (r.a.) nin himmetiyle bu işim oldu. Bunun için, Seyyid hazretlerine vermek üzere “bin dinar” nezir etmiştim. Onun talbelerinden birini bulup, bu “bin dinarı” teslim etmek arzusuyla sahraya çıkmıştım. Elhamdulillah Allah-u teâlâ beni seninle karşılaştırdı ve bugün (-“Irak tarafından bir kimse gelecek!”) diye kalbime ilham verdi. Allah’a şükür seninle karşılaştım ve muradıma erdim. Ey Muhammed! Sen lütfedip bu “bin dinarı” Ebü’l-Vefâ hazretlerine teslim eder misin?” dedi.

Bunun üzerine Muhammed Mısr’ı, Ebü’l-Vefâ hazretleri (r.a.) ile aralarında geçen konuşmayı anlatınca, tacir buna hayret etti ve Muhaammed Mısr’ı yı evine götürdü.

Devam edecek…

İslam âlimleri ansiklopedisi

Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri Tâc-ül-Ârifin (Ebü’l Vefâ) Radiyallah-u anhu’nin yüzü suyu hürmetine günahlarımızı af eylesin. Amin

Fuad Yusufoğlu

Mekke Müzesi

Tâc-ül-Ârifin (Ebü’l Vefâ) Radiyallah-u anhu – 34

Genç tacir Muhammed Mısr’ı yı üç gün üç gece misafir etti. Giderken “bin dinarı” teslim ederek;

-“Varınca Seyyid hazretleri (r.a.) nin mübarek ayağını benim için öp.” Dedi.

Muhammed Mısr’ı tacirle vedalaştıktan sonra, Mısır’da bulunan evliyadan bazılarını ziyaret edip şehrden çıkmağa niyet etti. Bir sokaktan geçerken, gözü bir çardağın altında oturan güzel bir kadına ilişti. Nefsinin esiri olarak, uzun süre hayran hayran o kadına baktı.

O kadın bir kişiyi gönderip;

-“Eğer burada durmaktan gayesi bana kavuşmak ise istediğimi versin, bana kavuşsun. Şayet dileğimi vermeye kudreti yoksa burada beklemesin, gitsin.” Dedi.

Muhammed Mısr’ı;

-“Gözüm gördü, gönlüm sevdi. Bana bir kolaylık sağlasın.” Dedi.

O kişi bunu gidip kadına iletti.

Bir saat sonra tekrar o kişi gelerek;

-“Ey derviş! Sen bu sevdadan vazgeç. O seni güldürmez. Çünkü seninle bir gece sohbet etmesi “bin dinardır” Bu parayı zenginlerden başkasının vermeye gücü yetmez.” Deyince

Muhammed Mısr’ıbin dinarı” o adama vererek, aklından da Ebü’l-Vefa hazretleri (r.a.) ne;

(-“Mısır’a gittim. Ama o nezreden kimseyi bulamadım.”) demeyi geçirdi.

O kişi “bin dinarı” götürüp kadına verdi. Sonra Muhammed Mısrı’yi kadının yanına çıkardılar. Gece olunca Muhammed Mısr’ı kadınla baş başa kaldı. Hazırlanan çeşitli yemeklerden yediler. O anda gaibden bir el peydah olarak onlara dokundu. İkisidi de kendinden geçip yere düştüler.

Kadın daha önce kendine geldi. Muhammed Mısrı’nin henüz daha kendine gelmediğini görünce, onun başını ovuşturmağa başladı. Muhammed Mısrı’nin aklı başına gelince kalkıp, kadına bakmadan kapıya doğru yürümeye başladı. Kadın arkasından gelerek parayı ona vermek istediyse de, Muhammed Mısrı parayı almadan gitti.

Kadın arkasından yetişip ona;

-“Bu hâl nedir ki, bize vâki oldu?” diye sorunca

O da;

-“O bize dokunan el hocamın elidir.” Dedi.

Sonra acele ile giderken kadın;

-“Ne olur, beni de yanına götür, Onun yanına varıp tövbe edeyim” diye ricada bulundu.

Önce kadınla beraber yalnız gidemiyeceği için bu ricayı kabul etmeyen Muhammed Mısrı, Kalmine bir kervanın gideceğini öğrenince kadının gelmesine razı oldu.

Devam edecek…

İslam âlimleri ansiklopedisi

Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri Tâc-ül-Ârifin (Ebü’l Vefâ) Radiyallah-u anhu’nin yüzü suyu hürmetine günahlarımızı af eylesin. Amin

Fuad Yusufoğlu

Eski Kâ’be resmi (Mekke müzesinden alınmıştır)

Tâc-ül-Ârifin (Ebü’l Vefâ) Radiyallah-u anhu – 35

Kadın, malını mülkünü terk ederek, kervanla birlikte yola çıktı Allah-u teâlâ’nın izniyle Kalmine’ye vardılar.

Ebü’l-Vefâ hazretleri (r.a.) nin makamına varınca;

Muhammed Mısrı;

-“Acaba kadınla beraber mi gitsem, yoksa ben önce gidip izin aldıktan sonra mı kadını götürsem?” diye tereddütte kaldı. O düşünceyle Ebü’l-Vefâ hazretleri (r.a.) nin huzuruna yaklaşırken,

Ebü’l-Vefâ hazretleri;

-“İkisi beraber gelsinler.” Buyurdu.

Muhammed Mısrı ve kadın, korku içinde Ebü’l-Vefâ hazretleri (r.a.) nin yanına vardılar.

Ebü’l-Vefâ hazretleri (r.a.) onlara tebessümle bakarak;

-“Ya Muhammed! Her zaman bana;

(-“Talebenin hocası üzerinde, hocanın da talabesi üzerinde olan hakkı nedir?”) diye sorardın.

-“Şimdi bu durum zahir oldu. Sen de bunu kendi gözünle gördün. Hocanın talebesi üzerindeki hakkı şunlardır;

-“Hoca talebesini uzak bir yere gönderdiği zaman, talebe sebebini araştırmadan denilen yere gitmelidir. Bu yoılculuğu esnasında yiyeceği yemeği ve yol arkadaşı istememelidir. O yolculuktan maksadın ne olduğunu bilmemelidir. Talebenin hocası üzerinde hakkı ise, hoca, talebesini doğru yoldan ayırmamalıdır. Talebe bir süç işlediği vakit, hocası o suçtan ve o günahtan onu kurtarmalı ve afetmelidir. Yaptığı hzimetten gayenin ne olduğunu bilmelidir.”

-“Sen bizim “ihlaslı” talebemiz olduğun için”

-“Sana;”

-“Mısır’a git, bize nezrolunmuş “bin dinarı” al, getir.” Dedim. Sen hiç sual sormadan azık ve arkadaş istemeden, Allah-u teâlâ’ye tevekkül ederek yola çıktın. Biz de Allah-u teâlâ’nın yardımıyla seni doğru yoldan ayırmayıp, Mısır’a kadar sağ-salim ulaştırdık. “Bin dinar” nezreden şahısla görüştürdük. Bu kadınla aranızda hasıl olacak günahtan Allah-u teâlâ’nın izniyle seni koruduk.” Dedi.

Kadın Seyyid Ebü’l-Vefâ hazretleri (r.a.) nin önünde tövbe ederek Saliha bir hatun oldu. Ebü’l-Vefâ hazretleri (r.a.), o hatunu Muhammed Mısrı’ye nikahladı.

Devam edecek…

İslam âlimleri ansiklopedisi

Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri Tâc-ül-Ârifin (Ebü’l Vefâ) Radiyallah-u anhu’nin yüzü suyu hürmetine günahlarımızı af eylesin. Amin.

Fuad Yusufoğlu

Eski Kâ’be resmi (Mekke müzesinden alınmıştır)

Tâc-ül-Ârifin (Ebü’l Vefâ) Radiyallah-u anhu – 36

Ebü’l-Vefâ hazretleri (r.a.), vefatına yakın hastalandı. Bütün talebeleri, arkadaşları, dostları başına toplandılar.

Başında bulunanlara dedi ki;

-“Bilin ve anlayın ki, her nesne yoktan var edilmiştir. Her canlı ölümü tadacaktır. Allah-u teâlâ, Cenneti ve Cehennemi de biz kullar için yaratmıştır. Cennet’e girmeyi arzulayan, ona giden yola gitsin! Bu yola ait amelleri işlesin. Bu yoılun aksi Cehennem yoludur. Bundan başka yol yoktur.”

Sözlerine şöyle devam etti;

-“Ey insanlar! Ceddim Muhammed Mustafa Sallallahu aleyhi ve selem’ın yolunu gösterdim. Bu yolu dışındaki her şey bid’attir. Bid’ate tabi olmak, delalete, bu da helâk olmaya sebeptir. Takvayı elden bırakmayın! Bütün nesnenin nuru takvadandır. Daima Allah-u teâlâ’yı hatırlayın! Gözünüzde daima O bulunsun! Allah-u teâlâ’yı unutan kimselerden olmayınız! Daima Allah-u teâlâ ile olup, iki cihanda saâdete kavuşıunuz.”

Ebü’l-Vefâ hazretleri (r.a.) nin vefatına talebelerinden biri çok üzüldü. Definden sonra onu mezarının başından bir türlü ayıramadılar. Bir gün bir atlı peydah oldu. Yanına yaklaştı. Talebe başını kaldırıp atlıya baktığında gördü ki, heybetli bir kimse, kır bir ata binmişti. O tarafa bakmaya cesaret edemedi. O atlı iyice yaklaşıp selam verdi. Talebe selamı aldı. Bu sesi tanımıştı. İyice baktığı zaman, bu atlının Ebü’l-Vefâ hazretleri (r.a.) olduğunu anladı.

Hemen yanına koşup ellerini öptü ve;

-“Efendim, sizin için öldü diyorlar siz ölmemiş miydiniz?” dedi.

Ebü’l-Vefâ hazretleri (r.a.) buyurdu ki;

-“Ey oğul, doğru söylerler. Fakat sen iyi bilesin ki, cesetler ölür, ruhlar ölmez. Şimdi evine git. Bu sırrı ehil olmayan kimselere söyleme. Beni ne zaman görmek istersen buraya gel!”

Devam edecek…

İslam âlimleri ansiklopedisi

Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri Tâc-ül-Ârifin (Ebü’l Vefâ) Radiyallah-u anhu’nin yüzü suyu hürmetine günahlarımızı af eylesin. Amin

Fuad Yusufoğlu