‘silsile-i Aliyye’ olarak etiketlenmiş yazılar

dsc09799-cami-minaresi-tarihi.JPG

Zeynelabidin Cami-i Minaresi

dsc09794-zeyneabidin-cami-i-00.JPG

Zeynelabidin Cami-i  avlusu

Selman-ı Farisi (Radiyallah-u anhu);

Eshabi kiramın büyüklerindendir. Aslen İranın İsfahan yakınlarındaki bir köyde doğup büyüdü. Gençliğinde Mecusi iken, hiristiyan olmuş ve çeşitli kiliselerde ibadet ve hizmet etmiştir. Bu kiliseden bir tanesi Hiristiyanlık aleminde Dünyan’ın ilk üniversitesi olan Nusaybin üniversitesi dir. Eshab-i Kiram büyüklerinden, Resulullah Sallallahu aleyhi ve sellem’in (-”Selman Ehl-i beytimizdendir.”) müjdesine mazhar olmuş. İnsanları hakka davet eden, onlara doğru yolu gösterip, hakiki saadete kavuşmalarına vesile olan ve kandilerine “silsile-i aliyye” denilen büyük âlim ve velilerin “ikincisidir.”

Ebel ferec (r.a.) buyurdu ki:

-”Adullah bin Abbas (r.a.) nın yanında idim bana selman-i Farisi (r.a.) nın hayatını şöyle anlattı.”

Selman (r.a.) anlatıyor:

-”Ben önce mucusi idim. Bir hiristiyan kilisesine rasladım. Onların ibadetlerini görünce içim ısındı.

kendilerine;

-”Bu dinin aslı nerededir?” dedim.

bana;

-”Bu dinin aslı Şam’dadır.”dediler.

Ben;

-”Peki.”dedim

Önce kervanla Şama geldim. Şam’da hiristiyan dininin en büyük alimini sordum bana bir alimi tarif ettiler onun yanına gittim. Ona durumu anlattım.

Onun yanında kalmak istediğimi, ona hizmet edeceğimi söyleyip ondan bana Nasraniliği öğretmesini Allah’u tealayı (c.c.) tanıtmasını rica ettim. Oda kabul etti. Bende ona hizmet etmeye, kilisenin işlerini yapmaya başladım. Bana dini bilgiler öğretmeye başladı. Fakat sonradan onun kötü kimse olduğunu anladım.

Çünkü:

Hiristiyanların, fakiırlere vermesi için getirdikleri Sadaka  altın ve gümüşleri kendine alır, fakirlere vermezdi .

Böylece şahsına 7 küp altın ve gümüş biriktirdi. Fakat bunu benden başka kimse bilmezdi. Bir müddet sonra o âlim vefat etti. Nasraniler onu defn etmek için toplandılar.

Onlara:

-“Neden buna bu kadar hürmet ediyorsunuz? O hürmete layık bir insan değildir.” Dedim.

Onlar da:

-“Sen bunları nereden çıkarıyorsun “dediler. Ve bana inanmadılar.

Bende biriktirdiği altın ve gümüşlerin yerlerini bildiğim için onlara gösterdim. Nasraniler 7 küp altın ve gümüşü çıkardılar.

Ve:

-“Bu defne ve techize layık bir kimse değildir.” Dediler.

Bir yere atıp üzerini taşla kapattılar.

Sonra onun yerine başka bir alim geçti. Çok alim ve zahid bir kimse idi. Dünyaya hiç ehemmiyet vermezdi. Ahirette tâlib bir kimse olup, hep ahirreti için çalışıyordu.

Devam edecek…

İslâm âlimleri ansiklopedisi

Fuad Yusufoğlu

cimg2711-eski-ravda-000.JPG

Revda-i Muttahhara (eski)

cimg6156-ravda-yeni-000.JPG

Ravda-i Muttahhara (Yeni)

Selman-i Farisi; (Radiyallah-u anhu) -2

çok ibadet ederdi. Onu çok sevdim ve uzun zaman yanında kaldım. Onun ve kilise’nın hizmetini yapar, onunla ibadet ederdim.

Vefat zamanı geldi.

Ben ona:

-“Ey benim efendim; uzun zamandan beri yanınızdayım ve sizi çok sevdim. Sen vefat edince ben ne yapayım. Bana tavsiye eder misin?” Diye sordum…

Bana:

-“Oğlum Şam’da insanları islah edecek kimse yok. Kime gitsen seni ifsad ederler. Fakat Musul’da bir zat vardır. Ona gitmenı tavsiye ederim,”dedi.

Bende;

-“Peki efendim.”dedim.

O zat vefat edince Şam’dan, Musul’a gittim. Onun tarif ettiği zatı buldum. Başımden geçenleri anlattım. Beni hizmetine kabul etti. O’da diğer zatlar gibi çok kiymetli zahıd, abid bir kimse idi. Onun vefat zamanında aynı soruları o’na da sordum.

O’da bana;

-“Nusaybin’de bir zat vardır.” Diye tavsiye etti.

O vefat edince sonra ben de derhal Nusaybin’e gittim. Bahsedilen kimseyi bulup yanında kalmak istediğimi söyledim. İsteğimi kabul etti. Ve bir müddet de onun hizmetinde bulundum. Bu zat da vefat etmek üzere iken beni başka birisine göndermesini söyledim.

Bu sefer bana Amuriye’deki bir Rum şehrinde bulunan başka kimseyi tarif etti. Tarif edilen bu son şahsıda bulup hizmetine girdim.

Uzun bir zamanda onun yanında kaldım. Artık onun da vefati yaklaşmıştı. O’na da beni birine havale etmesini rica edince

-“Vallahı şimdi böyle bir kimse bilmiyorum. Fakat Ahır zaman Peygamberin (s.a.v.) gelmesi yaklaştı. O arablar arasdından çıkacak vatanından hicret edip, taşlık içinde hurması çok olan bir şehre yerleşecek. Alametleri şunlardır; hediye’yi kabul eder, sadakayı kabul etmez, iki omuzu arasında Nübüvvet mührü” vardır.” Diyerek alametlerini saydı.

Yanında bulunduğum son zat de vefat edince onun tavsiyesi üzerine Arap diyarına gitmeğe hazırlandım.

Bir Müddet ben Amuriye’de çalışıp : bir kaç öküz ile birlikte bir kaç koyun sahibi olmuştum. Beni Kelb Kabilesinden bir kafile Arap beldesine gitmek üzere idi.

Onlara dedim ki:

-“Bu sığırlar ve koyunlar sizin olsun; beni Arap vilayeti’ne götürün.” Dedim. Kabul edip kafilelerine aldılar.

Vadiyül Kura denilen yere gelince bana ihanet ettiler. Bana köle diyerek, beni bir yahudiye sattılar.

Yahudinin bulunduğu yerde Hurma bahçeleri gördüm. Ahir zaman peygamberi (a.s.v.) in hicret edeceği yer herhalde burasıdır diye düşündüm. Fakat kalbim oraya ısınmadı.

Devam edecek….

İslâm âlimleri ansiklopedisi

Fuad Yusufoğlu

cimg6190-mescidil-kibleteyn-000.JPG

Mescidil Kıbleteyn (Medin-i Munavvara)

Selman-i Farisi (Radiyallah-u anhu) -3

Bir müddet yahudi’nın hizmetine kaldım. Sonra beni köle olarak amcasının oğluna sattı. Oda beni alıp Medine’ye getirdi. Medine’ye varınca sanki bu beldeyi önceden görmüş gibiydim. Öylesine ısındım.

Artık günlerim Medine’de geçiyor. Beni satın alan Yahudi nin bağında, bahçesinde çalışıp ona hizmetçilik yapıyordum. Bir taraftan de asıl maksadıma kavuşmak arzusuyla bekliyordum.

Bir gün beni satın alan Yahudinin bahçesinde bir hurma ağaç üzerinde çalışıyordum. Sahibimin yanında biri ile bir ağaç altında oturup konuşmakta idi.

Bir ara dediler ki :

-“Evs ve Hazreç kabileleri helak olsunlar. Mekke’den bir kimse geldi Peygamber olduğunu söyliyor.”

Ben bu sözleri işitince kendimden geçip, az kalsın ağaçtan yere düşüyordum.

Hemen aşağı inip o şahsa:

-“Ne diyorsun.” Dedim.

Sahibim bana bir tokat vurdu ve:

-“Senin nene lazım ki; soruyorsun.? Sen işine bak. “ dedi.

O gün akşam olunca bir miktar hurma alıp hemen Kuba’ya vardım Resullullah (a.s.v.) ın yanına girip;

-“Sen Salih bir kimsenın yanında fakirler vardır, bu hurmaları sadaka getirdim.” Dedim.

Resullullah (a.s.v.) yanında bulunan Ashabe:

-“Geliniz hurma yeyiniz.” Buyurdu. Onlarda yediler, kendisi asla yemedi.

Kendi kendime:

-“işte bir alamet buldum. Sadaka kabul etmiyor.” dedim.

Eve dönüp bir miktar hurma daha Resullullah (a.s.v.) a getirdim.

-“Bu hurmalar hediyedir.” Dedim. Bu defe yanın deki ashab ile birlikte yediler.

-“İşte ikinci alamet budur.” dedim.

Getirdiğim hurmalar 25 tane kadardı. Halbuki yenen hurma çekirdekleri bin kadar di. Resullullah (a.s.v.) mucizesiyle hurma artmıştı. Kendi kendime bir alameti daha gördüm. Dedim.

Resulullah (a.s.v.) ın yanına ikinci defa varışımde bir cenaze defn ediyordu. Nübbüvvet mührünü görmeyi arzu ettiğim için yanına yaklaştım.

Benim muradımı anlayıp, Gömleğini kaldırdı. Mübarek sırtı açılınca Nübüvvet mührünü görür görmez; varıp öptüm. Ve ağladım. O anda Kelime-i Şehadet söyliyerek Müslüman oldum.

Sonrada Resüllullah (a.s.v.) uzun yıllarden beri başımden geçen hadiseleri bir bir anlattım. Halima teaccup edip, bunu eshabi kirama da anlatmamı emir buyurdu.

Ashabi kiram toplandi bende başımden geçenleri bir bir anlattım.

Selman-i Farısi (r.a.) İman ettiği zaman arap lisanı bilmediği için tercuman istemişti. Gelen Yahudi tercuman Selman-i Farısi (r.a.) nın Peygamberimiz (a.s.v.) in meth etmesini, aksi şekilde söyliyordu.

O esnade Cebrail (a.s.) gelip Selman’nın (r.a.) sözlerini doğru olarak Resüllullah (a.s.v.) a bildirdi. Yahudi durumu anlayınca Kelime-i Şehadet getirerek Müslüman oldu.

Devam Edecek….

İslâm âlimleri ansiklopedisi

Fuad Yusufoğlu

Birinci dünya savaşı sırasında fransız askerlerinin Suriye den görünüşü

Kamışlının Fransızlar tarafından kuruluşu

Selman-i Farisi; (Radiyallah-u anhu) – 4

Selman-e Farisi Veya bazı rivayetlerde olduğu gibi Selman-i farisi (r.a.) Müslüman olduktan sonra, köleliği bir müddet devam etti.

Peygamber Efendimiz (a.s.v.):

-Kendini kölelikten kurtar Ya Selman.” Buyurmasi üzerine sahibine gidip,

Azad olmak istediğini söyledi. Buna zorla razı olan Yahudi;

-”Üç yüz hurma fidanı dikerek, yetiştirip ve hurma verir hale getirmesi, kırk Rükye altın (O zaman ki; ölçüye göre bir miktar altın) vermesi şartiyle kabul etti.

Selmane Farisi (r.a.) bunu Resulullah (a.s.v.) haber verdi..

Resülulah (a.s.v.) eshabina:

-“Kardeşinize yardım ediniz” buyurdu. onun için Üç yüz hurma fidanı topladılar.

Resulullah (a.s.v.):

-“Bunların çukurlarını hazır edip tamam olunca bana haber verin “buyurdu.

Çukurları hazırlayıp haber verince; Resulullah(a.s.v.) teşrif edince kendi mübarek elleriyle, o fidanları dikti. Bir tanesini de Hz.Ömer (r.a.) dikmişti. Hz.Ömer (r.a.) diktiği hurma hariç bütün hurma fidanları Allah (c.c.) ın izniyle o sene hurma verdi.

Rasulullah sallallahu aleyhi ve selam meyve vermeyen O bir tane hurmayi de söküp, kendi mübarek elleriyle yeniden dikti. Diktiği hurma ayni anda hurma verdi .

Bundan sonra Selman-e Farisi (r.a.) ehli suffa arasına katıldı. Selman-e Farisi (r.a.) uzak diyarlarden geldiği için eshabi kiramdan birisiyle kardeşlık kurması emir buyurulunca ; Hz.Ebu Derda (r.a.) ile kardeş oldu. Hendek savaşınden itibaren bütün gazalara katıldı.

Selman-e Farisi (r.a.) veya Peygamber (a.s.v.) buyurduğu gibi; Selmanul hayr ( hayırlı Selman) Hendek savaşından sonra hendek kazma fikrini açtığı için, Hendek savaşındeki gayret ve hizmetinden dolayı Resülullah (a.s.v.) ona bu Lakabı taktı..

Selman-e Farisi (r.a.) Müslüman olup kölelikten kurtulduktan sonra, geçimini sağlamak için ince hurma dallarından sepet örüp, satarak geçimini temin ederdi. Kazancının bir kısmını da fakirlere sadaka olarak dağıtırdı. Resülullah (a.s.v.) yakınlarından olup; bazı geceler huzurunda bulunarak baş başa saatlarca sohbetinde kalırdı.

Eshabi kiram (r.a.) tarafından da çok sevilip, hürmet görürdü. Selman-e Farısı (r.a.) Dünyaya hiç rağbet etmezdi. Ayakta duramiyacak hala gelinceye kadar namaz kılar, sonra bedeni yorulunca oturur; dil ile zikrederi. Dili yorulduğu zaman da Allah-u Teala(c.c.) nın yarattığı şeylerdeki hikmetleri düşünürdü ki;

Bu tefekkürün Peygamber (a.s.v.) in buyurduğu;

-“ Bir saat tefekkür bin sene ibadetten hayırlıdır” hadisi şerifle iştigal olurdu…

Selman-e Farisı (r.a.) ehli suffa içerisinde Resülullah (a.s.v.) en yakın olan Kendısı idi. Hz. Aişe Anamız (Radiyallahu Anha) buyurdular ki;

-”Selman-e Farısı (r.a.) geceleri uzun zaman Resülullah (a.s.v.) ile beraber kalırdı. ve sohbetinde bulunurdu. Neredeyse Resülullah (a.s.v.) yanında bizden fazla kalırdı.

Peygamberimiz (a.s.v.);

-“Allah-u Teala (c.c.) bana dört kişiyi sevdiğini bildirdi.; bu dört kişiyi sevmemi emretti.

Bunlar;

Hz.Ali (r.a.),
Ebu Zer Gifarı (r.a.) ,
Mikdad bin Esved (r.a.)
Ve Selman-e Farisi (r.a.)“ buyurdular..

Devam edecek…

İslâm âlimleri ansiklopedisi
Fuad Yusufoğlu

dsc02191-girnavas-tan-nusybinin-gorunusu.JPG

Girnavas tepesinden Nusaybin’in görünüşü

Selman-i Farisi; (Radiyallah-u anhu) – 5
Selman-e Farisi (r.a.) Hz.Ebu Bekir (r.a.) devrinde de onun sohbetinden bir an ayrılmayan; Hz Ömer (r.a.) zamanında da İran fethine katılmıştır. İslam ordusunun büyük zaferlere kavuştuğu bu seferlerde; Selman-e Farisi (r.a.) nın çok büyük hizmetleri olmuştur.

İran‘liler hakkında büyük malumat sahıbı idi. Çünkü Kendisi İran’liydi, İran’lileri kendi lisaniyle Dine davet ediyor; Onlara islamiyeti anlatıyordu…

İslam Ordusu İran’nın Medayin şehrini aldıklarında Hz. Ömer (r.a.) onu Medayin valısı yapmıştı. İlmi, Basireti, Vazifesındeki Adaleti ve nezaketi ile Medayin halkı tarafından çok sevilip, sayılırdı. Böylece; İslâmiyet orada sür’atla yayıldı…

Selma-e Farisi (r.a.) Hz Ömer (r.a.) zamanında; Medayin valısı iken otuz bin kişiye hutbe okuduğu zaman yanında da iki parçadan müteşşekkül bir hırka vardı. Hırkasının bir parçasını namazlık olarak serer namaz kılardı, diğer parçasını da giyerdi.

Resülullah (a.s.v.) Sıdk ve muhabbeti sebebiyle eshabı kiramın (r.a.) seçkinleri arasında; Resülullah (a.s.v.) Tarafından dahil edildi…

Mühacırler; Ensar arasında; Selman-e Farısı (r.a.) (bazı rivayetlere göre Selman-i farısi ) Mühacır’lerden mi? Yoksa Ensar ‘den mi? Meselesinden ihtilaf çıkınca;

Peygamberimiz (a.s.v.):

-“Selman Bizdendir. Ehli beytimdendir.”buyurdu..

Selman-e Farisi (r.a.) hikmetli bazı sözleri :

“-Üç şey beni ağlattı:

Birincisi

Resülullah (a.s.v.) vefatı. Bu ayrılığa dayanamadım, Durmadan ağlıyorum..

İkincisi:

Kabirden kalktığım zaman; Halim nice olur; Onu bilmediğim için ağliyorum.

Üçüncüsü:

Allah-u Teala (c.c.) ın beni hesaba çektiği zaman Cennetlikmiyim? Cehennemlikmiyim? bilmiyorum O zaman halim ne olur ağlıyorum…

“-Namaz bir ölçektir. Kim dolu dolu ölçer onu hakkiyle kılarsa büyük ecir ve mükafatlara kavuşur; Kim ki eksik ölçerse adabına uygun kılmazsa Allah-u Teala(c.c.) nın buyurduğu veyl cehennemi hatırlasın.”

Ebu Vail diyor ki:

-“Bir arkadaşimla Selman (r.a.) ziyaretine gittik. Bize bir miktar arpa ekmeği ile biraz tuz gerirdi.”

Arkadaşım:

-”Şu tuzun yanında biraz da SAĞTER ( Kekik gibi bir ot) olsaydı.” dedi.

Bunun üzerine Selman-e Farisi (r.a.) matarasını rehin vererek; o otu aldı geldi.

Yemeği bitirince

Arkadaşım:

-”Bize verdiği ni’mete kanaat ettiğimiz için Allah(c.c.) a Hamd ederiz.” Dedi…

Selman (r.a.);

-“Eğer kanaat etseydin benim matara rehin olmazdı.”buyurdu.

İslâm âlimleri ansiklopedisi

Allah(c.c.) ondan ebeden razı olsun…Amin…

Şu anda bizim bu şirin sınır kasabasında Onun ismiyle anılan (SELMAN-İ PÂK) Cami-i diye küçük bir mescid var. Bu camı Onun makamı Hürmetine inşa edilmiştir.

Daha Müslüman olmadan evvel Nusaybin ‘e gelen Selman-i Farisi (r.a.) burada mukim olduğu için bu isim verilmiştir…Allah (c.c.) Ona rahmet eylesin… O nun makamının hemen yanında bulunan Hazreti Hüseyin (r.a.) 12. oğlu olan Zeynelâbidin (r.a.) Hakkında kısa da olsa bazı bilgileri vermek istiyorum…


Allah-u Teala Hazretleri bizleri ve sizleri bu mübarek eshabı kiram (r.a.) hürmetine afv eylesın…Amin…
Fuad Yusufoğlu

06- Faud Yusufoğlu Ebül Hasen Hârkani (r.a.) mübarek kabirleri

Ebü Hasen-i Harkâni hazretleri (r.a.) nin mübarek kabirleri

Ebü’l-Hasen-i Harkânı (Radiyallah-u anhu)- 2

Bir gün İbn-i Sina (r.a.), Harkân’a Ebü’l Hasen-i Harkâni hazretleri (r.a.) ni ziyarete geldi, evinden sordu.

Hanımı, azarlayarak, orman gittiğini söyledi. (Hanımı, Ebü’l Hasen hazretlerinin büyüklüğüne inanmadığı için, ona uyugunsuz şeyler söyledi.)

İbn-i Sina (r.a.) ormana doğru giderken, Ebü’l Hasen Harkanı hazretleri (r.a.) nin, bir arslana odun yüklemiş gelmekte olduğunu gördü;

-“Bu ne haldır?” diye sorunca

Ebü’l Hasen Harkanı (r.a.);

-“Evimdekinin sıkıntı ve belâ yükünü taşıdığım için, bu arslan da bizim yükümüzü taşıyor.” Buyurdu.

Şöyle anlatılır;

Bâyezid-i Bistami hazretleri (r.a.), her sene bir defa, Dihistan’da şehidlerin bulunduğu “kum tepeyi” ziyarete giderdi. Harkan’dan geçerken durur ve havayı koklardı.

Talabeleri kendisine;

-“Efendim, sizin bu şekilde havayı koklamanızda hikmet nedir? Biz herhangi bir şeyin kokusunu duymuyouz.” Diye sorduklarında

Ebâ Yezid-i Bistamı (r.a.) buyurdu ki;

-“Evet öyledir. Fakat bu kasabadan öyle birisinin kokusu geliyor ki, onun adı “Ali”, künyesi “Ebü’l Hasen” dir. O, zamanın “Kutbu” olacaktır.

Vaktiyle Bistâm şehrinde bir çegirge sürüsü hücum etti. Bütün ekinleri ve sebzeleri yediler. Halk, bu hayvanlardan ve bu musibetten bir türlü kurtulamiyordu.

Halkın telaşını ve üzüntüsünü gören Ebü’l Hasen-i Harkanı (r.a.);

-“Ne oldu, bu halkın feryadı nedir böyle?” diye sordu.

Çekirgelerin ortalığı istila ettiklerini, bütün ekinleri perişan ettiklerini ve halkın üzüntüsünün bundan olduğunu söylediler.

Bunun üzerine ayağa kalkarak dama çıktı. Ve etrarına bir nazar etti. Çegirgeler derhal toplanıp şehirden uzaklaştılar. İkindi namazı vaktine kadar “bir tek çekirge” kalmadığı gibi, bütün ekinlerin yaprakları da eski hâline gelip, hiç ziyan olmadı.

Devam edecek…

İslam âlimleri ansiklopedisi

Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri Silsile-i Âliye’nin altıncısı olan Ebü’l-Hasen-i Harkânı hazretleri (Radiyallah-u anhu) nin yüzü suyu hürmetine günahlarımızı aff eylesin. Amin.

Fuad Yusufoğlu

18-  Fuad Yusufoğlu Ubeydullah-i Ahrar (r.a.) in kabirleri

Ubeydüllah-i Ahrar (Radiyallah-u anhu) nın kabri

Ubeydullah-i Ahrâr (Radiyallah-u anhu);

Evliyanın büyüklerinden. İnsanların i’tikâd, ibadet ve ahlak hususunda doğruyu öğrenip yapmalarını sağlayan ve Allah-u Teâlâ’nın rızasına kavuşturmak için rehberlik eden ve kendilerine “Silsele-i âliye” denilen İslam âlimlerinin “onsekizincisidir.”

İsmi, Ubeydüllah bin Mahmud bin Şihabüddin’dir 806 (M. 1403) da Taşkend’de doğdu. 859 (M. 1490) senesinde Semerkand’da vefat etti. Babası, o zaman büyük âlimlerden evliya bir zat idi. Annesi ise Hazret-i Ömer (r.a.) in soyundandır.

Ubeydüllah-i Ahrar hazretleri (r.a.) doğduğunda, kırk gün annesini emmemiştir. Annesi nifasdan temizlendikten sonra emmeye başlamıştır.

Daha çocuk iken yüzünde öyle bir nûr parlardı ki, görenler hayran kalıp, ona duâ ederlerdi. Dilinden Allah-u Teâlâ’nın ismi hiç düşmez, devamlı zikir ile meşgül olurdu.

Dedesi Hâce Şihabüddin (r.a.), âlim ve evliya bir zat idi. Vefat edeceği sırada, torunlarını son olarak görüp vedalaşmak istedi ve onlarla tek tek vedâlaştı. Torunu Übeydüllah-i Ahrar (r.a.) da görmek isteyip, babasına onu getirmesini söyledi. Yanına getirdiklerinde o zaman çok küçüktü.

O yanına getirilince,

-“Beni yatağımdan kaldırın” deyip, yatağı üzerine oturtarak, Ubeydüllah-ı Ahrar (r.a.) ı kucağına aldı. Sarılarak ağladı.

Ve şöyle dedi;

-“Benim istediğim çocuk budur. Ben bunun büyük bir zat olduğu zaman hayatta olmam. Bunun âlemdeki tasarrufunu ve yaptığı hizmetleri göremem. Bir çocuğun şânı âlemi tutacak, İslamiyet’e hizmet edecektir. Cihan padişahları bunun emrine itaât edecekler. Bundan zuhur edecek işler, önceki âlimlerden zuhûr etmemiştir.”

Daha birçok müjdeler verdikten sonra, tekrar bağrına basıp sarılarak, Ubeydüllah-i Ahrar (r.a.) ın babası Mahmud Şâşi (r.a.) ye;

-“Benim bu oğlumu iyi gözet, gerektiği gibi yetiştirip terbiye et.” Diyerek vâsıyet etti.

Ubeydüllah-i Ahrar hazretleri r.a.) daha çocuk iken, üstün hallere kavuşmuş olup, kerametleri görülüyordu.

Kendisi şöyle anlatmıştır;

-“Mektebe gider gelirdim. Gönlüm daima Allah-u Teâlâ ile idi. Bir an O’nu unutmaz, bir an O’ndan gafil olmazdım. Herkesi de kendim gibi sanırdım. Soğuk bir kış günü, kırlık bir yerden geçerken ayağım çamura battı. Kurtulmaya çalışırken ayakkabım düştü. O sırada bana bir gaflet ârız oldu. Bu işle uğraşırken, Allah-u Teâlâ’yı anmaktan uzaklaştım. Hissine kapıldım.”

Karşıda bir genç, çift sürüyordu;

-“Bak şu genç bunca eziyet içinde Allah’ı düşünüyor da, sen, ayağını çamurdan kurtarmak gibi küçük bir uğraşma yüzünden O’nu nasıl unutursun?” diyerek hüngür hüngür ağlamağa başladım.”

-“Ben o zaman, herkesi kendim gibi her an Allah-u Teâlâ’yı anmaktadır zanediyordum. Bülûğ yaşına erişinceye kadar, Allah-u Teâlâ’dan gafil olanlar bulunduğunu anlayamamıştım. Zanediyordum ki, Allah-u Teâlâ herkesi, kendisini düşünmek, hatırlamak, unutmamak için yaratmıştır. Sonradan anladım ki, Allah-u Teâlâ’dan gafil olmamak, yalnız bazı kullara mahsus ilahi bir inayet imiş. Ancak riyazet ve nefs mücadelesiyle elde edilebilir, hatta bazılarınca bununla bile elde edilemez bir keyfiyet imiş.”

Devam edecek…

İslam âlimleri ansiklopedisi

Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri   “Silsile-i âliyye” denilen büyük âlim ve velilerin Onsekizinci’si Ubeydullah-i Ahrâr (Radiyallah-u anhu)  yüzü suyu hürmetine günahlarımızı aff eylesin. Amin.

Fuad Yusufoğlu

 

Ubeydullah-i Ahrâr (Radiyallah-u anhu) – 2

Amcasının oğlu Hâce İshak da şöyle anlatmıştır;

-“Ben ve öbür çocuklar oyun oynarken, aramıza katılması için ona ne kadar rica etsek, kabul ettiremezdik. Oynar gibi görünüp, bir kenarda durur ve kendi hallerinde olurdu.”

Ubeydüllah-i Ahrâr hazretleri (r.a.) yine kendisi şöyle anlatmıştır;

-“Çocukluğumda rü’yada kendimi Şeyh Ebû Bekr-i Şâşi’nın mezarı yanında gördüm. Mezarın eşiğinde İsa Aleyhisselam vardı. Hemen ayaklarına kapandım.”

Elleri ile başımı kaldırıp;

-“Gam çekme! Seni ben terbiye edeceğim!” buyurdu.

Rü’yayı anlattığım zatlar, tıb ilmi ile ta’bir ettiler. Ya’ni tıb ilminden nasibim olacağını söylediler. Ben bu ta’bire razı değildim.

Ta’birim şuydu;

-“İsa Aleyhisselam, ölüleri dirilten bir Peygamberdir. Evliyadan ihya sıfatına mazhar büyüklere de “İsevi meşreb” denirdi. Maden ki, İsa aleyhisselam bu fakirin terbiyesini üzerine aldılar, demek bana ölü kalbleri ihyâ sıfatı verilecek.”

-”Nitekim kısa bir zaman sonra, Allah-ü teâlâ’ bana öyle bir hâl ve kuvvet bahşetti ki, bende o ma’na, kemâliyle meydana geldi.Vasıtamızla nice ölü kalbler, gaflet karanlığından şühud ve huzur ışığına çıktılar.”

-”Hâlimin başlangıcında, Rü’yada Resulullah (Sallallahu aleyhi ve selem) ı gördüm. Gayet yüksek bir dağın eteğinde, Eshâb ile topluluk hâlinde idiler.”

Beni görünce, elleri ile benim yaklaşmamaı işaret etti ve Buyurdu ki;

-“Beni bu dağın başına çıkar!”

Ben de kendilerini omuzlarıma alıp, dağın tepesine çıkardım.

-“Ben sende böyle bir kuvvet bulunduğunu biliyordum. Fakat başkaları da görsün ve bilsin diye sana bu işi yaptırdım.” Buyurdu.

-”Yine ilk zamanlarda, rü’yada Hâce Şâh-i Nakşibend Behâeddin Buhâri hazretleri (r.a.) ni gördüm. Bâtınıma öyle tasarruf etti ki, ayaklarımda mecal kalmadı. Ondan sonra dönüp yürüyüverdiler. Ben de son gücümü sarf ederek, arkalarından koştum ve yetiştim.”

Geriye dönüp;

-“Mübarek olsun!” buyurdular.

Ubeydüllah-i Ahrâr hazretleri (r.a.) yirmiiki yaşında iken dayısı Hâce İbrahim, onu ilim tahsili için Taşkent’den Semerkand’a gönderdi. İki yıl müddetle Mâverâünnehr’deki büyük âlimlerin meclisinde bulunup ilim öğrendi.

Yirmidört yaşında Hirat’a gitti. Beş yıl da oradaki büyük âlimlerden ilim öğrendi. Yirmidokuz yaşında iken memleketine döndü.

Devam edecek…

İslam âlimleri ansiklopedisi

Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri “Silsile-i âliyye” denilen büyük âlim ve velilerin Onsekizinci’si Ubeydullah-i Ahrâr (Radiyallah-u anhu) yüzü suyu hürmetine günahlarımızı aff eylesin. Amin.

Fuad Yusufoğlu

Ubeydullah-i Ahrâr (Radiyallah-u anhu) – 3

Tasavvuf ilminde hocası Ya’kûb-i Çerhi hazretleri (r.a.) dır. Onun sohbetlerinde kemâle gelip, tasavvufda yükseldi.

Vefatından sonra da hocasının yerine geçti. İnsanlara rehberlik edip saâdete kavuşturdu.

Yine Ubeydüllah-i Ahrâr hazretleri (r.a.) şöyle anlatmıştır;

-“Bir ara bende öyle bir hâl oldu ki, büyük, küçük, hür-köle, her kiminle karşılaşırsam, ayağına kapanır, tam bir kırıklık ve yalvarış ile ondan bana duâ etmesini isterdim.

İlk zamanlarımda idi. Validemin bir tarlası vardı. Tarladan kalkan bir miktar buğdayı, çölde yaşayan bir Türk ile bana gönderdi. Ben buğdayı anbara koymakla meşgül iken, buğdayı getiren o Türk çuvallarını alıp gitmiş. Nereye gittiği ve hangi yoldan gittiği belli değildi. O anda, neden bu gârip ve zavallı kimseden bir duâ alamadım diye üzüldüm. İçime garip bir ızdırap çöktü. Buğdayı olduğu gibi bırakıp, koşarak peşine düştüm. Yolun yarısında ona ytiştim.

Tevazu ile yalvararak bana duâ etmesini istedim.

-“Beni gönlünüze alın! Hâlime bir inâyet nazarı ile bakın. Belki duânız ve himmetiniz bereketiyle, Allah-ü teâlâ beni bağışlar, merhamet eder de yolum açılır.” Dedim.,

O Türk hayret ederek bana;

-“Zanediyorum ki, Türk şeyhlerinin söyledikleri;

-“Her kimi görsen Hızır bil,

-“Her geceyi kadir bil.”

-”Sözüne göre haraket ediyorsun, ama ben çölde yaşayan bir Türk’üm ki, elimi yüzümü yıkamayı bile layıkı ile bilmem. Senin istediğin şeyden ben haberdâr değilim. O bende yoktur.” Dedi.

Sonra;

-“Benim yalvarışıma bakıp, öyle bir teessüre kapıldı ve ellerini kaldırıp benim için öyle bir duâ etti ki, duâsının tesiri ile o ânda bâtınımda, kalbime fetihler, açılmalar hasıl olduğunu gördüm.”

Yine Ubeydüllah-i Ahrâr hazretleri (r.a.) şöyle anlatmıştır.

-“Küçüklüğümde bende kuvvetli bir vehime, hayalgücü vardı. Şöyle ki; yalnız başıma evden dışarı çıkmazdım. Bir gece bana öyle bir hâl oldu ki, kalbim Ebû Bekr Şâşi (r.a.) nin kabrini ziyaret etme şevki ile doldu. Hemen evden çıktım, kabri başına varıp, kabre karşı oturdum. Kalbime hiçbir korku gelmedi. Bir saat kadar böyle kaldım. Oradan Şeyh Hâvend Tâhûr (r.a.) un kabrine gittim. Yine içimde bir vehim ve korku yoktu. Oradan Şeyh İbrahim Kimyager’in kabrine, Şeyh Zeynüddin Kuy-i Ârifan (radiyallahu anhüm) içimde hiçbir korku yoktu. Bundan sonra artık bende, kabirlerde ve korkulu yerlerde, büyüklerin ruhaniyyetinin bereketiyle hiçbir korku hâli kalmadı. Bundan sonra hiç korkmadım.”

Devam edecek…

İslam âlimleri ansiklopedisi

Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri “Silsile-i âliyye” denilen büyük âlim ve velilerin Onsekizinci’si Ubeydullah-i Ahrâr (Radiyallah-u anhu) yüzü suyu hürmetine günahlarımızı aff eylesin. Amin.

Fuad Yusufoğlu

Ubeydullah-i Ahrâr (Radiyallah-u anhu) – 4

-“ Taşkent’in bütün mezarlarını dolaşamaya adet edindim. Mezarlar birbirinden uzak yerlerde idi. Bir gecede hepsini dolaştığım oluyordu. Bu sırada henüz bâliğ olmuştum. Ev halkı benim geceleri böyle dolaşmamdan telâşa düşmüş olacaklar ki, peşimden süt kardeşimi göndermişler. Benim ne yaptığımı öğrenmek istemişler. Ber gece Şeyh Hâvend Tâhur (r.a.) un kabr-i şerifinin yanında idim. Süt kardeşim çıkageldi Yanıma gelir gelmez elini üzerime koyup titremeye başladı.”

-“Sana ne oldu?” dedim.

Bana;

-“Gözüme garip şeyler görünüyor, az kaldı helâk olacağım.” Dedi. Onu alıp, eve götürüp bıraktım.”

Ev halkına demiş ki;

-“Artık ondan şüphelenmeyiniz. Ondan dolayı hoşnut olunuz. Biliniz ki o, bizden bambaşka bir hâle düşmüş. Karanlık gecede, on kişinin bir grup hâlinde sokulamıyacağı mezarlar başında kimsesiz sabaha kadar kalmaktadır.”

-“ Ev halkı bunu öğrendikten sonra, benim bambaşka bir hâle tutulduğumu anlayıp, hakkımda başka ihtimâller düşünmediler.”

Ubeydüllah-i Ahrâr hazretleri (r.a.) yine şöyle anlatmıştır;

-“İlk zamanlarda, bir gece Şeyh Ebû Bekr Kaffâl (r.a.) ın mezarı başına gidip, oturmuştum. Bu mezar o kadar heybetli ve korku verici idi ki, gündüzleri bile yanına yaklaşmaktan korkarlardı. Taşkent’te bir adam vardı. Bize karşı inâd ve muârız idi. Bize bir zarar vermek için fırsat kollardı. Meğer o gece beni gözetleyip, takip etmiş. Ben mezarın başına varıp oturdum. Başımı eğip murâkabeye dalınca beni korkutup dehşete düşürmek için birdenbire bir nâra atarak üzerime doğru gelmeye başladı. Hiç aldırmadım ve murâkabemi ve oturuşumu hiç bozmadım. O kişi, benim bu halimi görünce utandı. Ağlayarak önüme gelip, yüzüstü düştü. Benden özür diledi Bundan sonra bizim dostlarımızdan oldu.”

Ubeydüllah-i Ahrâr hazretleri (r.a.) şöyle anlatmıştır;

-”Yine bir gece, Şeyh Zeyneddin hazretleri (r.a.) nin kabri başında oturuyordum. Mezar, şehir dışında tenha bir yerde idi. Taşkend’de bir deli vardı. İri yapılı, uzun boylu birisiydi. O günlerde Taşkend’de birini öldürmüştü. Halk ondan korkar, onun olduğu yerden uzaklaşırlardı.”

Ben mezar başında iken, birdenbire o deli çıkageldi;

-“Kalk buradan çık git.” Diye haykırdı.

Ben ona hiç cevap vermedim. Oturuşumu bozmayıp, murâkabeme devâm ettim. O bağırmaya devam etti. Ben yine aldırmadım.Mezarın yanındaki otları ve ağaç dallarını toplayıp bir demet yaptı. Sonra yakında bulunan mescide gidip, oradan yanan lambadan elindeki ot ve ağaç demetini tutuşturup yanıma yaklaştı. Maksadı, elinde yanan ateşi başıma atmaktı. Bunu yapmak üzere yanıma yaklaşınca, bir rüzgâr esip elindeki ateşi söndürdü. Bağırıp çağırmaya başladı, deliliği iyice arttı. Fakat ben asla aldırmayıp, hâlimi bozmadım. Bu hâl sabaha kadar devam etti.”

Devam edecek…

İslam âlimleri ansiklopedisi

Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri “Silsile-i âliyye” denilen büyük âlim ve velilerin Onsekizinci’si Ubeydullah-i Ahrâr (Radiyallah-u anhu) yüzü suyu hürmetine günahlarımızı aff eylesin. Amin.

Fuad Yusufoğlu