‘Allah’tan korkmak’ olarak etiketlenmiş yazılar

Havf ve Reca- 3

25 Haziran 2008

Dara Harabeleri (Mardin)

Bil ki;

Havf (Allah (c.c.) tan korkmak ) büyük makamlardandır. Fazileti, sebep ve neticelerine bağlıdır. Sebebi anlatılacağı gibi İlim ve Ma’rifettir.

Bunu için Allah (c.c):

-“Alah’tan ancak, Alim kullar korkar” buyuruyor. 35 Fatır-28

Resulullah(a.s.v.);

-“Hikmet ve ilimin başı Allah (c.c.) korkusudur.”

Netice ise, İffet, ver’a ve takvadır .Bunların hepsı de SAADET’İN anahtarıdır. Çünkü şehvet ve arzular TERKEDİLMEDİKÇE ve de bu yolda SABREDİLMEDİKÇE Saadet yolu bulunmaz.

Şehvet ve arzuları korku gibi hiçbir şey yakıp yok edemez. Bunun için Alah’ u Teala (c.c.) kendisinden korkanlar için hidayet, rahmet, ilim ve rızayı üç ayette topladı.

Ve

-“Hidayet ve rahmet Allah(c.c.) için günahlardan kaçanlardır, Allah (c.c.) tan ancak alim kullari korkar.” 35 fatır-28 “ Allah onlardan razıdır, onlar da Allah(c.c.) den razıdır.” 98 Beyyinet -8. buyuruyor.

Havfın neticesi olan TAKVAYI Allah (c.c.) kendine izafe ediyor ve;

-“Kurbanınızda Allah (c.c.) a ulaşan et ve kan değil, kurbanda )”Takva üzere olmanız Allah (c.c.) içindir.” 22 Hac ; 37. Buyuruyor.

Resulullah (a.s.v.) buyurdu:

-“Kıyamette yüksek bir yerde topladıkları gün, uzak ve yakındakilerin duyabilecekleri bir ses der ki;

Ey insanlar sizi yarattığım günden beri bütün sözlerinizi işittim. Şimdi siz beni dinleyin. Dikkatlı dinleyin ki, yaptıklarınızı önünüze sereceğim.

Ey İnsanlar; kendi nesebinizi koydunuz. Ben de nesebemi koydum. Siz nesebinizi çektiniz ve benim nesebimi bıraktınız.

Ben;

-“Allah’ın katında en büyüyünüz, en MUTTAKKİ olanınızdır.” 49 Hücurat : 18 . dedim.

Siz hayır, büyük filan oğlu filandır, dediniz. Bu gün ben Nesebimi tutarım ve sizin nesebenizi atarım.Muttakkiler (Takva sahibleri Allah (c.c.) tan korkanlar ) nerede dir ?

Bunun üzerine;

Bir sancak açılır. İleri getirilir. Muttakkiler onun ardından gider. Hepsi hesabsiz cennet’te girerler. Bu sebeptendir ki Allah(c.c.) tan korkanların sevabı kat kattır.

Nitekim ayeti kerimede:

-“Hesaba çekileceğinden korkana; cennet’e iki derece vardır.” Buyuruldu.55 .Rahman 46.

Resulullah (a.s.v.) buyurdu ki;

-“ Allah (c.c.) buyuruyor: İzzetim hakkı için bir kulda İki KORKU ve iki EMNİYET bulundurmam. Dünyada benden KORKARSA, Ahiret te onu EMİN ederim. Ahiret hususunda emin ise KORKUTURUM.

Resulullah (a.s.v.) buyurdu;

-“Allah Teala (c.c.) den korkan dan her şey korkar. Allah(c.c.) tan korkmayanı, her şey ile korkutulur.”

Resullah (a.s.v.) yine buyurdu;

-“Sizin en akılınız, Allah(c.c.) tan çok korkanınızdır.”

Yine Resulullah (a.s.v.) buyurdu

-“Sineğin başı kadar gözünden yüzüne yaş akan kimsenin yüzünü Cehennem ateşi yakmaz.”

Yine Resulullah (a.s.v.) Buyurdu;

-“Allah (c.c.) korkusundan kulun tüyleri kalkarsa ve bu korkuyu düşünürse ağaçtan yaprak dökülür gibi günahları dökülür.”

Şibli (r.a.) buyuruyor;

“-Havf’ın (korkunun ) üzerimde galip olduğu bir günüm olmadı ki, O gün kalbime Hikmet ve İbret’ten bir pencere açılmamış olsun.”

Yahya Bin Muaz (r.a.) buyuruyor:

-“Mü’minin günahı; korku, ceza ve rahmet ümidi arasında, iki Arslan arasında kalmış tilki gibidir.”

Yine buyurdu;

-“Zavalli İnsan Cehennemden Fakırlık gibi korksaydi, CENNETE Girerdi.”

Kendisine;

-“Kıyamette kim daha emindir.” dediklerinde;

-“Bu gün Daha çok korkandır.” Buyurdu.

Hazreti Aişe (Radiyallahu anha) buyurdu;

-“Resulullah (a.s.v.) a Kur’ani kerimde “yaparlar ve korkarlar” buyurulması ne içindir. Hırsızlık ve zinamıdır?” Dedim.

Resulullah (a.s.v.)

-“Hayır namaz kılarlar, oruç tutarlar, zekat verirler ve kabul olamdı diye korkarlar. “ demektir . 23-Mu’mınun:60.

Muhammed bin Münkedir (r.a.) ağladığı zaman vucudunu göz yaşı ile siler ve :

-“Duydum ki; göz yaşı değen yeri CEHENNEM ATEŞİ YAKMAZ. Derdi.

Sıdık (r.a.) buyuruyor;

-“Ağlayınız , ağlıyamazsanız kendınızı zorla ağlatınız .”

Kabül Ahber (r.a.) buyuruyor;

-“Allah (c.c.) yemin ederim ki; ağlayıp gözyaşımın yüzüme akmasını dağ kadar ALTIN SADAKA VERMEKTEN ÇOK SEVERİM

Kimya-yi Saadet (İmam-ı Ğazali)

Allah (c.c.) bizleri ve sizleri Kendisinden Korkan Ve Havf ve reca üzere olan Kullarından eylesin. Amin…

Fuad Yusufoğlu

Güzel Ahlakın hakikati

25 Haziran 2008

Çağ-Çağ deresi şelalesi (Nusaybin)

Güzel ahlakın hakıkatı nedir ve nasıldır? Bu hususta çok sözler söylenmiştir. Her biri karşılaştığı kadarını söyleyebilmiştir. Hepsini söylememişlerdir.

Mesele;

Biri diyor ki;

-“Alnı açık olmaktır.”

Biri de;

-“İnsanların sıkıntılarına katlanmaktır.” Diyor.

Bir başkası da;

-“Karşılık beklememektir.“ diyor.

Bunun gibi çok şeyler söylenmiştir. Bunların hepsi güzel ahlakın, iyi huyun dallarıdır. Hakikati ve tamamı değildir.

Biz hakikatını ve tamam olma sınırını açıklayalım.

İnsan iki şeyden yaratılmıştır.

Biri ;

VUCUD olup, gözle görülebilir.

Öteki de;

RUH olup, KALB GÖZÜ OLMADAN ANLAŞILMAZ.

Bunların her ikisinin de kötülük ve iyilikleri vardır. Birine güzel ahlak, diğerine güzel yaratılış denir. Güzel ahlak batının (ruhun ve kalbın) suretinden ibarettir. Nitekim güzel yaratılış da zahir suretten ibarettir.

Yalnız gözün veya yalnız ağzın güzel olmasıyla yüz güzel olmayıp, burun ağız ve göz hepsinin güzel ve mütenasib olmasıyle güzel olduğu gibi

Kalb’de, İLİM, HIŞM, ŞEHVET ve ADALET kuvvetleriyle bir araya gelmeyince güzel olmaz.

İlim kuvveti:

Bununla zekiliği demek istiyoruz. Bunun güzelliği sözlerin doğrusu ile yalanını kolayca ayırmasıdır. İşlerde ki iyiliği kötülükten, itikatta Hakkı batıldan ayırmasıdır. Nitekim Allahu Teala (c.c.):

-”Hikmet (ilim) verilen kimseye, elbette çok hayır verilmiştir.”Buyurdu. Bakara -269

Gazap Kuvvetinin iyiliği:

Şeriatın emrinde olmak, şeriatın emri ile kalkmak ve oturmaktır.

Şehvet kuvvetinin iyiliği:

Serkeşlik etmemek, şeriatın ve aklın dışına taşmamaktır. Böylece şeriata uymak, akıl ve şeriatla ona kolay gelir.

Adaletin İyiliği:

Gazab (kızgınlık ) ve şehveti (arzuları) din ve aklın işaret ve yol göstermesi altında zapt etmektir.

Bunlardan her biri kötü olunca, her birinden kötü huylar ve fena işler meydana gelir. Her birinin kötülüğü iki şekilde olur. Biri haddı aşmakla, diğeri de az, eksik olmakladır.

İlim kuvveti Haddi aşarsa, ilmini kötü yolda kullanır buna cerbeze denir. Eksik oluncada budalalık ve aptalıklar yapar. Ortada olursa ondan iyi çareler, doğru görüşler, doğru düşünceler ve kuvvetli ferasetler meydana gelir.

Hışm ( gazab –Kızgılık ) kuvveti haddi aşarsa, ona tehevvür (korkusuzluk) denir.

Az ve eksik olursa, yüreksiz ve cesaretsiz derler.

Ortada olursa, Yanı ne az nede çok olursa, buna cesaret denir.

Cesaretten kerem, yüksek himmet, yürekli olma, hilm soğukkanlılık, acelesizlik ve hışmıni yenmek ve buna benzer ahlaklar doğar.

Korkusuzluktan ise, herkese bağırmak, kendini beğenmek, büyük görmek, sert davranmak kendini tehlikeye atmak ve bunun gibi huylar ortaya çıkar.

Az olursa, kendini aşağı görmek, zavallı, biçare, alçak himmetli ve zelil olmak sıfatları doğar.

Şehvet kuvveti çok fazla olursa, buna hırs denir. O zaman o kimseden hayasızlık, rezillik, mürüvvetsizlik, namussuzluk,

hased, zenginlerden sıkılmak, fakirleri beğenmemek ve bunun gibi huylar ortaya çıkar.

Eksik olursa, gevşeklik, namertlik, hissizlik, ihmalkarlık gibi huylar doğar.
Ortada olunca: İffet denir. Ondan haya, kanaat, cömertlik, sabır, zerafet ve uygunluk huyları görünür.

Bunların her birinin iki ucu vardır. Her iki ucu da kötü ve çirkindir. İkisi arasında iyi, güzel ve beğenilen vardır. İki uc arasındaki bu orta yer, KILDAN DAHA İNCEDİR. Sirat-i Müstakim ( doğru yol) bu ortadır. İncelikte de Ahiretteki sırat gibidir.

Bu sırat üzerinde doğru yürüyen, yarın sırat köprüsü üzerinde korkusuz olarak yürür. Bunun için Allah-u Teala (c.c ) her ahlak ve huyda ortayı emretti. Ve iki ucundan men ve zecr eyledi. Ve

–“Onlar ki, harcadıkları vakit ne israf, ne de sıklık yaparlar. ( harcamaları) ikisi arası ortalama olur.” Buyurdu. Furkan -67

Allah-ü Teala (c.c.) Peygamberimiz (a.s.v.)”Elini hiç vermiyecekmiş gibi bağlama ve hepsini verip yanında bir şey kalmayacak kadar da açma.” Buyuruyor. İsra-29

O halde, bilmiş ol ki;

En güzel ahlaklı, tam manasiyle, bu söylediklerimizi her iki uctan uzak ve doğru olarak bulundurandır. Tıpkı güzel yüzde, her yerin düzgün, doğru, mütenasib ve iyi olması gibidir. İnsanlar burada dört kısma ayrılmışlardır.

Devam edecek…

Kimya-yı Saadet (İmam-i Ğazali )

Allah-u Teala (c.c.) bizleri ve sizleri Güzel Ahlaklı olmayı ve güzel ahlaklı olan kullarıyla arkadaş olmayı nasıb eylesin. Amin…

Fuad Yusufoğlu

r8211-fuadyusufoglu-girnavas.jpg

Girnavas şelalesi (Nusaybin)

Güzel Ahlakın Alametleri vardır:

Allah-u Teala (c.c.) Kur’anı kerimde mu’minleri vasf ederken buyuruyor:

-“Namazlarını huşu ile kılan, lüzümsüz şeylerden uzak duran mu’minler elbette kurtuldular” (Mu’minun 1-3…) ayetler devam ediyor;

Ve sonunda,

-“Böyle kimseler varislerdir. “(Müm’inun -10…) buyuruyor.

Yine orada buyuruyor:

-“Tevbe, ibadet ve hamdedenler.” Ta “mu’minlere müjde ver. (tevbe112 ) e kadar devam eder ve yine buyurur.” Allah-u Teala (c.c.) nin makbul kulları, yeryüzünde sekine ve vekar ile yürürler, cahiller kendileriyle ebedsizce konuşunca,maruz olmaktan sakınıp yumuşak söz ile günahden salim olurlar.”(Furkan-63.)

Munafıkların alametleri kısmında anlatılanların hepsi, kötü ahlakın alametleridir.

Nitekim Resulullah (a.s.v.) Buyuruyor:

-“Benim himmetim namaz, oruç ve ibadettir. Munafığın himmeti (maksadi) hayvan gibi yemek ve içmektir.”

Hatem-i Esem (r.a.) der ki;

Mu’min tefekkür ve ibret alma, ile munafık ise hırs ve amelle meşgül olur.

Mu’min :

Allah-u Tela(c.c.) den başka herkesten emin olur, munafık ise Allah-u Teala (c.c.) den başka herkesten korkar.

Mü’min:

Alah-u Teala(c.c.) den başka herkesten ümidi keser, Munafık ise : Allah-u Teala (c.c.) den başka herkesten ümid eder.

Mu’min :

Malını din uğrunda feda eder. Ve ağlar. Munafık ise, günah işler ve güler.

Mu’min:

Yalnızlığı ve halveti sever, munafık kalabılığı ve insanlara karışmayı sever.

Mu’min:

Daima eker ve biçemiyeceğinden korkak, munafık ise ekmez ve ekmeden biçmek ister.

Büyükler buyurmuştur;

-“Güzel ahlak, haya ve edebli olmak,
-”Az konuşmak ,
-”Eziyetsiz olmak,
-”Doğru söylemek,
-”İyilik yapmak, istemek,
-ӂok taat etmek ,
-”Az kusur yapmak,
-”Herkesin iyiliğini istemek ,
-”Herkes hakkında iyilik yapmak,
-”Herkese şefkatlı olmak,
-”Vakarlı durmak,
-”Acele etmemek,
-”Kanaat sahibi olmak,
-”Şükr edici olmak
-”Sabırlı olmak,
-”İnce kalblı olmak,
-”Yumuşak huylu olmak,
-”Eli kısa ve temasız olmamak ,
-”Sövmemek,
-”Lanet etmemek,
-”Giybet etmemek,
-”Söz taşımamak ,
-”Kötü söz söylememek ,
-”Aceleci olmamak,
-”Kin tutmamak,
-”Hased etmemek,
-”Alnı açık olmak,
-”Tatlı dili olmak,
-”Sevdiğini ve sevmediğini, Allah (c.c.) için sevmek ve sevmemektir.”

Bil ki;

Güzel ahlak en çok sabırda ve insanlardan gelen eziyetlere katlanmaktır.

İbrahim-i Edhem (r.a..) sahrada dolaşıyordu.Yanına bir asker gelir,

-“Sen kul musun? ( köle misin?) .deyince

İbrahim Edhem (r.a.);

-“Evet “ buyurdu.

Asker:

-“İnsanlar nerede yaşıyorlar? “ dedi. Kabristanı gösterdi

Asker:

-“Ben abadanı ( memur yeri, insanların yaşadıkları yeri ) soruyorum deyince

İbrahi-i Edham (r.a.);

-“Orasıdır.” Dedi

Asker başına bir sopa ile vurunca, İbrahi Edhem (r.a.) kanlar içinde kaldı.

Asker İbrahi-i Edhem (r.a.) i tutup şehre getirdi. İbrahimi edhem (r.a.) in ashabi onu görünce Askare:

-“Ey ebleh (ahmak) bu zat ibrahem-e Edhemdir “ deyince, Asker attan indi, ayağını öptü ve

-“Niçin ben kulum (köleyim ) dedin?” dedi.

İbrahim-i Edhem (r.a.)

-“Allah-u Teala (c.c.) nın kuluyum da onun için.” Buyurdu.

Asker;

-“ Sana abadanı sorduğum zaman, kabristanı gösterip, abadan orasıdır, dedin. Bunun sebebi ne idi ? “

Buyurdu ki;

-“ Bütün bu şehirler harabolacak da ondan.” Sonra buyurdu:

“Başıma vurduğu zaman ona dua ettim.”

-“Niçin ?” dediklerinde

Buyurdu ki;

-“Onun sebebiyle bu işe sevaba kavuşacağımı biliyordum. Onun sebebiyle iyiliğe kavuşmama karşılık, benim sebebimle ceza görmesini istemedim. “

Ebu Osman-i Hiyeri’yi (k.s.) imtihan etmek için bir kimse evine davet etti.Kapıya gelince, içeriye almayıp:

-“Bir şey kalmadı” dedi.

Ebu Osman-ı Hiyeri (k.s.) gitti. Bir zaman sonra, arkasına gidip onu çağırdı. Geri döndü. Bir kaç defa böyle tekrar etti. Her çağırışında geri döndü ve kovulup gitti.
Nihayet ev sahibi ;

-“Bu civanmertliğinize ( güzel halınıza ) şaşıyorum.” deyince ;

Ebu Osman-ı hiyeri (k.s.);

-“ Benim bu haraketim nihayet bir köpeyin haraketinden daha üstün değildir. Çünkü köpekte de aynı huy vardır. Çağırırsan gelir, kovarsan gider. Bunun ne kiymeti vardır? “buyurdu.

Ebu Osman hiyeri (k.s.) Nişapur sokaklarından birinden geçerken bir evin penceresinden üzerine kül döktüler. Elbisesini silkti, temizledi ve şükretti.

-“Ne için Şükrediyorsun?” dediklerinde,

-“Ateşe müstehak olan bir kimseye, ateş yerine kül dökerlerse elbette şükür edilir? ” buyurdu.

Devam edecek…..

Kimya-yı Saadet (İmam-ı Ğazali)

Allah-u teala (c.c.) Güzel ahlakın; amellerini bizim huyumuza sirayet ettirip kalbimizda kalıcı kılsın. Amin

Fuad Yusufoğlu

Tevbe- 5

27 Haziran 2008

Çağ Çağ deresi şelalesi (Nusaybin)

Rivayet edilir ki,

Utbetil Ğulam ( k.s.) namında biri vardı. Kendisi fısk-ı fucur ehlinden idi. Şarap içmek, etrafı ifsad etmekle meşhur idi. Bu serhoş ve mufsid adam bir gün Hasan el–Basri (r.a.) ‘nin meclisine girdi. Hasan El-Basri (r.a.) yanında bulunanlara:

-“İman edenlerin, Allah (c.c.) ı ve hak’den ineni zikr için, kalblerinin saygi ile yumuşaması zamanı hala gelmedi mi? (El Hadid-57/16) Mealındeki Ayeti kerimeyi okuyup tefsir etti.

Sonra öyle güzel bir konuşma yaptı ki, kendisini dinleyenleri ağlattı. Bunun üzerine cemaatten bir genç kalkıp Hasan El – Basri (r.a.) ye dedi ki:

-“Ey Muminlerin muttakisi.Yüce Allah (c.c.) benim gibi Fasık ve facir olanı tövbe ettiği zaman, tövbesini kabul eder mi ?”

Hasan el – Basri (r.a.):

-“Evet. Allah-ü Teala (c.c.) senin fısk ve fucurundan dolayı tevbe edersen tevbeni kabul buyurur.”

Utbetil ğulam ( k.s.) bu sözü işittiği zaman yüzü sapsarı kesildi ve vucudu ürperek şidetle titredi. Ve öyle bir çığlık attı ki bayılıp yere düştü. Kendine geldiği vakit, Hasan el Basri (r.a.) ona yaklaşarak şu beyitleri söyledi:

Ey Arşın Rabbına karşı gelen ası genç
Gürültülü cehennemdir hazırlanan asilere ,
Öfkesi çoktur tutulduğu gün nasiyeler,
Ateşe dayanabilirsen Allah(c.c.)’a asi ol,
Eğer dayanamazsan günahtan uzak ol,
Haberin yoktur, günahlara dalmışsın,
Nefse zayıf düştün kurtulmaya çalış sen.

Bunun üzerine Utbetil Ğulam (k.s.), büyük bir çığlık atarak gene bayılıp yere düştü. Kendine geldiğinde şöyle dedi:

-“Merhameti bol olan Allah (c.c.), benim gibi günahkarı bağışlarmı?”

Hasan El Basri (r.a.) dedi ki:

-“Günahkar olan kulun tevbesini ancak Allah (c.c.) kabul eder.”

Bunda sonra Utbetil Ğulam (k.s.) başını kaşldırıp Allah(c.c.)‘a üç çeşit dua etti.

1-“Ey Allah’ım, eğer tevbemi kabul buyurup, günahlarımı affettin ise, bana iyi bir anlayış ve ezberleme ihsan et.Ta ki Kur’an-ı Kerimden ve ilimden işittiğimi kavrayayım”

2-“Allah’ım, eğer tevbemi kabul ettin isen, bana öyle güzel bir ses ver ki, Kur’an-ı Kerim okuduğumda duyan olursa kalbi yumuşasın.

3-“Allah’ım bana helal rızık ver, beni ummadığım yerden rızıklandır.

Cenab-ı hak onun duasını kabul buyurdu.

Anlayışı ve ezberi arttı. Kuran-ı Kerim okuduğu zaman her kim işitirse tevbe ederdi.

Her gün evine iki pide ile bir tabak çorba konurdu, kimin koyduğu bilinmezdi. Bu hal ölüme kadar devam etti. İşte Allah(c.c.) a yönelenlerin hali budur. Zira Allah (c.c.) , iyi amel edenlerin mükafatını zayi etmez.

Mükaşafetil Kulub (İmam-i Ğazali)

Allah(c.c.) Bizleri ve sizleri bu fani dünyada GEÇİRDİĞİMİZ KISA HAYAT BOYUNCA Gaflet’en uyanıp Tövbe eden ve tövbesinde samimi olan sevgili kulların Yüzü suyu hürmetine afv eylesin. AMİN…….

Fuad Yusufoğlu

Dünya’nın iç yüzü

27 Haziran 2008

dsc00626-beyaz-suyun-siyah-suyla-birlestigi-yer.JPG

Navale-SİPİ- Nusaybin

Dünya sevgisi:

İmam-i Ğazali (r.a.) Kimya-yi Saadet kitabında dünya’yı sevenleri şöyle izah ediyor:

Bundan ötürüdür ki, Hadisi şerifte bildirildi:

-“Kiyamet günü dünyayı şöyle şöyle vaziyette ihtiyar bir kadın şeklinde getirirler.”

Onu gören herkes:

-“Senden Allah (c.c.) sığınırız.” Derler.

O zaman onlara :

-“Uğruna kendinizi helak ettiğiniz dünya budur.” Denir. Onu görenler, o kadar mahcup olur, o kadar utanırlar ki, bu mahcupluk ve utanmadan kurtulmak için ateşe atılmak isterler.

Bu rezalet şuna benzer:

Anlatırlar ki,

Padişah oğlunu evlendirmiştir. Oğlan o gece önce şarap içip, sarhoş olunca zifaf arzusuyla dışarıya çıktı. Odaya girmek istedi, yolunu şaşırdı ve saraydan çıktı. Yoluna devam etti.

Bir yere geldi, içinde kandil yanan bir ev gördü. Hanımının odasına geldiğini zannetti. İçeri girince insanların uykuda olduğunu gördü. Ne kadar seslendiyse de cevab veren olmadı. Uyuyorlar zan eti. Üstünde yeni bir örtü bulunan birini gördü. Gelin budur dedi. Onun yanında yattı. Üstünden örtüyü kaldırınca, burnuna güzel bir koku geldi.
Kendi kendine:

-“ Şüphesiz Gelin budur, çünkü çok güzel kokuyor” dedi.

Sabaha kadar onunla mübaşeret eyledi. Dilini onun ağzına koydu. Bir yaşlılık hisetti. Zanettiki, kendsine yakınlık gösteriyor ve üzerine gül suyu döküyor. Sabah olup, kendine geldiği zaman, etrafına bakındı.

Orası putperestlerin mezarlığı idi. Uyuyanlar ölüler idi. Üstünde yeni örtü olup, gelin sandığı ise, o yakınlarda ölmüş ihtiyar, çirkin bir kadındı.

O güzel koku öldüğü zaman bedenine sürdükleri güzel koku idi. Dili ile hisettiği yaşlılıklar ise, onun pislikleri idi. Kendine bakınca, yedi azasını (yanı bütün vucudunu ) pislik içinde gördü.

Ağzında ve boğazında onun ağzının suyundan bir acılık ve fenalık buldu. Bu rezalet ve, bu mahcubiyet ve pislik içinde gömülmüş halinden utanıp ölmek istedi. Padişah yahut askerleri almaya geldiklerinde, kendisini görür diye çok korktu.

O düşünceler içerisinde iken Padişah ve kumandanları onu aramaya çıktılar, ve onu bu pisliğin ve alçaklığın içinde gördüler. O ise, bu alçaklık ve rezaletten kurtulmak için yerin dibine girmek istedi.

O Halda yarın kiyamet günü dünyayı sevenler, dünyanın lezzet ve şehvetlerini bu şekilde görürler. Şehvet ve arzularının çokluğundan kalblerinde kalan eser ve izler, o kimsenin boğazında, dilinde ve bedenindeki pislikler ve acılıklar gibidir.

Hata ondan da fenadır. Çünkü öbür dünyadaki işlerin tamamı ve zorluğu örnekle anlatmaya gelmez. Fakat bu ruha ve kalbe olan utanma ve mahcubiyet ateşi denen ateşlerden, bedenin habersiz olduğunu gösteren basit bir numunedir.

Kimya-yi Saadet (İmami Ğazali)
Allah (c.c.) bizleri ve sizleri bu kötü dünya lerrinden muhafeza eylesin. Amin

Fuad Yusufoğlu

Dünya Sevgisi- 2

27 Haziran 2008

dsc06304-cag-cag-deresi-nusaybin-fuadyusufoglu.JPG

Şeşça’vi deresi Başı (Nusaybin)

İmam-i Ğazali (r.a.) Kimya-yi Saadet kitabında Dünya sevgisi Hakkında birkaç misalla şöyle açıklama yapıyor:

1-Misal;

Dünyanın birinci Büyücülüğü şöyledir;

Kendini sana devamlı kalacak şekilde gösterir. Halbuki O haraket eder ve devamlı senden kaçar. Fakat Tedrici ve gayet yavaş haraket eder. Dünya kendisine baktığın zaman haraketsiz görünen ve fakat daima yürüyen bir gölgeye benzer.

Bilirsin ki, ömrün devamli gidiyor ve tedrici olarak her an biraz daha azaliyor.İşte o dünyadır, senden kaçiyor, sana veda ediyor (senden ayrılıyor), sen ise bunu anlamiyorsun.

2-Misal;

Büyülerden biri de, kendini sana veriyor şeklinde göstermesi, seni kendine aşık etmesi, seninle kalacağını, bir başkasına varmayacağını ima etmesidir. Halbuki sonra aniden sana düşman kesilir. Bu erkekleri aldatıp, kendine aşık eyleyen, sonra evine götürüp öldüren, zehirleyen zalim bir dul kadına benzer.

İsa (a.s.) keşfinde dünyayi ihtiyar bir kadın şeklinde görüp sordu:

-“Kaç kocan vardır?”

Dünya:

-“O kadar çok ki sayamam.” Dedi.

İsa (Aleyhisselam):

-“Öldüler mi, yoksa seni boşadılar mı?” buyurdu.

Dünya:

-“Hayır belki hepsini ben öldürdüm.”dedi.

İsa (aleyhisselam) bunun üzerine:

-“Bu ahmaklara şaşarım ki, diğerlerine ne yaptığını görürler de yine seni isterler, hiç ibret almazlar.” Buyurdu.

3-Misal:

Dünyanın büyülerinden biri de, dışını süsleyip, bela mihnetleri örtmesi, dışına, yüzüne bakan cahilleri aldatmasıdır. Çirkin yüzünü örten, ipekli ve süslü elbiseler giyen ihtiyar bir kadına benzer.

Uzaktan onu görenler ona aşık olurlar. Ama yüzünden örtüyü kaldırınca pişman olur, üzülürler. Onun rezilliğini görürler.Hadisi şerifte geldi ki:

-“Kiyamet günü dünyayı yeşil gözlü, dişleri dökülmüş ihtiyar, çirkin bir kadın şeklinde getirirler;

İnsanlar ona bakınca :

-”Allah(c.c.) korusun Bu nedir? Böyle rezil, böyle çirkin “derler.

Onlara denir ki;

-”Bu uğruna birbirinizi kıskandığınız, Birbirinize duşman kesildiğiniz, kan döktüğünüz, Sıla-i rahmi terk ettiğiniz, ona aldandığınız Dünyadır.”Sonra onu cehenneme atarlar.

Dünya der ki:

-”Ya rabbi, beni sevenler nerededir?”

Allah-u Teala(c.c.) onların da getirilip cahenneme atılmasını emreder.

4-Misal:

Bir kimse dünyada bulunmadığından önceki ezeli ve içinde bulunmayacağı atideki seneleri ve ezelle ebed arasındeki bu birkaç günü (kendi ömrünü) hesap ederse, dünyanın bir sefer yolu olduğunu, birinci menzilinin beşik, son konağının mezar ve bunun arasında kaç konak bulunduğunu anlar.

Her yıl, bir konak gibi;

her ay bir fersah (yaklaşık olarak altı kilometre) gibi;

her gün, bir mil gibi ve her nefes bir adım gibidir.

O ise durmadan yürüyor.

Kiminin bu yoldan bir fersahi kalmış, kiminin daha az, kiminin daha çok kalmış. O ise daima burada kalacakmış gibi gamsız ve düşüncesiz oturmaktadır. On sene sonra bile kendine lazım olmayacak şey’leri düşünmekle meşgul olur. Halbuki on güne varmaz, taprak altında olacaktır.

5-Misal:

Dünya işlerinden insanın karşılaştığı kendisine az görünür, bununla meşguliyetinin uzun sürmiyeceğini zaneder. Belki de işlerinin yüz tanesinden bir tanesi ortaya çıkar ve ömrü o işte geçer.

İsa (a.s.) buyuruyor:

-“Dünyayı arayan, deniz suyu içene benzer. Ne kadar çok içerse, daha çok susar, içer içer, nihayet ölür. Fakat susuzluğu, harareti eksilmez.”

Bizim Peygamberimiz (Aleyhi efdalüssalati ve ekmelüttehiyyat) buyuruyor:

-“Bir kimsenin suya girip, ıslanmaması mümkün olmadığı gibi, dünyada olup da ona bulaşmamak mümkün değildir.”(C.zühd,3 H. Rikak;2)

6-Misal:
Dünyayi sevenler, dünya işleri ile meşgül olup ahreti unutanlar; Gemide bulunup, bir adaya yanaşıp kaza-yı hacet ve taharet için dışarıya çıkanlar gibidir.

Kaptan, bağırır ve der ki;

-“Hiç kimse fazla kalmasın. Temizlikten başka bir şeyle meşgul olmasın. Gemi hemen kalkacak.”

Onlar adaya dağılırlar. Akıllı olanlar, çabucak temizlenip geri dönerler. Gemiyi boş bulup daha güzel ve uygun bir yer tutup oraya otururlar.

Diğer bir grup, adanın güzelliğine acayipliğine şaşar, kalırlar. Onu seyre koyulurlar. Ondaki çiçeklere, tatlı tatlı öten bülbüllere, etraftaki süslü çakıl taşlarına bakar kalırlar. Geri dönünce gemide rahat bir yer bulamazlar, dar ve karanlık yerde otururlar. Oranın sıkıntısını çekerler.

Diğer bir grup, yalnız bakmakla kalmayıp, o süslü güzel çakıl taşlarını, çiçekleri toplarlar, beraberinde götürürler; gemide yer bulmazla, dar bir yere sıkışır, kalırlar ve çok defa o çakıl taşlarını omuzları üzerinde taşırlar. Bir iki gün geçince o güzel renkler solar, kararır, onlardan nahoş kokular gelmeye başlar. Atacak yer bulamazlar. Pişman olurlar, onların yükünü ve sıkıntısını omuzlariyle çekerler.

Bir başka grup, adanın güzelliğine şaşar ve öyle kalırlar. Gemiden uzak kalıp gemiyi kaçırırlar. Kaptanın sesini duymazlar. Adada kalırlar. Böylece bazısı açlıktan ölür. Bazısını yırtıcı hayvanlar öldürür.

Birinci grup;

Takva sahibi mü’minlere benzer, sondakiler de kafirlere. Zira kendilerini, Allah-u Tealayı (c.c.) ve ahreti unutturlar. Bütün varlıklarını dünyaya verdiler.
Ayeti kerimede,

-“Ahrete nisbetle ,dünya hayatını daha çok sevdiler.” buyuruldu. (Nahl-107).

Aralarında bulunan iki gurup, asiler gibidir. İmanın aslını korudular, fakat dünyadan el çekmediler. Bir kısmi fakirlikten pay aldı. Bir kısmı çok ni’metler toplayıp, yükü ağır oldu.

Kimya-yi Saadet (İmam-i Ğazali)

Allah-u Tesala (c.c.) bizleri ve sizleri dünyanın büyüsüne aldanmayan ve Salih Amaller işleyen kullarından Eylesin. AMİN…

Fuad Yusufoğlu

Gaflet- 1

28 Haziran 2008

dsc00446-kasyan-fuadyusufoglu.JPG

 

Mansur bin Ammar (r.a.) öğüt verdiği bir gence şöyle der:

-“Ey genç, Gençliğin seni aldatmasın. Nice gençler vardır ki, tevbeyi erteler. Uzun uzun amellere dalar. Ölümü hiç hatırlamaz ve şöyle der:

-“Ben yarın veyahut yarından sonra tevbe ederim.”

O böyle Gaflet içinde olup tevbe etmeden ölüm meleği gelir kendini mezarda bulur. Kabir de ona, ne mal, ne hizmetçi, ne çocuk, ne anne ve ne de baba fayda verir. Bunlardan hiç birinden fayda bulamaz. Nitekim Allah-u Teala (c.c.) buyurmuştur:

-“O gün ne mal, ne evlat fayda verir, nede oğullar, Meğer ki Allah (c.c.) a tamamen salim bir kalb ile geleneler ola.”(Eş-şuara-88-89)

Ey Allah’ım, bize ölmeden önce tevbeyi nasıb et. Bizi gafletten uyandır. Peygamberlerin büyüğü olan Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi vesellem) in şefaatına bizi nail et.

Gerçek mü’minin sıfatı odur ki, saatı saatına, günü gününe tevbe eder. İşlediği günahlara pişman olur. Dünyanın malından geçimine yeter kadrine razı olur. Dünya ile meşgul olmaz. Daima ahiret ameli ile meşgül olur. Allah(c.c.) a İhlasla İbadet eder.

Alimlerden biri’ne sorulur:

-“Kul tevbe ettiği zaman tevbesinin kabul olup olmadığını anlar mı?”

Alim cevaben der ki:

-“Buna kesin bir hüküm verilmez. Ancak kabul olunduğuna dair alametler ve işaretler vardır;

1-Kul, kendini günahtan korunmuş görür, günaha meyl etmez.

2-Kalbinden sevincin uzaklaştığını, Allah (c.c.) ın her işine şahid olduğunu görür.

3-Hayır yapan kimselere yaklaşır, fısk içinde bulunanlardan uzaklaşır.

4-Dünya kazancından azını çok görür, ahiret için çok çalışsa da ona az görünür.

5-Kalbini Allah (c.c.)ın kendisine farz kıldığı hususlarla meşgül olduğunu görür.

6-Dilini kötü sözlerden muhafaza eder. Daima düşünür, yapmış olduğu günahlardan pişmanlık duyup endişe içinde bulunur.

Rivayet edilir ki;

Adamin biri çölde gayet çirkin bir suret görür:

-“Sen kimsin?” Der.

O da:

-“Ben senin çirkin amelinim “ der

Adam:

-“Senin gibi çirkin amelden nasıl kurtulunur.”

Çirkin amel ise şöyle cevab verir;

-“Benden, Resülullah (a.s.v.) a Selat-u Selam getirmekle kurtulunur. Nitekim, Resül-i Ekrem (Sellallahu aleyhi vesellem) buyurmuştur:

-“Bana selat-ü Selam getirmek, sırat köprüsünde bir nurdur. Kim ki, Cuma günü bana seksen defa selat getirirse Allah(c.c) Seksen yıllık günahını bağışlar.

Mükaşefa tül Kulub (İmam-i Ğazali)

Allah (c.c.) Bizleri ve sizleri Her zaman Resulullah (Aleyhisselat-ü vesselam) Aşkıyla kendinden geçen Kullar hürmetine Af-vü Mağfiret eylesin. AMİN..

Fuad Yusufoğlu

Muhabbet

28 Haziran 2008

dsc08238-girnavas-cin-tepesi-nusaybin.JPG

Girnavas mevki-i (Nusaybin)

Rabia-tül Adeviye (r.a.) der ki;

-“Allah (c.c.) i sevdiğini söylediğin halde ona isyan edersin.
Yemin ederim ki, bu kiyas acayiptir.
Sevginde sadık olsaydin, O’na itaat ederdin.
Şüphesiz ki, seven sevdiğine itaat edendir.
Gerçekten sevenin alameti, sevdiğine uymak, onun istemediği haraketlerden kaçınmaktır.”

Rivayet edilir ki;

Bir topluluk İmami Şibli ( rahmetüllahi alyhi) in yanına girerler.

Şibli (r.a.) hazretleri onlara:

-“Siz kimsiniz?” diye sorar.

Onlar cevap verirler:

-“Biz seni sevenleriz.”

Bunun üzerine Şibli (r.a.) hazretleri onlara döner ve taş atmaya başlayınca, Şibli (r.a.) den kaçmaya başlarlar.

Bunun üzerine Şibli (r.a.) hazretleri onlara şöyle buyurur:

-“Bakınız benden kaçiyorsunuz. Eğer beni gerçekten sevmiş olsaydınız , benim belamdan kaçmazdınız?”

Şibli (r.a.) Hazretleri der ki;

-“Ehli Muhabbet, sevgi kasesinden içerler, yer yüzü ve şehirler onlara dar gelir. Allah(c.c.) ı tam manasiyle bilirler. O’nun azametinden korkarlar, kudretine hayran olurlar. Allah (c.c.) sevgisi kasesinden içerler de O’nun ünsiyet denizine dalarlar. O’na münacatla lezzet duyarlar.

Sonra Şibl i (r.a.) hazretleri şu beyti söyledi:

-“Ey Mevlam, Seni yad etme sevgisi, beni sarhoş etti .”
-”Hiç sevip de sarhoş olmayanı gördün mü?”

Denilir ki;

Deve sarhoş olduğu zaman kırk gün yem yemez. O’na daha evvel yüklenen yükün kat kati yüklense aldırış etmez. Çünkü kalbi sevgilisini yad etmeye hücum ettiği zaman yemi sevmez, sevgilisine olan iştiyakından dolayı yükün ağırlığına aldırış etmez.

Şimdi siz düşünün;

Deve sevgilisi için şehevi isteklerini terk edip ağır yüke tahammül ediyor. Size Allah (c.c.) için, Allah (c.c.) haram kıldığı şehevi isteklerden kaçınıp onları terkt etmez mi?

Allah (c.c.) için yeme – içmeyi terk ettiniz mi? Hiç kendinize Allah (c.c.) için ağır yük yüklediniz mi? Eğer bu zikredilen hayırlı işlerden birini yapmadınızsa, sizin davanız, dünyada ve ahrette hiçbir faydası olmayan manasız bir isimden ibarettir. Bunun ne Allah (c.c.) katında ve ne de insanlar yanında Kıymeti vardır.

Hazreti Ali (Radiyallahu anhu-keremallahu vecheh) buyurur ki;

-“Cennete muştak olan kimse, hayırlı işlere koşar, Cehennemden korkan da Şehevi isteklerden kendini men eder, Ölümü iyi bilen kimseye dünya lezzetleri hakir görünür.”

İbrahim Havas (k.s.) sevgi ve muhabbetten sorulunca der ki:

-“Kötü iradeleri mahvetmek, bütün kötü sıfatları ve istekleri yakmak, ve nefsi işaretler denizinde boğmaktır.”

Üç şeyi kim iddia eder de üç şeyden temizlenmez se o kimse aldanmıştır:

1-Allah (c.c.) ı zikretmekte lezzet duyduğunu iddia edip, dünya SEVGİSİNİ terk etmezse,

2-Amelleri İHLASLA, sırf Allah (c.c.) için yaptığını iddia eder, fazla insanların kendisine hürmet etmesini severse,

3-Allah (c.c.) sevdiğini iddia eder, fakat kendi nefsinden vaz geçmezse, o kimse aldanmıştır.

Kalblerin Keşfi (İmam-ı Ğazali)

Allah(c.c.) bizleri ve sizleri kendi muhabet aşkıyla dolan Sevgili kullar hürmetine afv –u mağfiret eylesin. AMİN….

Fuad Yusufoğlu

Dünyayı tanımak- 2

29 Haziran 2008

dsc008461-fuadyusufoglu-barajnusaybin.jpg

Çağ-çağ barajı (Nusaybin)

Dünyada bedenin ihtiyacı üçtür:

Beslenmek için yemek, giyinmek, sıcak ve soğuktan korumak için bir evi olmak. Böylece helak olma sebeplerinden kurtulur. O halde, insanın dünyadan zaruri olarak alacağı bunlardan fazla değildir. Hatta dünyanın esasi da bunlardır.

Kalbin gıdası, beslenmesi ise MARİFETTİR. Ne kadar çok olursa, o kadar iyidir. Bedenin gıdası, YEMEKTİR. Haddınden fazla olursa helaka sebep olur.

Allahu Teala (c.c.) nın, şehveti insana vermesi, yemekte, meskende ve giyinmekte bedenin iktizasının meydana gelmesi içindir. Kendisinin binek hayvanı ancak bu şekilde helak olmaz. Bu şehvet öyle yaratılmıştır ki, kendine verilene razı olmaz, daha fazla ister.

Aklın yaratılması, onun hududunu aşmamasını te’min etmek içindir. Peygamberlerin diliyle (aleyhümesselam) göndrilen şeriatlar, onun (şehvetin –arzunun) hududunu ta’yin içindir. Fakat bu şehvet, yaratıldığı zaman kendisine verildi; çocukta da, onun (istek ve arzunun )bulunması lazımdır. Akıl ise sonradan yaratılmıştır.

Demek ki, şehvet (arzu ve istek) önceden yerini tutmuş, hakim olmuş, emre itaat etmek istemez olmuştur.

Akıl ve şeriat ondan sonra geldiler. Bütün varlığını kuvvet, elbise ve mesken kurmaya vermemesi ve bu sebeple kendini unutmaması, bu kuvvet ve elbisenin neye yaradığını, ne için olduğunu bilmesi ve hatta kendinin bu dünyada ne için bulunduğunu anlaması, ahiret için azık olan kalbın gıdasını unutturmaması için geldiler.

Bu ifadeden dünyanın hakıkatını, afetini ve maksadını öğrendin. Şimdi dünyanın dallarını ve kısımlarını bildirelim.

Dünyanın tefsiline dikkat edersen, üç şeyden ibaret olduğunu görürsün:

Biri bitki, maden ve hayvan gibi yeryüzünde görülen şeylerdir. Toprağın aslı, mesken kurmak ve ziraatla ondan faydalanmak içindir. Bakır, pirinç ve demir madenleri alet için, hayvanlar ise üzerlerine binmek ve yemek içindir.

Diğer ikisi de, insanın kalbini ve bedenini bunlarla meşgül eylemesidir. Ya kalbi, onu sevmek ve onu istemekle meşgül eder, veya bedenini onu düzeltmek, onun işlerini yapmakla meşgül eder.

Kalbi dünya sevgisi ile meşgül eylemek sebebiyle , kalbde helaka sebep olan hırs, bahillik, haset, düşmanlık ve bunun gibi sıfatlar meydana gelir. Bedeni dünya ile meşgül eylemekten, kalbe bir meşgüliyet doğar. Böylece aslını unutur ve tamamen dünyaya dalar.

Dünyanın aslı:

Yemek, elbise ve mesken olduğu gibi, insan için zaruri olan san’at üçtür: Ziraatçılık, dokumacılık ve marangozluk. Fakat bunların da kolları vardır. Bazıları ona hazırlık içindir. Pamuk döven ve iplik büken, dokumacının işini yapıyor. Bazısı da bunu tamamlar, terzi gibi ki, dokumacının işini tamamlıyor. Bunların hepsi için aletlere ihtiyac vardır.

Bunlar da odun, demir, deri ve bunun gibi şeylerdir. Böylece demircilik, marangozluk ve dericilik san’atları meydana geldi. Bunların hepsi meydana gelince birbirlerine yardım etmeğe muhtaç olurlar. Çünkü herkes, kendinin bütün işlerini yapamaz. Böylece terzi, dokumacının ve demircinin işini, demirci de, diğer ikisinin işini yapmak için bir araya geldiler.
Bu şekilde her biri ayrı iş yaptılar. Bu yüzden aralarında bazı şeyler meydana geldi. Birbirlerine duşman olmaya başladılar. Çünkü her biri kendi hakkına razı olamadı. Ve diğerinin hakkına geçmek istedi. Böylece san’atlardan üç çeşide daha ihtiyaç oldu.

Biri saltanat ve siyaset (idare), diğeri kadılık ve hakimlik, diğeri de inanlar arasında onunla kanun teşrii yapılan fıkıh sanatlarıdır. Her ne kadar bunların çoğunun el ile alakası yoksa da, her biri birer san’attır.

İşte bu sebeple, dünyanın meşgalesi çoğaldı ve karıştı. İnsanlar onun arasında kendilerini kayıbettiler ve başlangıcta bunların esasının üç şey olduğunu anlayamadılar. Bütün bunlar yemek, giymek ve masken içindir.

Bu üç şey de beden için lazımdır. Beden de kalb için lazımdır. Onu taşımaktır. Kalb de Allah-u Teala (c.c.) için ( O’nu bilmek için) lazımdır. O halde kendini ve Allah-u Teala(c.c.) yı unutanlar; kendini Kabe’yi ve seferi unutup bütün zamanını deveye bakmaya veren hac yolcusuna benzerler.

Demek ki, dünya ve hakıkatı bu anlattıklarımızdır. Her kim onda sefere hazırlanmaz, işini bitirmez, gözünü ahrete çevirmez ve dünya meşgalasini ihtiyacından fazla tutarsa, dünyayı tanımamış olur. Bunun sebebi cahilliktir.

Bahusus Peygamber efendimiz (a.s.v.) buyurdu:

-“Dünya Harut ve Marut’ten daha büyük büyücüdür. Ondan kaçınız.” Dünya böyle bir büyücü olunca, onun hilye ve aldatmalarını ve onun işlerini neye benzediğini insanlara açıklamak farz olur. Şimdi dünyanın neye benzediğini dinle.

Kimya-yı Saadet (İmami Ğazali)

Allah (c.c.) bizleri ve sizleri Dünyayı tam manasiyle bilen ve onun hilelerinden sakınan kullarından eylesin. AMİN…
Bu yazının devamını okumak istersen; 12-02-2007 tarihli Dünya Sevgisi Yazımdan okuyabilirsiniz.

Fuad Yusufoğlu

dsc00133-beyaz-su-basi-fuadyusufoglu.JPG

Subaşı (Ava sipi) Nusaybin

SEKİZİNCİ KAAİDE:

Şakîk-i Belhi (k.s.) Harun Reşid’in yanına gidince:

Halife Harun Reşid:

-“Zâhid olan Şakik sen misin?” Dedi.

Şakik-i belhi (k.s.)

-“Şakik benim, ama zahid değilim.” buyurdu.

Halife Harun Raşid:

-“Bana nasihat ed.”dedi.

Şakik-iBalhi (k.s.) buyurdu ki:

-“Allahü Teâla seni Hazret-i Sıddîk’in (radyallahu anh) yerine oturttu. Onun gibi, senden de sıdk (doğruluk) istiyor.”

-“Hazret-i Faruk’un yerine oturttu. Onun gibi, senden de hak ile bâtılı (doğru ve yanlışı) ayırmanı istiyor.”

-“Hazret-i Zinnureyn’in (Osman’ın ) (radıyallahu anh ) yerine oturttu. Onun gibi, senden de hayâ ve kerem istiyor.”

-“Hazret-i Ali’nin (radıyallahu anh) yerine oturttu. Onun gibi senden de ilim, cömertlik ve âdâlet istiyor”

Harun Reşid:

-“Biraz daha nasihat et.” dedi.

Şakik-i Belhi (k.s.) Buyurdu ki:

-“Allahü Tealâ’nın bir binası vardır.”
-“Ona cehennem denir.”
-“Seni o binanın kapıcısı yaptı ve sana üç şey verdi:

Beytü’l Mala aid mal,
Kılıç,
Ve kamçı.

-”Bunları sana verdi ve bu üç şey ile insanları Cehenneme yaklaştırma, buyurdu. Bir iş için yanına gelirlerse, senden bir şey isterlerse, vermemezlik etme. Allahü Tealâ’nın emrine uymayanları bu kamçı ile cezalandır. Haksız yere, bir kimseyi öldüreni ölenin velisinin izni ile bu kılıçla öldür. Bunları yapmazsan Cehenneme gidenlerin öncüsü sen olursun, diğerleri senin arkandan gelir.”

Harun Reşid:

-“Biraz daha nasihat buyurun”dedi.

Şakik-i Belhi (k.s.) Buyurdu ki:

-“Kaynak sensin, memurların, etrefındaki nehirler gibidir. Menba’ berrak olursa, nehirlerdeki bulanıklığın zararı olmaz. Ama menba’ bulanık olursa, nehirlerin berraklığı düşünülemez.”

Devam edecek….

Kimya-yi Saadet (İmam-i Ğazali)

Allah-u Teâla Hazretleri (c.c.) Bizlere Adaletle hüküm eden, Hükümdarlar nasib eylesin. AMİN…

Fuad Yusufoğlu