‘İhlas’ olarak etiketlenmiş yazılar

Kasyane (Navale sipi) -Nusaybin-

Şakik-i Belhi (Radiyallah-u anh)- 5

Şakik-i Belhi (r.a.) İmam-i A’zam Ebu Hanife (r.a.) yi çok medh eder şöyle buyuruyordu:

-“İmam-i A’zam Ebû Hanife bu zamanda insanların en ver’a sahibi (haram ve şübhelilerden) sakınanı, en alimi, en çok ibadet edeni, en cömerd olanı, dinin emirlerine uymakta en ihtiyatlı davrananı, Allah-u Teâlâ (c.c.) nın dininde kendi görüşü ile bir şey söylemekten en çok sakınanı idi. Bir mes’eleyi açıklayacağı zaman, bütün talabelerini toplar, hepsi bu mes’elenin dine uygun olduğunu ittifak edince;

-“Bu mes’eleyi filan bölüme yazınız.” Derdi.

Hazreti Şakik-i Belhi (r.a.) nın bir gün yanına bir ihtiyar gelip, Allah (c.c.) a tevbe etmek istediğini bildirdi.

Şakik-i Belhi (r.a.) Ona buyurdu ki:

-“İyi ama, keşke tevbe etmek için bu zamana kadar beklemeseydin.”

O ihtiyar kimse:

-“Öyle ama, yina de ölmeden önce geldiğim için erken gelmiş sayılırım.” Dedi.

Hazreti Şakik-i Belhi (r.a.):

-“Hoş geldin ve ne iyi ettin.” Buyurdu.

Bunun üzerine o kimse tevbe etti ve tevbesinden vaz geçmedi.

Şakik-i Belhi (r.a.) Buyurdular ki;

-“Bir musibet geldiğinde feryad-ü figan eden kimse Allah-u Teâlâ’ya karşı gelmiş olur.Ağlayıp szılamak, belâ ve müsibeti geri çevirmediği gibi, insanın sabredenlere verilen sevab ve mükafattan da mahrum olmasına sebep olur.

Devam edecek…

İslâm âlimleri ansiklopedisi

Allah-u Teâlâ (c.c.) Hazretleri bizleri ve sizleri Şakik-i Belhi (radiyallah-u anhu) nınyüzü hürmetine Günahlarımızı afv eylesin. Amin…
Fuad Yusufoğlu

Kasyane Navale sipi (Nusaybin)

Şakik-i Belhi (r.a.) buyurdular ki;

-“Bir kimsenin yanında mübarek bir zâtın iyilik ve güzel halleri anlatılırda, o kimse bundan zevk duymaz ve o mubarek zâta karşı kalbinde muhabbet hasıl olmazsa, bilsin ki kendisi kötü kimsedir.”

Şakik-i Belhi(r.a.) buyuruyor ki;

-“Bir kusuru ayıbı var diye bir kimseyi kötüleğen, hakaret eden kimse, kendi kendini Helak etmiş demektir.”

-“İnsanlar, bir kimse hakkında: (-’Bundan bize zarar gelmez bu emin kimsedir’) derlerse, o kimse bütün insanların zarar ve kötülüklerinden emindir.”

-“Kim Müslümanların aleyhinde konuşur, onları giybet eder, onlara iftira ederse, aralarında söz taşıyıp koğuculuk yaparak müslümanları birbirine düşürürse, Müslümanların hakkını gözetmez,onların kalblerini kırar, incitirse ve onları kendinden aşağı görürse, o kimse şeytanın hizmetçisi olmuş olur, dünyada fakir olur, ahrette iflâs etmiş vaziyette HAKİR VE ZELİL olur.”

Şakik-i Belhi (r.a.) buyuruyor ki;

-“Rızkı hususunda Allah-u Teâlâ (c.c.) ya tevekkül eden kimsenin güzel huyları fazlalaşır, cömert olur ve ibadetlerinde vesvese bulunmaz.”

Şakik-i Belhi (r.a.) buyuruyor ki;

-“Allah-u Teâlâ’nın azabından korkmanın alameti HARAMLARI TERK ETMEKTİR. Allah-u Teâlâ’nın rahmetinden ümidli olmanın alameti de, ÇOK İBADET ETMEKTİR..”

Şakik-i belhi (r.a.) buyuruyor ki;

-“İleride tevbe ederim diye günaha devam edenler, daha yaşarız ümidiyle, tevbe’yi geciktirenler, hatta Allah-u Teâlâ’nın azabını düşünmeyip, rahmetini ümid ederek tevbe etmeyenler, çok büyük gaflet ve felaket içindedirler.”

Şakik-i belhi (r.a.) buyuruyorlar ki;

-“Kendisine bir şey ikram ettiğin kimse ile, sana ikramda bulunan iki kişinin senin kalbindeki YERLERİNE DİKKAT ET. Eğer kalbindeki muhabbet, kendisine ikramda bulunduğun kimseye karşı daha fazla ise, bu ikram ve muhabbettin Allah için olduğu anlaşılır. Ama kalbindeki muhabbet, sana ikramda bulunan kimseye karşı daha fazla ise, bu dostluk menfaat içindir.”

Şakik-i Belhi (r.a.) buyuruyor ki;

-“Misafiri çok severim. Çünkü rızkını Allah-u Teâlâ veriyor. Ben hiç bir şey yapmıyorum. Bununla beraber, Allah-u Teâlâ bana sevab yazıyor.”

Şakik-i Belhi (r.a.) buyuruyor ki;

-“Akıllı, zeki, derviş, zengin ve cimrinin kimlere denildiğini Yediyüz tane âlimden sordum: Hepsi de birbirine yakin cevablar verip şöyle dediler:’

-“Dünyayı sevmeyen kimse AKILLIDIR.”

-“Dünyanın aldatıcı ve yalan olan zevklerine aldanmayan kimse ZEKİDİR.”

-“Allah-u teâlâ’nın takdir ettiğine razı olan, KANAAT EDEN ZENGİNDİR.”

-“Dünyaya ait arzusu bulunmayan, Allah-u Teâlâ’nın rızasını isteyen kimse DERVİŞTİR.”

-“Allah-u Teâlâ’nın verdiği ni’metlerden, mahlukuna faydalı olanları vermekten kaçınan, CİMRİDİR.”

Şakik-i Belhi (r.a.) buyurdular ki;

-“Dört bin Hadis-i şerif içinden, Dört yüz tane, bundan da kırk tane ve nihayet bunların içinden de şu dört Hadis-i şerifi seçtim”

-“1-Kalbini kadına bağlama. Zira bugün senin ise yarın başkasınındır. Eğer kadına itaat edersen cehenneme atılırsın.”

-“2-Kalbini mala bağlama. Zira mal sana emanettir.Bugün senin ise de yarın başkasınındır. Başkasının malı için kendini yorma.Başkasına hoş gelir, fakat günahı sanadır. Eğer kalbini mal’a bağlarsan Allah-u Teâlâ’nın haklarını gözetmezsin. Kalbine fakirlik korkusu girer ve şeytana itaat edersin.”

-“3-Herhangi bir şey hususunda kalbinde bir sıkıntı olursa o şeyi terk et. Zira mü’minin kalbi, şahit yerindedir. Şüphelilerden sıkılır, Helâl’da ise sükünet bulur. (sakin olur.)

-“4-Bir işin makbul olacağı hükmüne varmadan o işi yapma.”

İslâm alimleri ansiklopedisi

Allah-u Teâlâ hazretleri (c.c.) bizleri ve sizleri Hikmet sahibi olan bu veli kullar’ın yüzü suyu hürmetine Günahlarımızı afv eylesin. Amin.

Fuad Yusufoğlu

Girnavas’tan Nusaybin’in bir başka görünüşü

Tabiinin meşhur hadis âlimlerindendir. Aslen İranlıdır. Kendisine Tâvûs-i Himyeri de denir. Kendisi Eshabi kiramdan yetmiş kişiyi gördüğünü söylerdi.

Hazreti Tâvûs bin Keysan, büyük bir hadis alimi olup, aynı zamanda da fıkıh ve tefsir ilminden pek ileri dereceye sahipti. Sika (güvenilir, sağlam) olduğunda, hadis-i şerif âlimleri söz birliği etmişlerdir.

Hadis-i şerif ilmini; Hazreti Aişe anamız (radiyallahu anha), Hazreti Abdullah ibn-i Ömer, hazreti Ebu Hüreyre, Hazreti Abdullah bin Amr, Hazreti Zeyd bin Erkam gibi güzide Sahabe-i kiram “Aleyhimürrıdvan” den öğrendi.

Kıraat ilmini Hazreti İbni Abbas (r.a.) den tâlim etti. Bu hususta eşine çok az rastlanan bir bilgiye sahibti.
Hazreti Tâvûs (r.a.) dan oğlu Hazreti Abdullah, Hazreti Zühri, Hazreti İbrahim bin Meysere, Hazreti Amr, Hazreti Mücahid (r.a.) gibi büyük zatlar hadis-i şerif rivayet ettiler.

Hazreti Tâvûs (r.a.), Allah-u Teâlâ’ya yalvarmaktan zevk alan bir zat idi. İbadet, bedenleri için gıda, kalbleri için hayat idi. Uzun zaman ayakta ibadet etmekten yorulmazlardı. Çok namaz kıldığı için, alnında secde yeri izi olmuştu.

Bir kimse bir şey sorarsa bütün tefarruatiyla anlatır, başka kimseye sormaya lüzum bırakmazdı.
Hazreti Tâvûs bin Kesyan (r.a.), yatağına yattığı zaman, sağa sola döner rahat edemez, bunun üzerine kalkar sabaha kadar namaz kılar ve:

-“Âbidlerin uykusu, cehennemi hatırlamaktır..” derdi. Böyle kırk sene yatsı namazın abdesiyle sabah namazını kılmıştır. Kırk defa hacca gitti.

Duası kabul olan zâtlardandı. O derece cesur ve kuvvetli kalbe sahibti ki, öldürüleceğini bilse bile gayri meşru bir işi asla yapmaz ve dalkavukluğa kaçacak bir sözü hiç kullanmazdı.

Hazreti Tâvûs (r.a.) ateşten çok korkar, gördüğü yerde aklını kayıbedecek gibi olurdu. Çünkü ateşi görünce cehennemi hatırlardı. Bir defa, ocaktan çıkan alevi görünce bayıldı.

Hazreti Tâvûs bin Keysan (r.a.), hacca gitmelerinden birini şöyle anlatır:

-“Hacca gitmiştim. Yanımda bir de çocuk vardı. Binecek bir hayvanı ve yiyecek bir şeyi yoktu.”

-“Ey çocuk, senin yiyeceğin var mı?” dedim.

Çocuk:

-“En iyi yiyecek takvadır. Kerimlerin evine giderken yiyecek götürmek uygun değildir.” Dedi.

İhram kuşandığımızda hepimiz “LEBBEYK” dediğimiz halde, çocuk söylemiyordu.”

-“Niçin söylemiyorsun?” dedim.

Devam edecek…

İslâm âlimleri ansiklopedisi

Allah-u teâlâ Hazretleri (c.c.) bizleri ve sizleri bu veli kullar hürmetine amellerimizi kendi rızası istikametinde kabul buyursun. Amin.

Fuad Yusufoğlu

çağ-Çağ barajı (Nusaybin)

Çocuk:

-“Red cevabını duymamak için.” Dedi.

Çocuğun bu sözleri üzerine çok ağladım.

Ve dedim ki;

-“Bu çocuk red olunmaktan korkarsa, biz red olunur, kabul edilmezsek halimiz nice olur?”

Mina’ya kurban kesmek için geldik. Kurbanlarımızı kestik, fakat çocuk kesmedi.

O:

-“ Ey benim Allahım! Herkes kurbanlarını kesiyor. Benim kurban kesecek hiçbir malım yok. Ancak, bu küçük vucudumu senin rızan için kurban etmek istiyorum, lütfen kabul buyurur musun Allahım?” diyerek ağlıyordu.

Şiir:

-“Canım kurban ederek, sana kavuşmak isterim.

Bir can için söz etmeğe senden haya ederim.

Bir değil yüz canımı sana feda ederim

Allah’ım rızan için, canımı terk ederim.”

Çocuk kelim-i şehadet getirerek canını cânâna teslim etti. Annesi hadiseyi öğrenince, çok üzülüp ağladı.

Bir ses duydu:

-“Ey Hatun! Senin çocuğun, benim rızama kavuşmak için canınını feda etmek istedi. Kabul ettim. Eğer istersen seninkini de kabul ederim.” Diyordu.

Hazreti Tavus Bin Keysan (r.a.), Doğruyu söylemekten hiç çekinmezdi. Zamanın devlet adamlarına gider, onlara nasihat verirdi. Sultanın açtırdığı kuyudan hayvanını sulamazdı. Yaptığı doğru olan işler için ayıplamaktan korkmaz, ayıplama ile, hak bildiği yoldan ayrılmazdı.

Hazreti Tâvûs Bin Keysan (r.a.) Halife Hazreti Ömer bin Abdulaziz (r.a.) e bir nasihat mektubunda:

-“Kendi amelinin hayırlı olmasını istiyorsan, halkın işlerini de hayırlı insanlara yaptır.” Buyurdu.

Halife Ömer bin Abdulaziz (r.a.) bunu okuyunca:

-“Bu nasihat bana kâfidir.” Demiştir.

Hazreti Tâvûs Bin Keysan (r.a.), bütün işlerini ve hatta konuşmasını iyi niyet ederek yapardı. Kendisine konuş dediklerine konuşmadığı gibi, kendiliğnden konuşmaya başladığı da olurdu.

-“Niçin böyle yapıyorsun?” diye soranlara:

Hazreti Tâvûs Bin Kesyan (r.a.),

-“Niyetimi yapmışsam konuşurum.” Derdi.

Hazreti Tâvûs Bin Kesyan (r.a.), Mekhûl (r.a.) e gönderdiği bir nasihat mektubunda:

Devam edecek…

İslâm âlimleri ansiklopedisi

Allah-u teâlâ Hazretleri (c.c.) bizleri ve sizleri bu veli kullar hürmetine amellerimizi kendi rızası istikametinde kabul buyursun. Amin.

Fuad Yusufoğlu

Girnavas Mevki-i (Nusaybin)

Utbet-ül Ğulam (Radiyallah-u anh) Utbe bin Ebân bin sem’a):

Evliyanın büyüklerindedir. Doğum ve ölüm tarihi bilinmemektedir. Babasının adı Ebân Bin Sem’a’dır. Rumlarla yapılan bir muharebede şehid düştü. Vera’ (Şübhelilerden sakınmak), takva (Haramlardan uzak durmak) ve Zühd (Şübheli olmak korkusu ile mübahların çoğunu terk edip, onları lüzumu kadar kullanmak) sahibi bir zattır.

Kiymetli sözleri pek çoktur:

Birisi; Rebâh el Kaysi’ye

-“Utbe’ye Gulam demesinin sebebini bana izah edermisin?” diye sordu.

O da:

-“ Utbe, ibadet hususunda kendisini çok küçük görür ve alçaltırdı. Onun için böyle denilmiştir.”

Atâ bin Ebi Rebah (r.a.) bildiriyor:

-“Utbet-ül Ğulam ile bir yolculuğa çıkmıştık. Beraberimizde bir haylı kalabalık vardı. Kafilemizdekilerin hepsi sabah namazını, yatsının abdesti ile kılardı. Gece o kadar çok ibadet ederlerdi ki, bu yüzden ayakları şişmiş, iyice zayiflamişler, sanki bir kemik yığınından ibaret bir hale gelmişlerdi. Sabah olunca birbirlerine, Allah-u Teâlâ’nın kendisini itaat edip, beğendiği işleri yapanlara vereceği mükafatı ve yapacağı ikramlardan, kendisine isyan edip, kötülkülere dalanlara ise, vereceği azaplardan bahsederlerdi..”

-“Bu şekilde yollarına devam edip dururlarken içlerinden birisi bir yere gelince bayılarak düştü. Alnından terler dökülüyordu. Etrafındekiler ağlaşıyorlardı. Biraz sonra su dökerek onu ayıltılar. Kendisine geldiktensonra;

-“Ne oldu,” diye sordukları zaman,

Ayılan adam;

-“Bir zamanlar bir günah işlemiştim. Onu hatırladım da, ben “bu günahı ne için yptım.”  diye üzüntü ve pişmanlığımın şiddetinden kendimi kayıbettim.” dedi.

Utbet-ül Ğulam hazretleri (r.a.) daima murakabe, murakıbı (görüp, gözeten) düşünerek, daima onunla meşgül olmaktır. O, Allah-u Teâlâ’dan başkasıyle meşgül olmaz, devamlı Allah-u Teâlâ’yı anar ve hatırlar, O’ndan bir an bile gafil olmazdı.

Bazen öyle dalardı ki, gideceği yeri geçer, farkında olmazdı. Bir gün, Utbe-tül Ğulam (r.a.) Abdulvahid bin Zeyd (r.a.) ın yanına gelmişti.

Abdulvahid Bin Zeyd (r.a.) ona:

-“Nereden geliyorsun?” diye sordu.

Utbet-ül Ğulam (r.a.):

-“Falanca yerden geliyorum.” Dedi.

Abdulvahid bin Zeyd (r.a.):

-“Oralarda kimseye rastladın mı?” diye sorunca.

Utbet-ül Ğulam (r.a.):

-“Hayır kimseyle karşılaşmadım.” Dedi.

Halbu ki oralardan çok kimseler geçiyordu. Fakat, bütün ruhu ve bedeniyle Allah-u Teâlâ ile meşgül olduğundan, yanından geçenlerin farkına bile varamamıştı. (Bu durum, hükümdar yanlarından geçerken, hizmetçilerinin onun heybetinden, hiçbir şeyin farkına varmaması ve düşünceye dalan birinin, ba’zen etrafında olup bitenlerin bile farkında olmaması gibidir.)

Utbet-ül Ğulam (r.a.) hazretleri günahlarını düşündüğü zaman, yemek ve içmekten kesilirdi.

Bu durumu gören annesi:

-“Oğulcağızım! Biraz kendine acı. Hiçbir şey yemiyor, kendine yazık ediyorsun.”dediği zaman

Cevabı:

-“Anneciğim; kendime acıyorum. Fakat beni biraz bırakda, azıcık zahmet çekeyim. Çünkü, inşallah ilerde bu sıkıntılarımın karşılığını göreceğim.” Şeklinde olurdu.

Onun yakınlarından birisi anlatıyor:

-“Utbet-ül Ğulam (r.a.) ı rüyamda gördüm.

Kendisine;

-“Ne durumdasın?” diye sordum.

O şöyle cevab verdi:

-“Senin evinde yazılı bir dua var. Onun yüzünden iyi muamele gördüm.”

Sabah oldu. Evde dua’yı arayıp buldum. Dua şöyle idi:

Devam edecek…

<<<Utbet-ül Ğulam hakkında başka yazı okumak isterseniz tıklayın>>>

İslâm âlimleri ansiklopedisi

Allah-u Teâlâ hazretleri (c.c.) bizleri ve sizleri Bu mübarek zatların hürmetine Günahlarımızı afv eylesin.Amin.

Fuad Yusufoğlu

Çağ-Çağ barajı (Nusaybin)

Beşinci ESAS İrade- 6

Allah (c.c.) ın hükmü ve kazası dört nevi üzeredir.

1-Taatlarda ve ibadetlerdeki KAZA,
2-Masiyetlerdeki KAZA,
3-Nimetlerdeki KAZA,
4-Belâlardeki KAZA,

Allah (c.c.) kul için taat ve ibadet hükmettiği zaman kulun, onu, çalışmak ve ihlasla karşılaması gerekir.

Ta ki, Allah (c.c.) ona hidayet ve tevfikle ikramda bulunsun.

Çünkü;

Yüce olan Allah (c.c.) buyuruyor ki;

-“Bizim uğrumuzda mücadele edenler (e gelince) Biz onlara elbette yollarımızı gösteririz. Şübhesiz ki, Allah her halde ihsan erbabiyle beraberdir.” Ankebût Suresi Ayet- 69
Yani bize (Allah’a) taat ve ibadet uğrunda, dinimiz yolunda mücadele eden kimseleri, bu husustaki çalışmalarında onları muvaffak kılarız.

Allah (c.c.) ma’siyeti hükmettiği vakit, kulun onu içtenlikle ve kalben istiğfar, tevbe ederek pişmanlıkla karşılaması lazımdır.

Zira Cenab-i Hak;

-“Her halde Allah hem çok tevbe edenleri sever, hem çok temizlenenleri sever.” Buyuruyor. El Bakara suresi Ayet- 222

Allah (c.c.) ni’met ile hükmettiğinde kul onu şükretmek ve cömertçe harcamakla karşılamalıdır. Ta ki, Allah (c.c.) ona fazla nimet ihsan ve ikram buyursun.

Yüce olan Allah (c.c.) Kur’an-i Kerim’inde;

-“And olsun, şükrederseniz elbete sizi (ni’metinizi) artırırım.” Buyurdu. İbrahim suresi Ayet 7

Allah (c.c.) kulu hakkında bela ve müsibeti hükmettiği vakit kulun onu sabr ve rıza ile karşılaması lazımdır ki, Allah (c.c.) ahret aleminde ona izzet ve şeref ihsan buyursun.

Çünkü;

Cenab-i Hak;

-“Şübhesiz Allah sabredenleri sever.” Al-i İmran suresi Ayet- 146

Ve;

-“Ancak –müsibetlere- sabredenlere ecirleri hesabsız verilecektir.” Zümer suresi Ayet- 10

Devam edecek…

Dinde kırk Esas (İmam-i Ğazali)

Allah-u Teâlâ hazretleri (c.c.) bizleri ve sizleri kaza ve Kader hakkında sağlam itikat üzere olan kulların yüzü suyu hürmetine günahlarımızı afv eylesin. Amin.

Fuad Yusufoğlu

Hafka çino (şelale) Nusaybin

Beşinci Esas: İrade- 7

Mesabih (r.a.) şehrinde, Mevlana, imam Alâeddin, kaza ile kader arasındeki farkı beyan ederek der ki;

-“Kaza bütün mevcudatın, tafsilatsız, icmali olarak Levh-i mahfuz da var olmasıdır. Kader ise Allah’ın levh-i mahfuzda geçmişte icmalen var eylediği şeylerin âlemde yaratmasıyla meydana çıkmasıdır.

Bir kısım bilginler de kaza, özel tertip üzere mevcudatın nizamını iktiza eden inayeti ilahiye ve irade-i ezaliyedir.

Kader ise, ezeli iradenin eşyeya, kendilerine mahsus vakıtlarinda taalluk etmesidir. Dediler

Müslümanlar kader hakkında ihtilafa düşmüşlerdir. Onlardan bir kısmının görüşü şöyledir;

Hayır, şer filer ve sözler gibi âlemde cereyan eden her şey Allah’ın kaza ve kaderi iledir. Kulların bunda hiçbir muhtariyeti yoktur. Bu mezhebe olanlara CEBRİYE denir. Cebr, galebe çalmak ve zorlamaktır.
Bunun içindir ki, onlar Allah, kullarını fiilleri ve sözleri üzerine zorlar, kulların kendi fiilleri ve sözlerinde muhtariyeti yoktur derler.

Fiilerin ve sözlerin kullara isnat edilmesi (Değirmen döndü ve oluk aktı) sözümüzde (dönme) işini değirmene (akma) işini de oluğa isnadımızda olduğu gibi, cansız varlıklara olan isnadın aynıdır diye yanlış inanca saptılar. Bu mezheb batıldır.

Çünkü;

Onlar bu sözü, eğer kendilerini, üzerlerine Allah (c.c.) ın hitabı gelmeyen (Yani mükellef olmayan) delilere ve sabilere benzeterek üzerlerinden Allah’ın tekliflerini düşürmek isterlerse küfr etmişlerdir.

Zira;

Onların mezhebleri, kitabların ve peygamberlerin batıllığına iktiza eder. Hayır eğer o sözü, Allah’ı Ta’zim ve kendilerini tahkir temek ve Allah’ın kazasını defetmekten aciz olduklarından söylemiş iseler Ehl-i Sünnet vel’ Cemaatın itikadına muhalefet ettiklerinden bidatçıdırlar.

Müslümanların bir kısmı da şu görüşe gitmişlerdir:

Devam edecek…

Dinde kırk Esas (İmam-i Ğazali)

Allah-u Teâlâ hazretleri (c.c.) bizleri ve sizleri kaza ve Kader hakkında sağlam itikat üzere olan kulların yüzü suyu hürmetine günahlarımızı afv eylesin. Amin.

Fuad Yusufoğlu

Beyaz suyun siyah suyla karıştığı yer (Nusaybin)

Beşinci Esas: İrade- 11

Ve böylece, onlardan daha çok acayip ve muayyen miktarlarda takdir edilmiş hareketlerin hasıl olması da mümkündür. Ancak onların ilk ve birinci sebebi suyun bilinen mikdarla akmasıdır.

Bu tabloyu düşündüğün vakit anlarsın ki; Vakitleri bildiren o aleti yapan kimse üç şey’e muhtaç olur.

1-Tedbirdir. Bu istenen şeyin meydana gelmesi için alete ne gibi hareketlerin, sebeplerin ve araçların lazım ve gerekli olduğunu düşünmek ve karalaştırmaktır ki, O da hükümdür.

2-Esas olan bu aletlerin meydana getirilmesi ki,

Onlar da;

İçinde su bulunan silindir,suyun yüzeyine konulmak için içi boş bir kap, ona bağlı olan bir ip, İçinde küre bulunan bir zarf ve kürenin içine düşebilecek şekilde zarfın altına konan tastan ibarettir.
İşte bunların meydana getirilmesi de KAZA’dır.

3-Ölçülü, hesaplı ve muayyen bir hareketi meydana getirecek sebebin icad edilmesidir. O, sebep, aletin alt kısmında muayyen genişliği olan bir deliğin açılmasıdır ki, ondan su damladıkça bunda bir hareket hasıl olur.

Su akmasiyle bu hareketi yüzeyine iletir. Suyun yeüzeyi bu sebepten titreşir, bu titreşim suyun yüzeyinde bulunan içi boş kaba geçerek onu hareket ettirir.

Kabın titreşmesi neticesinde ona bağlı olan ip titreşir, Sonra içinde bulunan zarfa geçer zarfınhareketiyle de küre titreşir. Sonra küre düştüğü vakit tasa çarpar ve ondan tınlama sesi hasıl olur.

Sonra orada bulunanların uyanması ve duymaları meydana gelerek satın geçtiğini anlayıp onların namazları ve işleriyle meşgül olmaları için hareket etmelerini intaç eder.

Bunların hepsi sebeple takdir olunan ve bilinen bir miktarla olur ki, hepsi de suyun hareketi olan birinci hareketin miktarı ile takdir olunur. Hareket için bu aletlerin mutlaka lazım olan esaslar olduğunu ve hareketten meydana gelecek olan şey’in ntakdir olunması için hareket takdir eden kimsenin bulunmasının mutlaka gerekli olduğunu anladığın vakit Takdir olunmuş hadislerin eceli geldiği vakit yanı sebepleri hasıl olduğunda ne bir an önce ve ne bir an sonra tam zamanında meydana geleceğini ve bunların her birinin muayyen bir miktarla olduğunu anlarsın.

-“Şübhesiz ki Allah, emrini yerine getirendir. Allah her şey için bir ölçü(bir miktar)tayin etmiştir. Talak suresi Ayet: 3

Devam edecek…

Dinde kırk Esas (İmam-i Ğazali)

Allah-u Teâlâ hazreteleri (c.c.) bizleri ve sizleri Kaza ve kader hakkında sağlam itikad sahibi olan kullarından eylesin. Amin

Fuad Yusufğlu

Çağ-Çağ barajı (Nusaybin)

ALTINCI ESAS: İşitme-Görme

Yüce olan Allah (c.c.) işidici ve görücüdür. O görür ve işitir. Ne kadar gizli olursa olsun işitilen her şey, O’nun işitmesi dışında olamaz. Ve ne kadar ince olursa olsun görülen hiçbir şey onun görmesinden gaip kalmaz.

O’nun işitmesine uzaklık mani olamaz. Görmesini karanlık gideremez. Allah, göz bebeği ve kapakları (gibi görme organına lazım olan hususlar) olmadan görür.

O, kulaklar ve delikleri olmaksizin işitir. Nasıl ki, aletsiz olarak yarattığı, aletsiz olarak yakaladığı ve kalbsiz olarak bildiği gibi. Zira, Allah(c.c.) ın zatı mahlukatın zatına, sıfatı da yaratıkların sıfatlarına benzemez.

Devam edecek…

Dinde kırk Esas (İmam-i Ğazali)

Allah-u Teâlâ Hazretleri (c.c.) bizleri ve sizleri sağlam bir itikad üzere haşreylesin. Amin

Fuad Yusufoğlu

Beyaz su başı (Nusaybin)

Yedinci Esas: Kelâm

Allah(c.c.) mütekellimdir. Ezeli ve zâtî ile kaim olan kelâm ile emredici, nehyedici, v’ad edici ve günahkarlara azab vereceğini bildiricidir. Allah’ın zatı mahlukatın zatına benzemediği gibi, kelâmı da mahlukatın kelâm’ına benzemez. Onun kelâmı, havanın dalgalanması, cisimlerin birbirlerine çarpması ile meydana gelen sesle ve lisanın hareketi, dudakların kapanması ile hasıl olan harfle değildir.

Kur’an, Tevrat, İncil ve Zebur, Peygamberlerine gönderdiği kitablardır. Kur’an, diller ile okunmuş, Mushaflarda yazılmış ve kalblerde muhafaza edilmiştir.

Bununla beraber O, kadîm ve Allah’ın zati ile kaimdir. Kendisi ezberlemiş olan kalblere ve yazılmış yapraklara intikal etmekle asla ayrılığı kabul etmez.

Allah (c.c.) ın iyi kulları, zatını cevher ve şekilden renk ve arazdan münezzeh olarak gördükleri gibi Musa Aleyhis selam da harfsız ve sessiz olarak Allah (c.c.) ın kelâmını işitmiştir.

Allah (c.c.) bu sıfatları vardır. Allah mücerred zatı ile değildir, lakin, hayat sıfatı ile diridir. İlim sıfatı ile bilici, kudret sıfatı ile kadirdir. İrade sıfatı ile diler, sem’i sıfatı ile işitir, basar sıfatı ile görür ve kelâm sıfatı ile de konuşur.

Devam edecek…

Dinde kırk Esas (İmam-i Ğazali)

Allah-u Teâlâ hazreteleri (c.c.) bizleri ve sizleri Kaza ve kader hakkında sağlam itikad sahibi olan kullarından eylesin. Amin

Fuad Yusufğlu