‘İhlas’ olarak etiketlenmiş yazılar

dsc08374-8374b-o-r-r-r-r.JPG

Çağ-Çağ deresi -BOR- (Nusaybin)

İmamı şibli (Allah rahmet etsin) der ki:

-“İlk günlerimde, uyku bastığında gözüme tuz sürerdim. Durum daha ağırlaşınca sürmeliği kızartır gözüme sürerdim.”

İbrahim Hakim-i (r.a.) şöyle dediği rivayet edilir.

-“Babamı uyku bastığı zaman denize girer yüzerdi. Denizdeki balıklar da etrafında toplanıp onunla birlikte yüzerdi.”

Vehb İbni Münebbeh (r.a.) in Allah’a gece uykusunu kendinden kaldırması için dua ettiği ve kendisine kırk gün uyku gelmediği söylenir.

Hasan El Halac (r.a.) ise, topuğundan dizine kadar kendine on üç paranga vurup öylece her gün bin rekat namaz kılardı .

Cüneyd Bağdadi (k.s.) ise ilk günlerinde, çarşıya gelir dükkanını açar, içeri girip perdesini çekerek, dört yüz rek’at namaz kılar, sonra evine dönerdi.

Habeşi bin Davud (k.s.) kırk sene yatsı abdestiyle kuşluk namazını kılmıştır.

Müslüman;

Daima temiz ve abdestli olmalıdır. Her abdesti bozulduğunda abdest almalı ve iki rek’at namaz kılmalı. Her oturduğu yerde kıbleye karşı oturmaya gayret etmeli.
Kendisinin Resulüllah (a.s.v.) ın huzurunda oturduğunu, imkanı dahilinde düşünmeli, kendini murakabe altına almalı.Ta ki, işinde ve haraketlerinde sükunet ve vakâr bulunup, Resulüllah (a.s.v.)ın sünnetine muhalif harakette bulunmasın.

Mu’min;

Eza ve cefaya tahammül göstermeli, kötülüğe, kötülükle mukabele etmemeli. Kötülük yapanların ıslahı ve bağışlanması için Allah (c.c.) a yalvarmalı.

Nefsi ve ameli ile kendini beğenmemeğe düşmemeli. Çünkü ucüp şeytanın sıfatındandır. Kendini daima hakir görmeli.

Salih kimseleri ise hürmet ve ihtiramla karşılamalı. Salih olan kimselere hürmet etmeyi bilmeyen kimseye, Allah (c.c.) onların sohbetini haram kılar. Kim ibadet ve taatın büyüklüğü ve muhteremliğini bilmezse, Allah (c.c.) onun kalbinden ibadet ve tâat zevkini alır.

Fudayl bin iyad (k.s.) a sorulur ve denir ki:

-“Ey ebu Ali, kişi ne zaman salih olur?”

Fudayl (r.a.) şu cevabı verir:

-“Niyetinde nasihat, kalbinde korku, dilinde doğruluk, azalarında amel-i salıh bulunduğu zaman.”

Allah-u Teala (c.c.) Mi’raç ‘ta Resülu Ekrem (Sallallahu aleyhi vesselam) efendimize şöyle buyurur:

-“Ey Muhammed (a.s.) eğer insanların en fazla ver’a sahibi olanı olmak istersen, dünyada zahid, ahiret için de rağbetli ol.”

Resulü Ekrem (Sallallahu aleyhi vesselam) der ki:

-“Ey Allah’ım, dünyada nasıl zahid olayım?”

Cenabi hak (c.c.) buyurur:

-“Dünyada yiyeceğin, içeceğin ve giyeceğin kadarını al, gerisini terk et.Yarın için hiçbir şey sağlama. Benim zikrime devam et.”

Resulüllah (Selallahu aleyhi vesselam) buyurur:

-“Ey Rabbım, ben senin zikrine nasıl devam edeyim?”

Allah(c.c.) buyurur:

-“İnsanlarda uzaklaş, yalnız uzlette yaşa. Uykunu namazla geçir. Yemeğin açlık olsun.”

Resulüllah (a.s.v.) buyuruyor:

-“Dünyada zühd, kalbi ve bedeni rahatlaştırır. Dünya yı sevmek ve ona rağbet etmek de GAM VE KEDERİ ÇOĞALTIR. Dünya sevgisi her hatanın başıdır. Her hayır ve taatın başı ise dünyadan yüz çevirmek zühdü takvadır.”

Kalblerin Keşfi (İmam-ı Ğazali)

Allah-u Teala Hazretleri (c.c.) bizleri ve sizleri Dünya ya rağbet etmeyen ahreti için Daha çok çalışıp Say eden kullarından eylesin. Amin…

Fuad Yusufoğlu

dsc00011-cag-cag-baraji-fuadyusufoglu.JPG

Çağ-çağ barajı (Nusaybin)

Musa Aleyhisselam’ın, kendisine alışmış bir arkadaşı vardı. Bir gün arkadaşı Musa Aleyhisselam’a şöyle der:

-“Ey Musa (a.s.) Allah (c.c.) dua et, bana kendisini tam manasiyle bildirsin.”

Musa (a.s.), Allah (c.c.) a dua eder. Musa (a.s.) ın duası kabul olur. Bu bir arkadaşını vahşi hayvanlar içinde bulur ve hemen arkadaşını kaybeder. Bunun üzerine şöyle niyazda bulunur,

Musa Aleyhis selama:

-“Ey RABBIM, Kardeşim, kendisine alıştığım arkadaşım. Ben o onu kayıbettim”

Musa Aleyhisselam’a Allah (c.c.) tarafından şöyle nida gelir:

-“Ey Musa, Beni tam bilen kimse insanların arasına asla katılmaz.”

Haberlerde Şöyle varid olmuştur:

İsa (a.s.) ile Yahya (a.s.) her ne zaman çarşıya çıksalar, kendilerine bir kadın sataşırdı. Bir gün aynı hal vuku bulunca,Yahya (a.s.) şöyle der:

-“Allah (c.c.) a yemin ederim ki, o kadının sataşmasını his etmedim.”

Bunun üzerine İsa (a.s.) sorar:

-“Sübhanallah, vucudun benimledir. Fakat kalbin nerededir.”

Bu soruyu Yahya (a.s.) şöyle cevablandırır:

-“Ey teyzezadem, eğer kalbim bir lahza olsun Allah (c.c.) ın gayrina mutmain olsa, ben Allah (c.c.)ı tam bilmedim zanederim.”

Denilir ki;

Allah (c.c.) ı tam bilmenin doğruluğu, dünyadan tam uzaklaşmak.Yalnız Allah (c.c.) ile olmak ve Allah(c.c.) ın nurunu gördüğü zaman bayılacak şekilde muhabbet şarabından sarhoş olmakla olur.

Mükaşefetti-ül Kulub (İmam-i Ğazali)

Allah-u Teala hazretleri (c.c.) bizleri ve sizleri: Allah (c.c.) ı Tam bilen,Kavrayan ve idrak eden kullarından eylesin. AMİN…

Fuad Yusufoğlu

Girnavas şelalesi (Nusaybin)

Allah’u Teala (c.c.) buyuruyor ki:

-“De ki ‘Allah’a ve peygambere iman edin’ Eğer yüz çevirirlerse şüphesiz ki, Allah da o imansızları sevmez.”Ali-İmran 3/32

Yani: Allah (c.c.), kendisine ve peygamberine itaat etmekten, yüz çeviren imansızleri afvetmez. Onların tövbelerini kabul etmez.

Küfreden ve kibirlenmesinden dolayı Şeytan (Aleyhill’anet)ı afvetmediği gibi. Adem (a.s.) ı afvedip tövbesini kabul buyurdu.

Çünkü:

Adem (a.s.) günahını itiraf etmiş, pişman olup kendini kötülemişti. Adem (a.s.) ın işlediği şey her ne kadar hakkıkatta günah değilse de;

-“Çünkü Peygamberler ma’sumdurlar, onlardan günah asla sudur etmez. Doğru olan görüşe göre Peygamberler ne nübüvetten önce ve ne de nübüvvetten sonra günah işlemezler. Fakat görünürde günah suretinde olur.

Bunun için Adem (a.s.) ve Havva (r.a.) beraberce şöyle dua ettiler:

(Adem ile Havva) dediler ki:

-“Ey Rabbımız, kendimize yazık ettik. Eğer bizi bağışlamaz, bizi esirgemezsen her halde zarara uğrayanlardan olacağız.”El-A’raf-7/23

Adem (a.s.) günahına pişman oldu. Sur’atle tevbe etti. Allah-u Teala’nın:

-“Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin” Ez-Zümer-39/53 buyurduğu gibi Allah (c.c.) ın rahmetinden ümidini kesmedi.

Şeytan (aleyhill’anet) ise, günahını itiraf edip, Pişman olmadı. Kendi nefsini kötülemedi ve Allah (c.c.) ın rahmetinden ümidini kesti. Kibirlendi, sur’atla tevbe etmedi.

İBLİS gibi hakaret edenin tevbesi kabul olunmaz. Kimin halı Adem (a.s.) ın halı gibi olursa onun tevbesi kabul olur. Çünkü Şehevi isteklerinden ileri gelen her günahın tevbesi kabul olunması ümid edilir.

Kibiren ileri gelen her günahın tevbesi ise kabul olunması ümid edilmez. Adem (a.s.) günahı şehevi arzu ve isteklerden ileri gelmiştir. Şeytanın günahı ise KİBİRDEN ileri gelmiştir.

Rivayet edilir ki, İblis Musa (a.s.) gelerek şöyle der:

-“Allah (c.c.) seni seçerek Peygamber yaptı ve seninle konuştu.”

Musa (a.s.):

-“Evet, ne istiyorsun, ey kişi ve sen kimsin?”

Şeytan (Aleyhil’lanet):

-“Ey Musa (a.s.) Rabbına ‘Yarattıklarından birisi sana tövbe etmek istiyor ‘ diye söyle”

Bunun üzerine Allah (c.c.) Musa (a.s.) a vahy eder ve şöyle buyurur:

-“Ey Musa Ona ‘ben dilediğini kabul ettim’de. Ey Musa (a.s.) Adem (a.s.) kabrina secde etmesini emret. Eğer onun kabrina secde ederse ben onun tevbesini kabul eder, onu bağışlarım”

Allah (c.c.) ın bu emrini Musa Aleyhisselam şeytan (Aleyhil’lanet) a bildirir.

FAKAT

Şeytan (aleyhil’lanet ) öfkelenerek kibirlenir ve Musa (a.s.) şöyle der:

-“Ey Musa: ben ona cennete secde etmedim. O diri iken secde etmedim, Ölü olduğu halde ben ona nasıl secde ederim.”

Rivayet edilir ki;

Cehennemde şeytanın azabı şiddetlenince ona şöyle denir:

-“Allah (c.c.) ın azabını nasıl buldun?”

Şeytan (Alayhil’lanet):

-“Çok şiddetli “der.

Kendisine denilir:

-“Adem (Aleyhisselam) cennet bahçelerindedir. Ona secde et,Ta ki bağışlanasın.”

Şeytan Adem (a.s.) a secde etmekten kaçınır. Bunun üzerine cehennem ehlinin çektiği azabın yetmiş bin kat fazlası kadar ona azap verilip azabı şiddetlidir.

Şöyle bir hadis rivayet edilir:

-“Allah (c.c.) her yüz bin senede bir şeytanı cehenemden çıkarır. Adem (a.s.) ı da cennetten çıkarır. Şeytan (Aleyhil’lanet) a: Adem (a.s.) a Secde etmesini emreder. Şeytan Adem (a.s.) secde etmekten kaçınır. Etmez. Bunun üzerine Allah(c.c.) onu tekrar cehenneme sokar.

Ey Kardeşlerim:

Şeytanın şerinden kurtulmak isterseniz Allah (c.c.) a sığının ve O’ndan yardım taleb edin.

Kiyamet olduğu zaman, ateşten bir kürsü yapılır. Şeytan (aleyhil’lanet) kürsünün üzerine oturur. Şeytanlar ve bütün kafirler etrafında toplanırlar. Eşşeğin anırması gibi sesi olan şeytan (Aleyhil’lanet) şöyle der:

-“Ey cehennem halkı bugün Rabbınızın Va’dını nasıl buldunuz?

Topluluk:

-“Hak ve gerçek “derler.

Sonra iblis:

-“İşte bugün rahmetten ümidimi kestiğim gündür” der.

Kalblerin Keşfi (İmam-i Ğazali)

Allah’u Teala Hazretleri (c.c.) bizleri ve sizleri Şeytan( Aleyhil’lanet) Şerrinden MUHAFEZE eylesin. AMİN….

Fuad Yusufoğlu

Kendi nefsini bilmek

29 Haziran 2008

dsc019251-beyaz-su-fuadyusufoglu.jpg

Dikke (Navala sipi )

Kendi nefsini bilmek

Bil ki,

Allahu Teala’yı (c.c.) tanımanın anahtarı, kişinin kendini tanıyıp bilmesidir.

Bu yüzdendir ki,

Resulullah aleyhis selatu veselam şöyle buyurulmuştur:

-“Nefsini (kendi hakıkatini) bilip tanıyan. Rabını tanır.”

Bu mevzuda Cenab-i Hak şöyle buyurmuştur:

-“Pek yakında onlara dışlarında ve kendi nefislerinde ayetlerimizi (kudretimizin ve varlığımızın belgelerini) göstereceğiz.Ta ki (Peygamberin söylediğinin) hak olduğunu anlasınlar.”Fussilet :53

Hülasa sana senden yakın hiç bir şey yoktur. Kendini bilmezsen, başkasını nasıl bilirsin? Kendimi biliyorum, tanıyorum diyorsan yanılıyorsun. Zira böyle bilmek, hakkı tanımanın anahtarı olamaz.

Hayvanlar da kendilerinden bu kadar bilir. Sen kendinden başın, yüzün, elin, ayağın, etin ve deriden fazla bir şey bilmiyorsun. Batından ise, bildiğin acıktığın zaman yemen, kızdığın zaman bir kimseye saldırman, şehvetin galebe çaldığı zaman hanımına yaklaşmandan fazla bir şey değildir.

Bu hususlarda, bütün hayvanlar seninle aynıdır. O halde senin, hakıkatını araman lazımdır.
Sen nesin, nereden gelmişsin, nereye gideceksin, bu dünyaya ne yapmak için geldin, seni niçin yarattılar, saadettin nedir, nededir; Şakiliğin , ziyanın nedir, nededir?

Senin batınında toplanan sıfatların bir kısmı umum hayvanlara, bir kısmı yırtıcı hayvanlara, bir kısmı şeytanlara ve bir kısmı da meleklere mahsus sıfatlardır. Sen bunlardan hangısindensin? Cevherinin hakikati hangisidir? Hangileri ariyettir (tekrar alınmak üzere sana verilmiştir?) Bunu bilmezsen, saadetini arayamazsın. Çünkü her birinin gıdası ayrı, saadeti başkadır.

Hayvanın gıdası ve saadeti yemek, uyumak ve çiftleşmektir. Eğer hayvan isen, gece – gündüz mideni doldurman ve çiftleşme yollarını ara. Yırtıcı hayvanların gıdası ve saadeti yırtmak, parçalamak, öldürmek ve saldırmaktır.

Şeytanın gıdası ise kötülük, aldatmak ve hile yapmaktır. Eğer onlardan isen, kendi rahat ve iyiliğine kavuşman için, onların yaptıklarını sen de yap!.

Meleklerin gıdası ve saadeti Allah-u Teala (c.c.) nın cemalını müşahadedir. Hırs tasallut, hayvan ve yırtıcı hayvan sıfatları melekliğe çıkan yol değildir.

Eğer sen aslında melek cevheri isen, Allah-u Teala (c.c.) yı tanımaya uğraş ve kendini o cemala, o cemalı müşahade edecek hale getir. Kendini şehvet ve gazab elinden kurtar ve bu hayvan ve canavar sıfatlarının sende niçin yaratıldığını anlamaya çalış.

Onlar, seni kendilerine esir etmek, kendi hizmetlerinde çalıştırmak , gece-gündüz bedava hizmet ettirmek için mi yaratılmışlardır? Yoksa , senin onları esir etmen, ilerde vaki olacak yolculukta onları kendi emrine alman, birinden binek hayvanı, diğerinden silah yapman için mi yaratıldılar?

Bu dünyada kaldığın birkaç gün içinde onlardan faydalan. Ancak böylece kendi saadet tohumunu elde edebilirsin. Saadet tohumunu elde ettikten sonra, onları ayaklarının altına al ve yüzünü saadetinin bulunduğu tarafa çevir. Orası havas (seçilmiş kullar) için Allah-u Teala(c.c.)nın zatı, avam için CENNET diye ta’bir olunur.

O halde bu manaların hepsini bilmen lazımdır. Böylece kendinden az bir şey bilmiş olursun. Bunları bilmeyenin dinden nasibi, suret ve görünüştür. Dinin hakikatinden, özünden haberi yoktur.

Kendini tanımak, bilmek istersen, iki şeyden yaratılmış olduğunu bilmelisin. Bir zahiri kalıb, buna BEDEN derler. Göz ile görülebilir.

Diğeri batın manasındadır. Ona NEFS derler, RUH derler, ve KALB derler. Bu ancak HAKIKAT GÖZÜ İLE BİLİNİR. Baş gözü ile görülmez.

Senin hakikatin, aslın, bu batın manasındadır. Ondan gayrisi ona tabidir. Onun askeri ve hizmetçisidir. Biz bu manaya KALB ismini vereceğiz. Kalb dediğimiz zaman biliniz ki, bazen RUH dedikleri, bazen NEFS dedikleri, insanın hakikatini demek istiyoruz. Kalb demekle, göğsün sol tarafına yerleştirilmiş olan et parçası (yani yüreği) kasdetmiyoruz. Onun bir kiymeti yoktur. Hayvanlarda da ölülerde de vardır. Baş gözü ile görülebilir. Baş gözü ile görülen her şey, bu alemden olup bunlara ALEM-İ ŞEHADET denir.

Devam Edecek….

Ebu Hamid Muhammed bin Muhammed Ğazali: (Kimya-yı Saadet)

Allah(c.c.) Bizleri ve sizleri Kendisini bilen Ve ona göre Davranan insanlardan eylesin. AMİN…

Fuad Yusufoğlu

Kendi nefsini bilmek- 2

29 Haziran 2008

dsc063391-girnavas-selalesi-fuadyusufoglu.jpg

Girnavas (Cin tepesi) mevki-i

Kendi nefsini bilmek- 2

Kalbin hakıkatı bu alemden değildir. Bu aleme garip olarak gelmiştir. Yolcu gibi gelmiştir. Görünen et parçası (yürek ) onun taşıyıcısı ve aletidir. Bedenin tüm uzuvları, onun askeridir. Bütün bedenin PADİŞAHI Odur.

Hak teala (c.c.) yı tanımak, O’nun cemalıni müşahede etmak, onun sıfatıdır.Teklif ona olmaktadır. Hitab onadır.’İtab ve ‘ikab onadır. Asıl saadet ve şakaavet onun içindir. Beden, bütün bunlarda ona uymakadır. Onun hakikatini bilmek, sıfatlarını tanımak, Allah-u Teala (c.c.) yı tanımanın, bilmenin anahtarıdır.

Onu bilmeye çok uğraş ki, o çok yüksek bir CEVHERDİR. Melekler cevherindendir. Onun asıl madeni, Allah-u Teala (c.c.) hazretleridir. Oradan gelmiştir, tekrar oraya dönecektir. Buraya gurbete gelmiştir. TİCARET VE TOHUMU EKMEK İÇİN GELMİŞTİR. O halde bu manadaki ticaret ve ziraati bilmelisin.

Varlığı bilinmeyince, kalbın hakikati anlaşılamaz. O halde hakikatinin ne olduğunu, sonra askerini, sonra bu asker ile olan bağlılığını, sonra sıfatlarını bilmek lazımdır. Sıfatları bilinirse, Allah-u Teala (c.c) nın bilinmesinin nasıl hasıl olduğu, kendi saadetine nasıl ulaştığı bilinir. Bunların her birine ayrı ayrı işaret edeceğiz.

Kalbin varlığı aşikardır. Zira, insanın kendi varlığında şüphesi yoktur. İnsanın varlığı bu kalıbı ile değildir. Bu kalıp, ölüde de vardır, fakat ruhunda yoktur.

Biz kalp demekle, ruhun hakikatini kast ediyoruz. Bu ruh olmazsa, beden temiz olamaz. Gözünü kapayıp kalıbını, gözleri, yerleri ve gözle görülebilen her şeyi unut sa da kendi varlığını zaruri olarak bilir. Her ne kadar kalıbından, yerden, gökten ve göklerde olanlardan haberi olmasa da, kendinden haberi olur.

Bu hususta dikkatli düşünen bir kimse, ahiretin hakikatinden bir şeyler anlar ve yine anlar ki, bu bedeni ondan alırlar; o ise bir yerde kalır, yok olmaz.

Ruhun hakikatinin mahiyetini, ona mahsus sıfatların neler olduğunu bildirmeye dinimiz müsaade etmiyor. Bunun için Allah’ın Resulü (a.s.v.) bunu açıklamadı. Nitekim, Allah’u Teala Peygamberimiz (a.s.v.) e buyurdu:

-“Ve, sana ruhdan sorarlar. Onlara de ki, ruh Rabbimin emrindedir” 17- isra: 85.

Bunun fazlasını söylemeye izin yoktur. Ruh, Allah’u tealaya ait şeylerdendir ve alem-i emirdendir. O alemden gelmiştir.

-“Biliniz ki, halk [yaratma] ve emir onundur.” Buyruldu. 7- A’raf: 54

Alemi halk başkadır, Alemi emr başkadır. Ölçülebilen, sayılabilen ve boyutları olan her şey’e ALEM-İ HALK denir. Halk kelimesinin lügatta asıl manası ölçkmektir. Halbuki insanın kalbinin ölçüsü ve sayısı olmaz.

Bunun içindir ki, bölünmeyi kabul etmez. Eğer bölünebilseydi, bir tarafında bir şeyi bilmemek diğer tarafında aynı şeyi bilmek caiz olurdu. Böylece, bir anda hem alim, hem de cahil olmuş olurdu. Bu ise imkansızdır! Bölünme ve ölçü kendisine yanaşmadığı halde, bu ruh, mahluktur. Yaratıktır.

Takdir yaratmak manasına geldiği gibi halk kelimesi de yaratmak manasına gelir. O halde bu manada yaratıktır. Diğer manada ise, alemi emirdendir. Çünkü alem-i Emirdeki şeyler, boyut ve ölçü kabul etmez.

Devam Edecek…

Kimya-yi Saadet (İmam-i Ğazali)

Allah-u Teala Hazretleri bizleri ve sizleri Sağlam bir ittikatla Ahsen-i Akibet üzere sabit eylesin. Bu dünyadan Kelime-i Tevhid üzere ahirete intikal etmeği KENDİ RAHMETİYLE İHSAN eylesin. AMİN…

Fuad Yusufoğlu

Kendi nefsini bilmek- 3

29 Haziran 2008

dsc00030-cag-cag-baraji-fuadyusufoglu.JPG

Kasyane (Navale sipi)

Kendi nefsini bilmek- 3

O halde,

Ruha kadim (ezeli) diyenler yanılıyor. A’raz (sıfat) diyenler de yanılıyor. Çünkü A’RAZIN KIYAMI KENDİ İLE DEĞİL,TABİ OLMA ŞEKLİNDEDİR.

Ruh ise, insanın aslıdır. Bütün kalıp ona uymaktadır. Nasıl a’raz olabilir? Ruha cisimdir diyenler de yanılıyor. Zira cisim de, bölünebilir. Ruh ise bölünemez. Ama başka bir şey daha vardır ki, ona da ruh (can) derler. O bölünebilir. Belki o hayvanların ruhu olabilir.

Fakat bizim kalb dediğimiz ruh, Allah-u Teala (c.c.) yı tanımak, bilmek yeridir. Hayvanlarda bu yoktur. Bu ne cisim ne a’razdır. Belki melek cevherlerinden bir cevherdir. Onun hakikatini bilmek zordur. Onu şerh etmeye, uzun anlatmaya da izin yoktur. Başlangıçta bunu bilmeye hacet de yoktur.

Başlangıçta tutulacak din yolu mücahededir. Bir kimse şartlarına uyarak mücahede yaparsa, bu marifet kendiliğinden hasıl olur. Kimseden dinlemesine lüzüm kalmaz. Bu marifet Allah-u Teala (c.c.)nın buyurduğu şu hidayet cümlesindendir:

-“Rızamızı isteyip, zahir ve batın düşmanlarla cihad edenlere cennetlerimize kavuşma yollarını hidayet ederiz.” 29-Ankebut:69

Mücahedesini henüz tamamlamayanla, ruhun hakikati hakkında konuşmak doğru olmaz. Fakat mücahededen önce kalbin askerini bilmek lazımdır. Zira kalb askerini tanımayan, (nefsiyle) cihad edemez.

Beden kalbın ülkesidir. Bu ülkede kalbin çeşit çeşit askerleri vardır. Ayeti Kerimede,

-“Senin Rabbının askerlerni, Ondan başkası bilmez” 74-Müddessir:31. buyuruldu.

Kalb ahiret için yaratılmıştır. Onun işi saadeti aramaktır. Allah-u Teala (c.c.) yı tanımak, bilmek ise, Allah-u Teala (c.c.) nın yarattıklarını bilmekle ele geçer. Bu da bütün alemdir. Alemdeki acayip şeyleri tanımak, ona hisler (duygular) yoluyla gelir. Bu hisler ise, beden ile varlıkta durmaktadır.

O HALDE, MARİFET (tanımak) ONUN AVIDIR. Hisler de onun tuzağıdır. Beden binek hayvanıdır. Ve onun tuzağının taşıyıcısıdır.

Bunun için, onun bedene ihtiyacı vardır. Beden sudan, topraktan, sıcaklıktan ve rutübetten mürekkebtir. Bu yüzden zaif ve muhtaçtır. Helak olmasından korkulur.

İçerden, acıkma ve susama; dışarıden, ateş, su düşmanlar ile canavarların ve başka şeylerin kendini öldürmek istemeleri sebebiyle korkudadır. Açlık ve susama sebebiyle yemek ve içmek ister. Bunun için iki askere muhtaçtır. Biri zahirde, el ayak, ağız, diş mide gibi.

Diğeri batında, yemek ve içmek isteği gibi. DIŞARDEKİ DÜŞMANLARDAN KORUNMASI İÇİN İKİ ASKERE MUHTAÇTIR. Biri zahirde, el ayak silah gibi. Diğeri batında, hışım ve gazab gibi.

Görmediği gıdayı istemesi ve görmediği düşmanı defetmesi mümkün olmadığına göre, idrak etmeye, anlamaya ihtiyacı vardır. Bir kısmı zahirdedir. Beş duyu organı olan göz, burun, kulak, dil ve el gibi. Bir kısmı da batındadır.

Onlar da beştir.Ve yeri dimağdır:

Hayal kuvveti,
Düşünme kuvveti,
Ezberleme kuvveti,
Hatırlama kuvveti ve vehim kuvvetidir.

Bu kuvvetlerden her birinin HUSUSİ işleri vardır. Bir tanesine zarar
gelirse insanın işi, dünyada da ahrette de aksar.

Bu dışteki ve içteki askerler, KALBİN EMRİNDEDİRLER. Kalb ise hepsinin AMİRİ VE PADİŞAHIDIR.

Dile emir verince hemen konuşur.
Ele emredince tutar.
Ayağa emredince yürür.
Göze emredince bakar.
Düşünce kuvvetine emr verince, düşünür.
Hepsini onun isteğine ve emrine vermişlerdir. Böylece bedeni muhafeze ederler.

Bu, azığını alıncaya, avını elde edinceye, ahiret ticaretini bitirinceye ve kendi saadet tohumunu ekinceye kadar devam eder. Bu askerlerin Kalbe itaat etmesi, meleklerin Allah-uTaala (c.c.) ya itaat etmesine benzer ki, hiçbir emrine muhalefet edemezler. Hatta yaratılış icabi olarak ve isteyerek, emir olunanı

Kalbin askerlerini uzun uzun anlatmak çok sürer. Maksadı bir misal ile sana bildireyim: Beden bir şehre benzer.

Devam edecek…..

Kimya-yi Saadet (İmam-i Ğazali)

Allah(c.c.) bizleri ve sizleri Kalb’ını islaha çalışan, çaba sarf eden ve Allah (c.c.) yolunda ömrünü harcayan kullarından eylesin.Amin….

Fuad Yusufoğlu

Zühd’ün fazileti

14 Temmuz 2008

dsc08860-fuadyusufoglu-girnavas.JPG

Girnavas Mevki-i (Nusaybin)

Dünyanın kötülüğü, alçaklığı hakkındeki söylediklerimiz buna delildir. Fakat dünya sevgisi helake, düşmanlığı ise saadete götürür. Şimdi Dünyayı sevmemek hakkında bildirilen haberleri anlatalım.

Zühdün en muazzam övülüşü, Kur’an-i kerimde ilim sahiplerine izafe edilmesidir.

Karun gayet şaşaalı bir şekilde maiyetiyle sokağa çıktığı zaman herkes,

-“Keşke onun yerinde olsaydık.” Derdi.

-“İlim sahibi olanlar ahiret sevabı bundan iyidir dediler.” Kasas Suresi Ayet 80.

Bunun için demişlerdir ki, dünyada kırk gün zahid olanın kalbine hikmet çeşmesi açılır.

Resulüllah (Sallallahu aleyhi ve selem) buyurdu:

-“Allah-u Teâla (c.c.) nın seni sevmesini istiyorsan, dünyada zahid ol.”

Haris’e (Radiyallahu anh) Resulullah(a.s.v.) a:

-“Ben hak mü’minim.” Dediği zaman

Resulullah (Sallallahu aleyhi ve selem):

-“Bunun alameti nedir?” buyurdu.

Haris’e (r.a.) cevabında:

-“Nefsim öyle zahid’dir ki, altun ve taş bana göre aynıdır. Sanki cennet ve cehenneme bakıyorum.” Dedi.

Resulüllah (Sallallahu aleyhi ve selem):

-“İyi muhafaze et, lazım olanı buldun.”Buyurdu.

Sonra (a.s.v.):

-“Bu kalbini Allah-u Tela(c.c.) nın nurlandırdığı bir kalbdır.”buyurdu.

-“Allah-u Teala (c.c.) hidayet vermek istediği kimsenin sinesini İslam için ferah ve geniş eyler.” En’am Suresi Ayet 125 Ayeti kerime geldiği zaman:

-“Ya Resulullah (a.s.v.), bu ferahlık ve genişlik nedir? “ dediler.

Resulullah (a.s.v.) buyurdu ki:

-“Öyle bir nurdur ki, kalbe düşer ve sine onunla ferah ve geniş olur.”
-“Bunun alameti nedir?” dediklerinde:

Resulüllah (a.s.v.):

-“Kalb bu yalancı ve aldatıcı dünyadan kaçar, yüzünü ebedi olan aleme çevirir ve ölmeden evvel ölüm hazırlığı yapar.”Buyurdu.

Resulüllah (a.s.v.) yine buyurdu:

-“Allah-u Teâla (c.c.) dan gerektiği şekilde utanınız.”

-“Utanmıyor muyuz? “dediklerinde.

Resulullah (a.s.v.):

-“Peki, yiyemiyeceğiniz kadar mal niçin toplıyorsunuz? Ve niçin onda oturamıyacağınız binalar yapıyorsunuz?” buyurdu.

Resulüllah (a.s.v.) buyurdu:

-“Allah-u Teeala (c.c.) nın sizi sevmesini istiyoranız, dünyadan el çekiniz.”

Ömer (Radiyallahu anh) buyurdu ki:

-“Dünyada zühd hem kalp, hem beden rahatlığıdır.”

İbni Mes’ud (r.a.) buyuruyor ki;

-“Zahidin iki rekat namazı, müctehidlerin ömrünün sonuna kadar olan ibadetlerinden faziletlidir.”

Sehli Tüsteri (r.a.) buyuruyor ki;

-“Amelin ihlas’la olması dört şeyden korkmadığın zaman mümkündür. Açlık’tan, çıplaklıktan, fakirlikten ve hakirlikten.”

Kimya-yı Saadet (İmam-i Ğazali)

Allah-u Teala Hazretleri (c.c.) bizleri ve sizleri İhlasla ibadet eden kullarından eylesin. AMİN…

Fuad Yusufoğlu

dsc08375bor21.jpg

Bor-e Gündük (Çağ-Çağ deresi)

Büyükler demişlerdir ki;

İhlas’la geçen bir saat, ebedi kurtuluştur. İhlas çok aziz dir.

Demişlerdir ki:

İlim tohumdur,
Amel bitkidir,
İhlas ise onun suyudur.

Rivayet edilir ki;

Salihlerden biri, bir topluluğa uğrar. Bakar ki; doktorun biri hastalık ve ilaçtan bahsediyor.

Salih adam:

Bunun üzerine doktora sorar:

“-Ey vucudları tedavi eden, kalbleri de tedavi edebiliyor musun?”

Doktor şu cevabı verir:

“-Evet tedavi ediyorum. Kalbin hastalığını bana anlat.”

Salih adam:

“-Kalbi fısk-u fucur ile günahlar karartı.”

Doktor cevab olarak şöyle der:

“-Onun ilacı, Allah’a tezarru, istiğfarde bulunup gece gündüz, zari zar ağlamak ve aziz ve Ğaffar olan Allah (c.c.) a ibadet etmeye koşmak, mutlak mülk sahibi olan Allah (c.c.) a bağışlanması için yalvarmaktır. İşte bu Kalblerin tedavisidir. Şifa ise Allem-ül ğuyub olan Allah (c.c.) tandır.”

Bunun üzerine Salih adam, çığlık attı ve ağlayarak gitti.

Gitmeden doktora şöyle demeği ihmal etmedi:

“-Sen ne güzel doktorsun. Kalbimin ilacını buldun.”

Doktor şu karşılıkta bulundu:

-İşte bu, tevbe edip, sevab işlemeye yönelenin kalbının tedavisidir.”

Kalblerin Keşfi (İmam-i Ğazali)

Allah (c.c.) bizleri ve sizleri Kalbın hastalığı olan Fısk-u fücur den sakınmayı ve kalbin ilacı olanTevbe-i Nessuh ile amel etmeyi İhsan eylesın. AMİN…

Fuad Yusufoğlu

Şehidilharameyn’de (Tel İrfan) güneşin batışı (Suriye)

Şakik-i Belhi (Radiyallah-u anh) 2

Hazreti Şakik (r.a.);

-“Kendi kusurlarım sebebiyle bu Mecusi Müslüman olmadı. Sözüm Te’sir etmedi.” Diyerek, tevbe ve istiğfar eyledi.

Hatta, kusur ve günahlarının affi için ağladı, çok göz yaşı döktü. Uzun yıllar ilim öğrendi. Büyük alimler arasına girdi. Allah-u Teâlâ(c.c.) nın katında sevilen kimselerden oldu.

Aradan uzun yıllar geçmişti. Bir gün talebeleriyle yine o Mecusilerin tapındığı yere geldiler.

Talebelerine,

-“Gelin Mecusileri görelim de onlar gibi olmadığımız için Allah-u Teâlâ (c.c.) ya şükr edelim.” Buyurdu.
İçeri girdiklerinde ihtiyar bir mecusinin ateşe tapınmakta olduğunu gördüler.

Şakik-i Belhi (r.a.) ona;

-“Niçin Müslüman olmuyorsun? Güzel simalı bir ihtiyarsın.” Deyince,

İhtiyar:

-“Bana İslami anlat.” Dedi.

Hazreti Şekik-i Belhi (r.a.) ona İslamiyeti anlattı, oda Müslüman oldu. Beraberca dışarı çıktılar.

Giderken Hazreti Şekik-i Belhi (r.a.) yeni Müslüman olan ihtiyara:

-“Filan tarihte, mecusilerin bu tapınağında bir genç vardı. Şimdi ne haldedir?” diye sordu.

İhtiyar:

-“İşte ben o gencim.” Dedi.

Hazreti Şakik –i Belhi (r.a.) çok hayret etti ve:

-“Sana o zaman Müslümanlığı anlattım, Müslüman olmanı teklif ettim, kabul etmedin. Şimdi Müslümanlığı anlattım, hemen Müslüman oldun. Hikmeti nedir?” diye sordu.

İhtiyar bunu şöyle cevablandırdı:

-“O zaman senin sözün bana te’sir etmedi. Şimdi ise o kadar nur’lusun ki, benim pislik ve zulmetimi giderip temizledin. Allah-u Teâlâ (c.c.) senin nurunu artırsın.” Dedi.

Oradakiler:

-“Amin.” Dediler.

Bir gün yolda bir gayri Müslim Şakik-i Belhi (r.a.) ye dedi ki;

-“Bir kimse, kendisine rızık verdiği için Allah-u teâlâ (c.c.) ya iman ve ibadet ederse, o kimsenin bu yaptığı yalancılıktır.”

Şakik-i Belhi (r.a.) bunu duyunca yanındekilere;

-“Bu kimsenin söylediği sözü bir yere yazınız.” Buyurdu.

O gayri Müslim dedi ki;

-“Nasıl olur, senin gibi yüksek bir zat, benim gibi birinin söylediği sözü kayd eder mi?”

Hazreti Şakik-i Belhi (r.a.) buyurdu ki:

-“Evet, biz kim olursa olsun doğruyu söyleyen kimsenin sözünü alır, kabûl ederiz. Peygamberimiz fenedimiz Sallallah-u Aleyhi ve selem buyuruyor ki;

‘Hikmet, mü’minin gayb ettiği malıdır. Nerede bulursa alsın.”

Bu sözleri karşısında hayrette kalan gayr-i Müslim:

-“Bana İslamiyeti anlat. Ben de Müslüman olacağım. Senin dinin hak dindir. Tevâzu ve hakkı kabul etmeyi emrtemektedir.” Dedi ve Müslüman oldu.

Zengin olan zatlardan birisi, Hazreti Şekik-i Belhi (r.a.) ye dedi ki;

-“Ben senin ihtiyaclarını kendi malımdan karşılayayım.”

Şakik-i Belhi (r.a.) buyurdu ki;

-“Kabul ediyorum, ama şu şartla, bana verdiklerinden dolayı hazinende nokanlaşma olursa, malların hırsızlar tarafından çalınıp telef olursa, -Olur ya – bir gün bu niyetinden ayrılıp bana nafaka vermekten vazgeçersen, bende bir kabahat görüp vermekte olduğun nafakayı kesersen ve ömrün bitip ölürsen ve ben da nafakasız kalırsam ne olacak? Bütün bunların olmıyacağına dair bana bir teminat verebilirsen teklifini kabul edeyim.”

-“Halbu ki, benim rızkımı öyle bir zat veriyor ki, bütün mahlukların rızklarını verdiği halde hazinelerine zarar verme durumu yoktur. Bu kadar günahlarımız olduğu ve en ince teferuatına kadar bütün yaptıklarımızı bildiği halde ihsan-i ve merhameti o kadar boldur ki, kimsenin rızkını kesmiyor. Sonra onun için ölüm diye bir şey yoktur. Böyle bir zât rızkıma kefil olmuş iken başkasından bir şey beklemekliğim kulluğuma yakışır mı?”

-“Her türlü ayıb ve kusurlardan uzak olan böyle bir zâtı bırakıp da, kendim gibi aciz olan bir kula el açarsam Rabbım gücenmez mi ve böyle yapan kimselerin ne kadar zavallı ve akılsız oldukları meydanda değil midir?”

Bunun üzerine o zengin kimse bir şey diyemedi.

Devam edecek…

İslâm âlimleri ansiklopedisi

Allah-u Teâlâ hazretleri (c.c.) bizleri ve sizleri Şakik-i Belhi (Radiyallah-u anh) nin hürmetine günahlarımızı afv eylesin. Amin…

Fuad Yusufoglu

Bahçe başı (Baverne) köyü -Nusaybin-

Şakik-i Belhi (Radiyallah-u anh)- 4

Hazreti Şakik-i Belhi (r.a.) buyurdu ki:

-“Düşün ki çölün ortasında kaldın, susuzluktan ölmek üzeresin. Birisi getirip bir içim su satsa bu suyu kaça alırsın?”

Harun Reşid de:

-“Ne kadar istiyorsa ona verir, suyu satın alırım.” Dedi

Hazreti Şakik-i Belhi (r.a.) buyurdu ki:

-“Elinde su bulunan kimse, bu suya mukabil senden servetinin yarısını istese, yina razı olurmusun.”

Harun Reşid:

-“Evet Razı olurum.” Dedi.

Hazreti Şakik (r.a.) buyurdu ki:

Düşün ki servetinin yarısını verip satın aldığın suyu içtin. Bir zaman geçince bu suyu dışarı atmak ihtiyacını duydun, fakat idrar yapamadın Öyle ki ölecek hâle geldin. Birisi çıkıp dese ki, ben senin bu sıkıntından kurtulmana sebeb olurum, lakin bana mukabil olarak mülkünün öbür yarısını isterim, dese ne yaparsın?”

Harun Reşid :

-“Elbette razı olurum. Ben o sıkıntıda iken servetimin ne ma’nâsı var?” dedi.

Bunun üzerine Şakik-i Belhi (r.a.) buyurdu ki;

-“O halde önce içtiğin sonra idrar yoluyla dışarıya attığın bir içim su kıymetinde bile olmayan şu servetine sakın güvenme. Bir kimseye karşı bununla öğünme.”

Bu nasıhatlardan sonra Harun Reşid çok ağladı. Hazreti Şakik-i Belhi (r.a.) yi çok hürmet ve saygı ile uğurladı.

Şakik-i Belhi (r.a.), Mekkeye gitti. Orada çok kimseler etrafında toplanır, sohbetlerinden ve nasihatlerinden istifade ederlerdi.

Birisine dedi ki;

-“Geçimini nasıl temin ediyorsun? Bir şey bulamazsan ne yapıyorsun?”

O kimse dedi ki:

-“Bir şey bulursam şükrediyorum, bulamazsam sabrediyorum.”

Hazreti Şakik (r.a.):

-“Belh şehrinin köpekleri de böyledir. Buldukları zaman, sevinirler. Bulamazlara bekleyip sabrederler.” Buyurdu.

O kimse dedi ki;

-“Peki bu hususta sizin yaptığınız nedir?”

Cevabında Şakik (r.a.):

-“Elimize bir şey geçerse, başkalarını kendimize tercih eder, başkalarına veririz. Geçmezse şükrederiz.”

Bunun üzerine o kimse Şakik-i Belhi (r.a.) hazretlerine sarıldı ve:

-“Vallahi sen büyük bir zatsın.” Dedi.

Hacden dönüp Bağdad’a geldiğinde va’z vermeye başladı. Hep, Allah-u Teâlâ (c.c.) ya tevekkül etmenin lüzumunu anlatırdı.

Birisi gelip, kendinse;

-“Hacca gitmek istiyorum.” Deyince

Şakik (r.a.) o kimseye:

-“Yol harçlığın nedir?” diye sordu.

O kimse:

-“Allah-u Teâlâ (c.c.) nın benim için takdir ettiği rızkın mutlaka bana ulaşacağını, bu rızkı başkalarının alamıyacağını, Allah-u Teâlâ (c.c.) nın takdirinin her zaman benimle beraber olduğunu, hangi halde ve durumda bulunursam bulunayım, Allah-u Teâlâ’nın benim durumumu benden daha iyi bilmekte olduğunu bilirim.” Dedi.

Bunun üzerine Şakik-i Belhi (r.a.):

-“Çok güzel, ne güzel yol harçlığın var. Tevekkül böyle olmalı. Güle güle git kardeşim. Yolun açık olsun.” Buyurdu.

Devam edecek..

İslâm âlimleri ansiklopedisi

Allah-u Teâlâ hazretleri (c.c.) bizleri ve sizleri dünya hayatından ibret alıp tevbe eden salıh kulların yüzü suyu hürmetine günahlarımızı afv eylesin. Amin.
Fuad Yusufoğlu