‘Ubeydullah-i Ahrâr (Radiyallah-u anhu) Allahın veli kulları’ olarak etiketlenmiş yazılar

Ubeydullah-i Ahrâr (Radiyallah-u anhu) – 4

-“ Taşkent’in bütün mezarlarını dolaşamaya adet edindim. Mezarlar birbirinden uzak yerlerde idi. Bir gecede hepsini dolaştığım oluyordu. Bu sırada henüz bâliğ olmuştum. Ev halkı benim geceleri böyle dolaşmamdan telâşa düşmüş olacaklar ki, peşimden süt kardeşimi göndermişler. Benim ne yaptığımı öğrenmek istemişler. Ber gece Şeyh Hâvend Tâhur (r.a.) un kabr-i şerifinin yanında idim. Süt kardeşim çıkageldi Yanıma gelir gelmez elini üzerime koyup titremeye başladı.”

-“Sana ne oldu?” dedim.

Bana;

-“Gözüme garip şeyler görünüyor, az kaldı helâk olacağım.” Dedi. Onu alıp, eve götürüp bıraktım.”

Ev halkına demiş ki;

-“Artık ondan şüphelenmeyiniz. Ondan dolayı hoşnut olunuz. Biliniz ki o, bizden bambaşka bir hâle düşmüş. Karanlık gecede, on kişinin bir grup hâlinde sokulamıyacağı mezarlar başında kimsesiz sabaha kadar kalmaktadır.”

-“ Ev halkı bunu öğrendikten sonra, benim bambaşka bir hâle tutulduğumu anlayıp, hakkımda başka ihtimâller düşünmediler.”

Ubeydüllah-i Ahrâr hazretleri (r.a.) yine şöyle anlatmıştır;

-“İlk zamanlarda, bir gece Şeyh Ebû Bekr Kaffâl (r.a.) ın mezarı başına gidip, oturmuştum. Bu mezar o kadar heybetli ve korku verici idi ki, gündüzleri bile yanına yaklaşmaktan korkarlardı. Taşkent’te bir adam vardı. Bize karşı inâd ve muârız idi. Bize bir zarar vermek için fırsat kollardı. Meğer o gece beni gözetleyip, takip etmiş. Ben mezarın başına varıp oturdum. Başımı eğip murâkabeye dalınca beni korkutup dehşete düşürmek için birdenbire bir nâra atarak üzerime doğru gelmeye başladı. Hiç aldırmadım ve murâkabemi ve oturuşumu hiç bozmadım. O kişi, benim bu halimi görünce utandı. Ağlayarak önüme gelip, yüzüstü düştü. Benden özür diledi Bundan sonra bizim dostlarımızdan oldu.”

Ubeydüllah-i Ahrâr hazretleri (r.a.) şöyle anlatmıştır;

-”Yine bir gece, Şeyh Zeyneddin hazretleri (r.a.) nin kabri başında oturuyordum. Mezar, şehir dışında tenha bir yerde idi. Taşkend’de bir deli vardı. İri yapılı, uzun boylu birisiydi. O günlerde Taşkend’de birini öldürmüştü. Halk ondan korkar, onun olduğu yerden uzaklaşırlardı.”

Ben mezar başında iken, birdenbire o deli çıkageldi;

-“Kalk buradan çık git.” Diye haykırdı.

Ben ona hiç cevap vermedim. Oturuşumu bozmayıp, murâkabeme devâm ettim. O bağırmaya devam etti. Ben yine aldırmadım.Mezarın yanındaki otları ve ağaç dallarını toplayıp bir demet yaptı. Sonra yakında bulunan mescide gidip, oradan yanan lambadan elindeki ot ve ağaç demetini tutuşturup yanıma yaklaştı. Maksadı, elinde yanan ateşi başıma atmaktı. Bunu yapmak üzere yanıma yaklaşınca, bir rüzgâr esip elindeki ateşi söndürdü. Bağırıp çağırmaya başladı, deliliği iyice arttı. Fakat ben asla aldırmayıp, hâlimi bozmadım. Bu hâl sabaha kadar devam etti.”

Devam edecek…

İslam âlimleri ansiklopedisi

Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri “Silsile-i âliyye” denilen büyük âlim ve velilerin Onsekizinci’si Ubeydullah-i Ahrâr (Radiyallah-u anhu) yüzü suyu hürmetine günahlarımızı aff eylesin. Amin.

Fuad Yusufoğlu

Ubeydullah-i Ahrâr (r.a.) mübarek kabirleri

Ubeydullah-i Ahrâr (Radiyallah-u anhu) – 5

-”Sabaha olup gün ağarırken ortadan kayboldu. Taşkend’de gitmiş, sabahın erken saatinde Taşkend pazarını altüst etmiş, bir kişiyi öldürmüş. Bunun üzerine halk da sopalarla üzerine hücüm edip, onu öldürmüş.”

Hâce Abdülhâlık Goncdüvâni hazretleri (r.a.) ve talabeleri, çarşı ve pazarda dolaşırken, halkın ve satıcıların gürültülerini işitmez, kulaklarına zikir sesleri gelirmiş. Onun gibi, ilk gençlik yıllarımda Allah-ü teâlâ’yı zikir, bana öyle hâkim olmuştu ki, rüzgarın sesini ve iniltisini hep zikir gibi işitirdim… Bu sırada onsekiz yaşında idim.”

Ubeydüllah-i Ahrâr hazretleri (r.a.) ilk gençlik yıllarından sonraki hâlini de şöyle anlatmıştır.;

-“Mirzâ Şahrûh zamanında Hirat’ta idim. Hiç param yoktıu. Başımda bir tülbentim (sarığım) vardı. O da parça parça idi. Bir parçasını düğümlesem, öbürü parçalanır ve sarkardı. Birgün Pazar yerinden geçerken, bir dilenci benden bir şey istedi. Param yoktu ki vereyim. Bir ahçı’nın önüne gittim;”

Tülbentimi çıkarıp;

-“Bu tülbent eski fakat temizdir. Kapkaçak yıkadıkça kurulamaya ve silmeye yarar. Bunu al, şu fakire bir yemek ver.” Dedim.

Ahçi, fakiri doyurduktan sonra, büyük bir edeble tülbenti önüme koyup geri verdi. Fakat ben kabul etmedim, oradan ayrıldım.”

Ubeydüllah-i Ahrâr hazretleri (r.a.);

-“Çok kimseye hizmet ettim. Hiçbir şeyim yoktu. Atım ve merkebim yoktu. Senede bir kaftan değiştirirdim ki, onun da pamukları dökülürdü. Her üç senede bir kürk ve bir hırka ile yetinirdim.”

-“Mirza Şahrûh zamanında, sarrafların başı olan bir zengin vardı. “Hâcegân” yoluna büyük bir muhabbeti vardı. Hâce Muhammed Pârisâ hazretleri (r.a.)nin de hususi iltifatlarına mazhar olmuştu. Ben şehirde kimsenin yemeğini yemezdim. Bu zatın da bütün tekliflerini kabul etmedim. Nihayet Ramazan-i şerif geldi.”

O sarraf bana gelip;

-“Bu Ramazanda her akşam iftarı bende yapacaksın.” Dedi.

Özür dileyip gelemiyeceğimi söyledim..

Bunun üzerine;

-“Eğer bütün Ramazan her akşam iftarı bende yapmazsan, zevcem üç talak ile boş olsun!” dedi Çaresiz kalıp, o şahsın sözünü yerine getirmek icab etti.”

-“O kişiden çok yardım ve alaka gördüm. Benim o sırada karşılık verecek gücüm yoktu. Sonradan zengin oldum. Fakat o kimse vefat etmişti. Ben de oğluna onbin dinar verdim. Bazı işlerini gördüm.”

Devam edecek…

İslam âlimleri ansiklopedisi

Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri “Silsile-i âliyye” denilen büyük âlim ve velilerin Onsekizinci’si Ubeydullah-i Ahrâr (Radiyallah-u anhu) yüzü suyu hürmetine günahlarımızı aff eylesin. Amin.

Fuad Yusufoğlu

Ubeydullah-i Ahrâr (Radiyallah-u anhu) – 6

Ubeydüllah-i Ahrâr hazretleri (r.a.) şöyle anlatmıştır;

-“Dayım Hâce İbrahim, benim zahiri ilimleri öğrenmem için çok alaka gösterdi. Bu maksatla Taşkend’den Semerkand’a götürdüler. Bu hususta çok dikkat gösterdiler. Fakat ne zaman bu iş için gayerete geçseler, ben bir hastalığa tutuluyordum. Hastalığım geçince, tahsile başlıyordum. Bu sefer başka bir hastalık geliyordu.”

Böylece zahiri ilimleri tahsile kâdir olamıyacağımı anlayıp;

-“Beni kendi hâlime bırakın. Eğer daha ziyade zorlarsanız helâk olacağım.” Dedim.

Dayım bu sözden son derece etkilenip, beni serbest bıraktı.

-“Ben bir defâ daha zahir ilmini öğrenmeye yöneldimse de, şiddetli bir göz ağrısına tutuldum. Bu hâlim kırkbeş gün sürdü.Nihayet tamâmen vazgeçtim.”

Semerkând’ın meşhur âlimlerinden Hâce Fadlullah Ebü’l-Leysi hazretleri (r.a.) şöyle demiştir;

-“Biz Ubeydüllah-i Ahrâr hazretleri (r.a.) nin kemâlini, üstünlüğünü anlıyamayız. Şu kadarını biliriz ki, zâhiri ilimleri çok az okumuş. Böyleyken Beydâvi tefsirinden bize öyle sualler sordu ki, cevabında âciz kaldık.”

Ubeydüllah-i Ahrâr hazretleri (r.a.), zâhiri ilimlerde âlim olan Mevlânâ Ali Tûsi (r.a.) ye;

-“Sizin yanında bizim konuşmamız edeben hata olur. Siz söyleyip biz dinliyeyelim.”

Bu söz üzerine Mevlânâ Ali Tûsi, Ubeydüllah-i Ahrâr hazretleri’ne şöyle dedi;

-“Feyz kaynağından söz gelen bir huzurda, asıl bizim söz söylememiz edebsizliktir!”

Ubeydüllah-i Ahrâr hazretleri (r.a.), ilk zamanlarında Taşkend’den Semerkand’ ve Buhârâ’ya gitti. Buralarda ve diğer yerlerde Şâh-i Nakşibend Behâeddin Buhâri hazretleri (r.a.) nin talabelerinin büyüklerinden bir kısmıyla ve onlarında meşhur talabelerinden bir kısmıyla görüşüp, sohbetlerinde bulundu. Hâcegân yolunun diğer tabaksının büyüklerinden pek çok zâtla da görüşüp, sohbet etti. Horasan’a gitmeden önce, Seyyid Kâsım Tebrizi hazretleri (r.a.) nin sohbetinde bulundu. Horasan’a gittikten sonra, bir defâ daha Seyyid Kâsım Tebrizi (r.a.) nin sohbetine gitti. Bundan başka Hire’de bulunan evliyâ ve meşhur zâtlarında sohbetlerinde bulundu.

Ubeydüllah-i Ahrâr hazretleri (r.a.), hocalarından Seyyid Kâsım Tebrizi (r.a.) nin sohbetinde bulunmasını şöyle anlatmıştır;

-“Ömrümde Seyyid Kâsım Tebrizi (r.a.) den büyük zât görmedim. Zamanın şeyhlerinden hangisine gitsem, bana bir nisbet hâsıl oluyordu. Fakat bu nisbetler bir müddet sonra geçiyordu. Seyyid Kâsım Tebrizi (r.a.) nin sohbetlerinde öyle bir te’sir ve keyfiyet hâsıl oldu ki, elden birakmak mümkün değildi. Huzuruna her gidişimde görürdüm ki; bütün kâinât, dâirenin merkezi misal, onun etfarında dönüyor ve onda yokluğa kavuşuyordu.

Devam edecek…

İslam âlimleri ansiklopedisi

Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri “Silsile-i âliyye” denilen büyük âlim ve velilerin Onsekizinci’si Ubeydullah-i Ahrâr (Radiyallah-u anhu) yüzü suyu hürmetine günahlarımızı aff eylesin. Amin.

Fuad Yusufoğlu


Hasankeyf’in uzaktan görünüşü (Batman)

Ubeydullah-i Ahrâr (Radiyallah-u anhu) – 7

-“Seyyid Kasım Tebrizi, Hâce Behâddin Nakşibend hazretleri (r.a.) nin sohbetinde bulunmuş ve nisbetlerini o yoldan almış. Anlaşıldığına göre; “Hâcegân” yolunda idi. Bir kapıcısı vardı. Kimse ondan izinsiz huzûruna girmezdi.”

Kapıcıya şöyle tenbih etmişti;

-“Buraya ne zaman Türkistan’lı bir genç gelirse, ona mâni olma! Bırak istediği zaman benim yanıma girsin.”

-“Hergün kapısına varırdım, izin verilmiş olduğu hâlde huzûruna iki-üç günde bir girerdim.”

-“Talebeleri, bana izin verildiği hâlde huzurlarına niçin hergün çıkmadığıma hayret ederlerdi.”

-“Seyyid Kâsım hazretleri (r.a.) nin sohbetleri çok tatlı ve kadar lezzetli idi ki, gelenler ayrılmak istemezdi. Sohbetin dağılma zamanı gelince talebelerine bir işaret verir, dağılmalarını bildirirdi.”

Beni hiçbir vakit huzurundan kaldırmamıştı Yakınlarına “Bâbu” diye hitap ederdi.

Bana;

-“Bâbu senin adın nedir?” diye sordu

Ben;

-“Ubeydüllah” dedim.

Bana;

-“İsminin ma’nasını gerçekleştir.” Buyurdu.

Mevlânâ Fethullah Tebrizi hazretleri (r.a.) şöyle anlatmıştır;

-“Seyyid Kâsım (r.a.) ın sohbetine çok devam ederdim. Tasavvuf’a öyle merak salmıştım ki, tasavvuf’a dair ince mes’elelerin konuşulduğu bu mecliste sabahlardım. Gözüme uyku girmezdi. Bir defasında Seyyid Kâsım (r.a.) ın sohbetinde otururken, içeriye Hâce Übeydullah-i Ahrâr (r.a.) girdi. Seyyid Kasım hazretleri (r.a.), onu büyük bir alaka ile karşıladıktan sonra, gârib meârif ve acaib hikmetler konuşmaya başladılar. Dikkat ettim, Ubeydüllah-i Ahrâr (r.a.) ın her ziyarete gelişinde, Seyyid Kasım hazretleri (r.a.) gayri ihtiyarı en ince meseleleri ve sır bahislerini açardı. O zaman öyle haller olurdu ki, başka zaman o şeklide olmazdı. Bir gün Ubeydullah-i Ahrâr hazretleri (r.a.), Seyyid Kasım (r.a.) in meclisinden kalkıp gittikten sonra,”

Seyyid Kasım hazretleri (r.a.);

-“Mevlânâ Fethullah! Bu kafilenin dili sözleri gayet tatlıdır. Ama yalnız dinlemekle iş bitmez. Eğer himmet sahiblerinin temenni ettiği saâdete kavuşmak istersen bu Türkistan’lı gencin eteğini bırakma! O zamanın bir hârikası, devranın bir tanesidir.”

Devam edecek…

İslam âlimleri ansiklopedisi

Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri “Silsile-i âliyye” denilen büyük âlim ve velilerin Onsekizinci’si Ubeydullah-i Ahrâr (Radiyallah-u anhu) yüzü suyu hürmetine günahlarımızı aff eylesin. Amin.

Fuad Yusufoğlu

Hasankeyf’in uzaktan görünüşü (Batman)

Ubeydullah-i Ahrâr (Radiyallah-u anhu) – 8

-“Ondan çok büyük işler, tecelliler zuhûr edecek ve dünya onun velâyet nuruyla dolacaktır.”

-“Seyyid Kasım (r.a.) bu sözlerinden, içime Übeydullah-i Ahrâr (r.a.) in kemâl ve olgunluk zamanına ulaşma arzusu düştü. Sultan ebû Sa’id zamanında, Ubeydüllah-i Ahrâr (r.a.) Taşkend’den Semerkand’a geldi. Hizmetine girdim. Kısa zamanda Seyyid Kasım (r.a.) ın işaret ettiği üstünlükleri ondan gördüm, anladım.”

Ubeydüllah-i Ahrâr hazretleri (r.a.), şöyle anlatmıştır;

-“Birgün Seyyid Kasım hazretleri (r.a.) bana;

-“Bâbu! Bilir misin zamanımızda hikmet ve hârika niçin az zahir oluyor? Çünkü bu zamanda bâtının tasfiyesi, kalbin temizlenmesi pek az insanda kalmıştır. Olgunluğa ulaşmak, bâtının tasfiyesi iledir. Bâtının tasfiyesi, kalbin temizlenmesi, helâl lokma yemekle mümkündür. Bu zamanda helâl lokma pek azdır. Bâtınını tasfiye etmiş insan da yok gibidir ki ondan İlâhi esrâr nasıl tecelli etsin?”

Sonra kendisi ile ilgili olarak;

-“Elim tuttuğu zaman, takye diker onun parası ile geçinirdim. Felç geçirip elim tutmaz olduktan sonra, babamdan kalan kütüphâneyi satarak, ticaret sermâyesi yaptım ve onunla geçinmeye başladım.

Ubeydüllah-i Ahrâr hazretleri (r.a.), yine şöyle anlatmıştır;

-“Bir gece rü’yamda, kendim büyük bir cadde üzerinde iken, Birden Şeyh Zeyneddin Hâfi (r.a.) yi gördüm. Bir yol başında duruyordu”

Beni tutup;

-“Gel seni bu yoldan kendi köyüme götüreyim.” Dedi.

Gönlüm ana caddeyi bırakmak istemedi. Kabul etmedim.

Bu sırada ana cadde üzerinde beyaz at üzerinde Seyyid Kasım (r.a.) gözüktü;

-“Bu cadde şehre gider, gel seni alıp şehre götüreyim.” Dedi. Beni atına aldı. Atının terkesine binince, şehre doğru ilerledi.”

Ubeydüllah-i Ahrâr hazretleri (r.a.), nin sohbetinde bulunduğu zâtlarden biri de, Behâeddin Ömer hazretleri’dir.

Bu hocası hakkında buyurdu ki;

-“Bana Horasan şeyhlerinden Behâeddin Ömer’in tavırları gâyet hoş gelirdi. Ekseriyetle oturup sohbet ederler, gelenlerin hâline münasip muâmele eder, hiçbir sûretle kendini halktan üstün tutmazdı.”

Ubeydüllah-i Ahrâr hazretleri (r.a.), dört sene bu hocasının yanında kalıp, sohbetlerine devam etti.

Devam edecek…

İslam âlimleri ansiklopedisi

Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri “Silsile-i âliyye” denilen büyük âlim ve velilerin Onsekizinci’si Ubeydullah-i Ahrâr (Radiyallah-u anhu) yüzü suyu hürmetine günahlarımızı aff eylesin. Amin.

Fuad Yusufoğlu

Hasankeyf’in görünüşü (Batman)

Ubeydullah-i Ahrâr (Radiyallah-u anhu) – 10

Sonra;

-“Bize hocamızdan gelen usûl budur. Eğer siz tâlibleri cezbe yoluyla terbiye etmek isterseniz, edebilirsiniz” buyurdu.

Ubeydüllah-i Ahrâr hazretleri (r.a.), Ya’kûb-i Çerhi hazretleri (r.a.) nin sohbetinde üç ay kaldı. Ondan feyz alıp, tasavvuf hâllerinde yükseldi. Ondan icâzet aldı.

İnsanları irşâd etmek (yetiştirmek) üzere vedâlaşıp ayrılırken, hocası ona, rabıta şartını anlattı ve;

-“Bu yolu ta’lim ederken dehşet hissi vermemeye dikkat et. Emâneti isteklilere ve isti’dâtlılara ulaştır.” Buyurdu.

Ya’kûb-i Çerhi (r.a.), talebesi Ubeydüllah-i Ahrâr (r.a.) hakkında şöyle buyurmuştur;

-“Bir talebe, bir büyüğün huzuruna gelince Hâce Ubeydüllah gibi gelmelidir. Kandili takmış, fitili ve yağını hazırlamış, onun yanması için sâdece bir ateş tutmak gerekecek.”

Ubeydüllah-i Ahrâr hazretleri (r.a.) yirmidokuz yaşında iken, ilim tahsilini tamamlayıp, tasavvuf’da yüksek derecelere kavuşmuştur. Yirmidokuz yaşından sonra memleketine dönüp, helal kazanmak için ziraatle ve insanlara doğru yolu göstermekle meşgül olmaya başladı. Kısa zamanda mahsülleri o kadar bereketli oldu ki, idaresi için vekil ta’yin etti. 1300’den fazla çiftliği vardı. Herbirinde üçbin amele çalışırdı.Allahü Teala onun mahsülüne öyle bir bereket verdi ki, her sene sekizyüzbin batman zahire ”uşr” verirdi. Anbarlarına konulan mahsül, her çıkardıklarında, koyduklarından fazla geliyordu.Bu hali görenler, Ubeydüllah-i Ahrar hazretlerine hayran kalıp, daha çok bağlanıyorlardı.

Kendisi bu hüsusta;

-“ Bizim malımız, fakirler içindir. Bunca malın hassası işte bu noktadadır ’ buyurmuştur.

Menkıbeleri ve kerametleri :

Ubeydüllah-i Ahrar hazretleri (r.a.), tenhada olsun, kalabalıkta olsun, zahiri ve batıni edeplere çok dikkat ederdi. Sabaha kadar hep iki diz üstü oturduğu çok olurdu. Hizmetinde olanlara ve herkese, ihsanları, lütufları çoktu. Meşakkati, zorluğu kendisi yüklenip, başkalarının rahatını, kendi istirahetine tercih ederdi. Ömrü boyunca kimseden bir şey almayıp, verilen şeyleri kabül etmemeiştir. Büyüklerden bir zat, kendi eliyle beyaz kuzu yününden bir kaftan dikip, ona gönderdi.Bu hediyenin helal maldan olmasına çok dikkat etmişti.

Kaftan kendisine verildiğinde;

-“ Bu kaftanı giymek caizdir. Fakat ben, ömrüm boyunca kimseden hediye kabül etmedim. Bunu gönderen zattan özür dileyin ve bu defa bu kaftanı, bizim hediyemiz olarak kendisine takdim edin’ demiştir.

Devam edecek…

İslam âlimleri ansiklopedisi

Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri “Silsile-i âliyye” denilen büyük âlim ve velilerin Onsekizinci’si Ubeydullah-i Ahrâr (Radiyallah-u anhu) yüzü suyu hürmetine günahlarımızı aff eylesin. Amin.

Fuad Yusufoğlu

HasanKeyf’in bir başka açıdan görünüşü

Ubeydullah-i Ahrâr (Radiyallah-u anhu) – 11

Ubeydüllah-i Ahbar hazretleri (r.a.), bir defasında talebeleri ve sevenleriyle birlikte, büyük bir kalabalık halinde, şehre çok uzak olan bir araziden geçiyorlardı. Hava çok sıcaktı. Uzaktan kara çadırlardan bir oba görünmüştü. Bu obada üç kişi, hediye takdim etmek üzere yanlarına yaklaştı. Birinin omzunda semiz bir keçi, birinin de kucağında, tahtadan büyük bir çanak içinde yoğurt vardı. Bu üç kişiden oba reisi olan kimse, Ubeydüllah-i Ahrar hazretleri (r.a.) ne yaklaşıp, getirdiklerini hediye olarak takdim etmek istediklerini bildirerek;

-“Bu keçi helal maldır ve size vermek üzere ayrılmıştır. Yoğurt da pâktır. Kabül buyurmanızı istirham ederim’ dedi.

Ubeydüllah-i Ahrâr hazretleri (r.a.);

-“Ben kimsenin hediyesini kabül etmedim. Keçiyi yine sürüye kat. Yoğurda gelince, parasını verip alabiliriz’ dedi.

Oba reisi;

-“Yoğurdun buralarda kıymeti olmaz, boldur. Kimse para ile yoğurt almaz. Lütfen kabül buyurunuz” dedi.

Ubeydüllah-i Ahrâr hazretleri (r.a.);

-“Kabül etmeyiz’ buyurup, hizmetçilerinden birine işaret edip, yoğurdu bir Şahrüh altınına satın aldı. Önce kendisi yedi. Sonra yanında bulunanların hepsine ikram ettiler.

Mevlana Abdullah Şerguli şöyle anlatmıştır:

-“Ben küçük idim. Babam, Mevlana Nizamüddin’in muhlis talebelerinden idi. Mevlana Nizamüddin, ekseriyetle bizim eve teşrif ederdi. Babam hizmet için meşgül olurken, o ekseriyetle murakabe yapar, başını önüne eğip oturudu. Bir defasında bu hal üzere iken, aniden başını kaldırıp seslendi. Babam hemen huzüruna koşup, bağırmasının sebebini sordu.

Buyurdu ki:

-“Doğu tarafından bir zat zuhür etti. İsmi Hace Ubeydüllah’dır. O rüy-i zemini tuttu. O ne büyük şeyh, ne büyük zat olur.’

-“Mevlana Nizamüddin’den onun ismini işitince, hatırımda tutmuştum. Teşrif etmesini bekliyordum. Sultan Ebu Sa’id devleti zamanında, Ubeydüllah-i Ahrar hazretleri taşkend’den Semerkand’a teşrif etti. İlk defa karşılayıp, görmekle ve sohbetinde bulunmakla ben şereflendim. Bir müddet Semerkand’da kaldıktan sonra, Buhara’ya gitti.’

-“Ubeydüllah-i Ahrâr (r.a.) ın, bütün ömrü boyunca tanıdıklarına ve tanımadıklarına, dost-düşman herkese yardım ve şefkati pek çok idi. Hiç kimseyi ayırd etmeden yaptığı iyilik ve hizmetler dillere destan idi. ‘Ben bu yolu, tasavvuf kitaplarından değil, halka hizmetten elde ettim. Herkesi bir yoldan götürürler. Bizi hizmet yolundan götürdüler. Hayır umduğum herkese hizmet ederim” buyurmuştur.

Devam edecek…

İslam âlimleri ansiklopedisi

Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri “Silsile-i âliyye” denilen büyük âlim ve velilerin Onsekizinci’si Ubeydullah-i Ahrâr (Radiyallah-u anhu) yüzü suyu hürmetine günahlarımızı aff eylesin. Amin.

Fuad Yusufoğlu

Hasankeyf’in görünüşü (Batman)

Ubeydullah-i Ahrâr (Radiyallah-u anhu) – 12

Kendisi şöyle anlatmıştır:

-“Semerekand’da Mevlana Kutbüddin Medresesi’nde, iki-üç hastanın hizmetini üzerime almıştım. Hastalıkları arttığından, yataklarını kirletirlerdi. Ben onları elimle yıkayıp, çamaşırlarını giydirirdim. Bu hizmetim devamlı olduğu için, hastalıkları bana da geçti. Ben de yatağa düştüm. Bu halimle bile, birkaç testi su getirip, hastaların kirlerini yine ben yıkamaya devam ettim.”

-“Gençliğimde Heri’de idim. Seyyid Kasım Tebrizi’nin hizmetinde bulunuyordum. Kendisinin bir tas yemeğini bana verdi.

-“Ey Türkistanlı Şeyhzade! Bu, bize kubbe olmuştur (Bununla diğer insanlar gibi gözüküyoruz). Yakında dünya da sana kubbe olur (Zengin olursun ve onunla hallerin gizlenir).’ Bu sözü buyurduklarında, benim dünyalık hiçbirşeyim yoktu. Son derece fakir idim.

Reşehat kitabının ‘müellifi şöyle anlatmıştır:

-“Bu fakir, Ubeydüllah-i Ahrâr hazretleri (r.a.) nin gece-gündüz hizmetinde iken, hiç esnediklerini görmedim. Öksürük veya benzeri sebeblerle ağızlarından bir şey çıkardığına şahid olmadım. Sümkürdüklerini de görmedim. İnsanlar arasında veya yalnızken, bir defa bile bağdaş kurarak oturduklarını görmedim.’

Otuzbeş yıl hizmetinde bulunan Mevlana Ebü Sa’id de şöyle anlatmıştır;

-“Ubeydüllah-i Ahrâr hazretleri (r.a.) nin üzüm, elma ayva ve benzeri meyveleri yerken kabuklarını ağzından çıkardığını hiç görmedim. Sümkürdüklerine ve tükürdüklerinede hiç şahit olmadım. Ba’zan nezle ve grip olurdu. Bu hallerinde bile tiksinti verecek bir davranışta bulunmazdı. Hiçbir uzvunda uygunsuz bir hal, görenlere ve rahatsızlık verecek bir davranışı görülmemiştir. Yalnız iken de, başkaları ile bir arada iken de daima edeb ve güzel muamele ile hareket ederdi.’

Seyyid Abdülkâdir Meşhedi, Sultan Ebü Sa’id mirza zamanında, Ubeydüllah-i Ahrar hazretlerinin sohbetinde bulunmak üzere Semerkand’a gitti ve onun sohbetiyle şereflendi.

Şöyle anlatmıştır:

Yatsı namazını kıldıktan sonra, bana buyurdu ki: ‘

-“Emir Mecd bizim misafirimizdir. Bu geceyi bizimle birlikte ihya etmeyi istiyor. Biz ba’zı dostlarla oturmak isteriz. Sen gençsin, istirahat et.’

Dedim ki; ‘

-“Eğer izin verirseniz, sizinle beraber olayım.’

Übeydullah-i Ahrâr hazretleri (r.a.);

-“Eğer kendinde oturmağa güç bulursan olur” buyurdu.

Devam edecek…

İslam âlimleri ansiklopedisi

Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri “Silsile-i âliyye” denilen büyük âlim ve velilerin Onsekizinci’si Ubeydullah-i Ahrâr (Radiyallah-u anhu) yüzü suyu hürmetine günahlarımızı aff eylesin. Amin.

Fuad Yusufoğlu

Şeyh Abdalla mezari (Hasan Keyf)

 

Ubeydullah-i Ahrâr (Radiyallah-u anhu) – 13

-“Ben de üç kişi ile birlikte o sohbet meclisinde bulundum. O gece sabaha kadar, Ubeydüllah-i Ahrar hazretleri (r.a.) nin hallerini gördüm. Devamlı iki dizi üstünde, tevâzü ile oturdu. Dizlerini hiç değiştirmedi. Hep haraketsiz oturdu, hiçbir uzvunu oynatmadı. Teheccüde kalktı, namazdan sonra yine ayni şekilde sabah namazı vaktine kadar vekar ile oturdu. Hiç haraket etmedi. Ben genç olmama rağmen, her saatte bir dizimi değiştirirdim. Uyumamak için kendimi zor tuttum. Mir Mecd, Hâce hazretleri (r.a.) nin iltifât-ı şerifleri bereketiyle az haraket etti. Sonra sabah namazını kılmak üzere kalktılar, yatsı namazı abdesti ile sabah namazını kıldılar.”

Ubeydullah-i Ahrâr hazretleri (r.a.) nin kerem ve lütfü o kadar çoktu ki, talebelerinin ve sevenlerinin rahatını düşünür, bunun için kendisi mihnet ve meşakkat çekerdi.

Mir Abdülevvel hazretleri (r.a.) şöyle yazmıştır;

-“Ubeydüllah-i Ahrâr hazretleri (r.a.) talebeleri ile birlikte bir bahar mevsimi başında, Keş’e gitmek üzere yola çıkmışlardı. Bir gece yolda, bir dağ eteğinde gecelemeleri gerekti. Talebeleri hemen bir çadır kurdular. Akşam namazından sonra şiddetle bir yağmur başladı. Ubeydüllah-i Ahrâr hazretleri (r.a.) biraz sonra dışarı çıktı. Talebeleri ve hizmetçilerin çadıra girmesini söyledi. Bu emri üzerine hepsi çadıra girdiler. Başka bir çadır da yoktu. O gece sabaha kadar yağmur yağdı., seller aktı. Sabah namazını kıldıktan sonra, talebelerine ve diğer dostlarına;

-“Siz yağmur altında iken, ben çadırda durmayı tercih etmedim.” Buyurdu.
Bunun üzerine, talebeleri anladılar ki, kendisinin çadırda bulunması sebebiyle, edebinden yanına girip de gecelemiyecek olan talebelerinin yağmur altında kalmalarını istememişti. Kendisi çadırdan uzaklaşmış, geceyi çadırın dışında bir yerde geçirmişti.

Bir defasında da, bir yaz mevsiminde talebeleri ilşe birlikte tarlalarından birine gitmişlerdi. O gün şiddetli bir sıcak vardı. Tarlada sadece bekçinin küçük bir kulübesi vardı. Talebeleri , onunla birlikte bu kulübeye girip gölgelenmekten hayâ ettiler. Edeblerinden girmediler. Başka gölgelenecek bir yer de yoktu.”

Sıcak iyice şiddetlenince, Ubeydüllah-i Ahrâr hazretleri (r.a.) atını istedi;

-“Zirâat için sürülen yerleri görmek istiyorum:” diyerek, atına binip oradan uzaklaştı. Güneşin yakıcı sıcağı dayanılmaz hâle gelince bir derede başını gölgeleyecek kadar bir yerde, hava serinleninceye kadar istirahat edip, hava serinleyince talebelerinin yanına döndü. Talebeleri sonradan anladılar ki, hocaları oradan uzaklaşıp, onların gölgelenmelerini istemişti.

Ubeydüllah-i Ahrâr hazretleri (r.a.) şöyle anlatmıştır;

-“Gençliğimin ilk yıllarında, Mevlânâ Sa’deddin Kaşgâri ile Heri’de idik Panayır yerlerine gider, güreşenleri seyrederdik. Güreşenler üzerinde himmet ve teveccühümüzü denerdik. Himmet ettiklerimiz gâlip gelirdi. Sonra yenilene himmet ederdik. Bu defâ o gâlip gelirdi. Birgün yine gitmiştik. Aramızdan kimse geçmesin diye el ele vermiştik. Güreş yerinin bir kenarında durduk. Güreşçilerden biri iri cüseli idi. Onunla güreşecek olan ise zayıf biriydi.”

Devam edecek…

İslam âlimleri ansiklopedisi

Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri “Silsile-i âliyye” denilen büyük âlim ve velilerin Onsekizinci’si Ubeydullah-i Ahrâr (Radiyallah-u anhu) yüzü suyu hürmetine günahlarımızı aff eylesin. Amin.

Fuad Yusufoğlu

Hasankeyf’in Tarihi Köprüsü (Batman)

Ubeydullah-i Ahrâr (Radiyallah-u anhu) – 14

Mevlânâ Sa’deddin’e;

-“Şu zayıfın gâlip gelmesi için himmet edelim. Sen himmet göster ben de yardımcı olayım.” Dedim

İri vucutlu pehlivan zayıf pehlivanı yerden yere vuruyordu. Zayıf olana himmet etmeye başladık. O anda zayıf pehlivandan beklenmedik bir hâl oldu. Ellerini uzatıp karşısındaki koca pehlivanı havaya kaldırdı. Sonra başının üzerinden döndürüp sırt üstü yere çaldı. Seyreden halk’dan, müthiş bir nara ve çığlık koptu. Herkes bu beklenemedik neticeden şaşırmış bağırıyordu. Kimse te’sirin nereden geldiğini bilmiyordu. Baktım Mevlânâ Sa’deddin Kaşgâri’nin gözleri yumulu.

Koluna dokunup;

-“Artık himmeti bırak, her şey olup biti..” dedim. Sonra oradan uzaklaştık.

Ubeydüllah-i Ahrâr hazretleri (r.a.), bir ilkbahar mevsiminde, Hirat’dan Taşkend’e gitmek üzere yola çıkmıştı. Akşam olunca , yolda bir talebesinin bulunduğu yere ulaşmış ve o gece oarad misafir olmuştu.”

Bu talebesi şöyle anlatmıştır; Gece yatacağımız zaman bana;

-“Sen benim yattığım odada yat.” Dedi.

Bunun üzerine onun yattığı odada, ondan uzak bir köşeye çekilkip, orada geceledim. Gece yarısı ismimi söyleyip;

-“Uyuyor musun! Uyanık mısın?” dedi.

Ben de;

-“Uyumuyorum efendim.” Dedim

Bana;

-“Hemen kalk, kıymetli eşyalarını topla ve derhâl dışarı çık!” buyurdu.

Ve kendisi de sür’atle dışarı çıktı.

-“Bu çevrede olanları da uyandır. Kıymetli eşyalarını toplayıp hayvanlara yüklesinler. Beni takip edip peşimden geliniz.” Dedi.

Sür’atle uzak bir tepeye doğru yürüdü biz de hemen toparlanıp onu takip ettik. Tepeye çıkıp, üzerinde durdu. Biz de yanında durduk.

Bizimle gelenler bu duruma şaşırarak;

-“Sebep nedir ki, geceyarısı uykumuzu bölüp buraya geldik?” diyorlardı. Bir kısım da ihmâl gösterip, gelmemişti. Biz tepe üzerinde iken, birdenbire korkunç bir sel geldi. Ününe gelen ağaç, kaya, duvar, ev ve ne varsa süpürüp götürüyordu.

Devam edecek…

İslam âlimleri ansiklopedisi

Allah-u Teâlâ hazretleri bizleri ve sizleri “Silsile-i âliyye” denilen büyük âlim ve velilerin Onsekizinci’si Ubeydullah-i Ahrâr (Radiyallah-u anhu) yüzü suyu hürmetine günahlarımızı aff eylesin. Amin.

Fuad Yusufoğlu